Kriz - Kısım-2

390 108 32
                                    

  Aptallar, utanılacak bir şey yaptıkları zaman mazeret diye o işi her zaman yaptıklarını söylerler.

-Bernard Shaw  

Lewis, st.James parkının yakınlarında bulunan Piccadilly sokağına kadar yürüdü. Piccadilly'e gitmesinin sebebi ise orasının en eski kitapçısını bulunduruyor olmasıydı. 'Hatchards' denilen kitapçı; 1797 yılından beri açık bir tarih hazinesiydi ve oldukça büyük dini kitap koleksiyonları vardı. Lewis dini kitaplarla pek haşır neşir değildi. Aslında çocukluğunu dini bir okulda geçirmişti ama asla ilgi duymamıştı; zaten o zamanlar az sayıda okul vardi ve bunların çoğunluğu kilise tarafından denetlenip, dini eğitime yoğunlaşılıyordu. Kitapçının girişine vardığında duraksadı ve soluklandı. Kapının tam tepesindeki iki oyuğun arasına altın renklerle yazılmış 'Hatchards' harflerini görebiliyordu; ayrıca kapının sol tarafında iki kemerli pencere olmak üzere, sağ tarafında ve hemen onun bitişiğinde de bir pencere bulunmaktaydı. "Pek çok açıdan uzun sürmemiş gibi," diye düşündü. Kitapçıya kendine özgü yürüyüşüyle girdi. Hemen girişte, sol tarafında büyükçe bir masa vardı, o masanın üstünde de erika marka bir daktilo duruyordu. Onun arkasında da boyu bir hayli kısa, çakmak gözlü, göz kapakları şişkin, saçları ağarmış yaşlıca bir danışman dik dik bakıyordu. Kendisine önce üyelikler ve birtakım kütüphane kuralları hakkında klasikleşmiş şeylerden bahsetti. Daha sonra 'Afsun' hakkında bilgi alabilmek için konuşmuştu. 'Afsun' ve 'Tarotte'nin şu imkansız hayaliyle alakalı olan esrarengiz kitabı sizde hatırlarsınız: ama bu daha farklı bir konuydu, bambaşkaydı. Bu direk olarak fantastik bir gerçek aramakla birebir aynıydı; en doğrusunun yazıldığı çok farklı bir eser olacaktı. Kitaplıklara bakınmaya başladı. Kitaplıklar siyah renkteydi ve birçok açıdan dopdolu ve cilalı bir parlaklığı vardı. Belirli bir sisteme göre düzenlenmiş, ansiklopedi, dergi, kitap gibi materyallerin yer aldığı okuyucuların ve araştırmacıların istifadesine sunulan küçük bir hazine sandığını andırıyordu. "Aradığım şey," diye mırıldandı. "Buralarda bir yerde olmalı." Kitaplıkların arasında dolanmaya başladı, birkaç sıkı okuyucunun dışında zaten pek de dolu değildi, ama var olan insanların pek çok açıdan garip ve ilginç bulduğu iğneleyici bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu. Konuyla alakası olduğuna inandığı birçok kitabı kolunun altına sıkıştırdı ve üst üste koyduğu basamaklı kitap yığınını oval masanın olduğu yere kadar zorlukla taşıdı. Bir sandalye çekip oturduktan sonra, kitaplardan en yukarıda olanını aldı ve yaklaşık üç yüz sayfa olduğunu tahmin ettiği kitabı ustalıkla açıp okumaya başladı. Kitap kahverengi deriyle kaplanmış, siyah iple süslenmişti. Aldığı kitabın ismi de "Derin Bir Çağ" idi; saf bir konusu olmamasına karşın, geçmişte anılarını sayfalara dökmüş eski bir köylünün hikayelerini anlatıyordu. Köylünün soyadı yoktu ama eserin içinde geçen köylünün ismi "Stefan" idi. O yüzden anonim olması yerine başlığın altına büyükçe "Stefan" yazılmıştı. Köylünün garip hikayelerinin içine çekileceğini hiç mi hiç tahmin etmeyen Lewis, ilk satırları okuduğu anda şaşırmıştı: Stefan'nın uçsuz bucaksız garip bir anlatım tarzı vardı. Bilgi vermekten çok etkilendiği şeylerden söz ediyordu. Günlerden, yüzlerden, kişilerden, yabancılardan... "Ravi olabilir mi?" diye düşündü. İlk yirmi sayfadan çıkardıkları bunlardı; ama on beş dakikanın sonunda tamamen farklı bir anlatım tarzına bürünmüştü. Sanki "Stefan" değil de, farklı biri anlatıyordu olayları... Birçok deli saçması betimleme, gözlem seviyesinden çıkmış ve tamamen psikolojik sorunların ön planda olduğu dünyadaki cehennemi anlatıyordu sanki. Cehennemin insanlık tarihi kadar eski, insanların zihninde var olan bir olgu, bir korku olduğunu biliyordu Lewis. Aslında karanlık fantazilerin, korkuların ve kâbusların merciidi. Neredeyse her kültür ve dinde korkuların membaı olan, bir cehennem tasviri mevcuttu. Bunlar birbirinden farklı tasvirler olsa da, ana hatlarıyla aynıydı. Genelde cehennemin yerin altında olduğuna inanılırdı ama farklı olan bir şeyde vardı:  bu inancın kaynağı çok eski milletlere ve kültürlere dayanıyordu, ama şu bir gerçekti ki... bazı insanlar cehennemi dünyanın kendisi olarak tasvir ediyordu. Stefan da belli ki yeryüzündeki cehennemi tatmıştı, ana hatlarıyla beraber tam gözlemleme seviyesine ulaşmıştı. Ama değişim nedendi? Afsunun konuyla ne alakası olabilirdi? "Tasvirlerinden ve yaşadıklarından söz edişine bakarsak, öncelikle kendini yazmakla tatmin etmeye çalışmış. İlk sayfalardan günlerinin sıradan geçtiği açıkça anlaşılıyor. Ama birkaç yıl sonra inanılmaz büyük bir travma belirtisi gösteriyormuş gibi. Bunun yanı sıra ruhsal görüşlerini ön planda tutuyor ve Tanrı diyemediğimiz, daha doğrusu yaratıcı demediğimiz bir kişiye sığınmaya başlıyor,"diye düşündüklerini tekrar etti. "Anladığım kadarıyla çok güzel geçip giden bir hayatı, veba ve kan çağının gelmesiyle yok oluyor. Hayata bakış açısı ve görüşlerini yansıtma şekline daha dikkatli bakacak olursam bir ailesi de varmış; ama sonra ölmüşler gibi. İnsanlar etrafında birçok insan varken kendilerini iyi hissederler, bunu herkes bilir. Ama işler sarfa sarınca belli ki kendisinin bile tasdik etmekte zorlandığı bir kurtarıcıya tapınmaya, adeta onun hayaline kendini kaptırmış. Bu güzel bir detay işte!" Bu şekilde dizdiği kitapların hepsine tekdüze biçimde bakındı. Saatlerce kütüphane de okumalar yaptı; yorumladı, eleştirdi ve araştırmalarına farklı bir bakış açısı getirmeye çalıştı.  Saat on iki buçuğa gelince artık iyice acıkmaya başladı. İşte, Hatchards' den çıkıp, kitapları okumayı bıraktığı tam vakit buydu. Soho'ya dönmek için yola koyulmuştu. Bay Jigger'a kira parasını tatmin ettikten sonra adamın bir anlık merhametine denk gelebileceğini ummuş, paranın bir kısmının elinde kalacağını düşünmüştü. Ama o günün kendisine getireceği şansızlığın adeta bir cehennem serüveni gibi vücudunun her kitlesine işleyeceğini nereden bilebilirdi ki? Saatler akşam biri gösterdiğinde Soho'daki evinin önüne ulaştı. Planladığı şekilde öncelikle kirasını verecekti, daha sonra Preston bulvarındaki Elmstead sokağına buluşma için gidecekti. Ama düşündüğü gibi olmayan birtakım şeyler gerçekleşmişti; dış kapıdan girdiği gibi daha birinci katta Gavenia ile karşılaşmış kadının yüzüne sinsi sinsi baktığını görmüştü. "Belli ki bir şeyler saçmalamaya başlayacak," diye düşünmüştü. Ama kendisiyle hiç mi hiç ilgilenmemişti; büyük ihtimalle ev sahibi kendisine sıkı sıkı uyarılarda bulunmuş, onu bir güzel tehdit etmişti: tıpkı kendisini ettiği gibi. En üst katın hemen altındaki daireye kadar merdivenleri çıktı. İçinden de 'parayı vermesem ne olur sanki' diye konuşup duruyordu. Tabi haklıydı kendince,  bunca parası olan bir adamın nasıl ihtiyacı olabilirdi ki şu kadarcık paraya? Kapıyı tıklattı; bir kadın açmıştı kapıyı, altmış yaşlarına yakın ama muhtemelen elli sekiz olduğunu tahmin ettiği, kır saçlı, topuzlu, çatık kaşlı, elleri kırışık bir kadındı; bayan Jigger idi bu. Üzerinde uzun çiçekli leylak rengi bir elbise, hemen boynunda ise pembe bir fularla kapının kenarından bakıyordu; elinde de bir yelpaze varmış gibiydi. Cılız çıkan sesiyle emri vaki bir şekilde konuşuyordu ve kendisinin hala gençlik döneminde olduğunu düşünüyormuş gibi bir hali vardı.

TarotHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin