Bazı insanlar çok kazanmak isteyenin kaybettiğine inanır. Bu insanlar hırsla mutluluğun asla birbirini göremeyeceğini düşünürler. Hırs her ne kadar kıçımızı kaldırmak için bizi ittiren şey olsa da bu inanışın gerçeklik payı azımsanamayacak boyuttaydı. Ve bu, başıma geleceklerden bilmediğim 3 şeyden biriydi.
Spor karşılaşmalarının ilk gününde uzun maraton koşusu vardı. Ve buna Erdal'ın da katılacağını biliyordum. Her gruptan 10 kişi katılıyordu ve bu da baya çekişmeli olacağının göstergesiydi. Okulun kapısından başlayıp, semtin çevresini dolanan (buna okulun dibindeki vakıf ormanı ve sahil de dahil) uzun bir rotası vardı. Normal bir insanın dayanmasının gerçekten zor olduğu bir rotaydı. Rahat 1 saatten uzun sürerdi.
Karşılaşmaların başladığı sabah kalktığımda hava kapalıydı. Yok artık burası İzmir lan İzmir! Spor eşyalarımı alıp evden çıktım.
Dışarı çıkmamla "Hazır mısın Fransız?" diyen bir ses duymam bir oldu. Buğra kapımın önünde bekliyordu.
"He-eey Buğra." Burada ne işi vardı?
"Burada ne halt ettiğimi soracak olursan.." diye başladı ciddi ciddi. Ona 'e yani' bakışı atınca devam etti.
"Bizim okulu çok bilmiyorsun. Spor karşılaşmaları herkesin herkesi canlı canlı yediği zamandır. Ve sen bizim çok değerli takım kaptanımızsın. Capitol'ün Katniss'i, Matrix'in Neo'susun Derin. Hedefleri sensin."
"Bana napabilirler ki Buğra? Okuldayız. Öldürüp pıçahlayacak halleri yok herhalde." Gülesim gelmişti.
"Bir kaza sonucu bacağını kırabilirsin." çok ciddi bakıyordu "Pek kazayla alakası olmayan bir kaza sonucu hem de. Olmamış bir olaydan bahsetmiyorum."
"Bence bu konuda endişelenmesi gereken ben değilim. Göz önünde daha dikkate değer hedefler var. Erdal gibi."
"Kendi grup liderlerine bir şey yapacaklarını sanmıyorum." yürümeye başladı.
Bir dakika? Tüm hilekar pislikleri kendine mi toplamıştı. YUH. Takımında kendi arkadaşlarının çok bulunmamasından belliydi. Psikopat herif.
Maraton öncesi soyunma odasına gitmeden önce bana ön ödeme olarak verilen (daha doğrusu beni hırslandırma çabası) laboratuvar anahtarını alıp bahsi geçen meşhur yere gittim. Ve burası muhteşem bir yerdi. Maratondan önce anahtarları yine geri vermem gerekiyordu. Bu çok üzücüydü.
Burası okulun en tepesiydi. Sahili pencereden görebiliyordum. Etrafa göz gezdirdim. Tozlanmış sıralar, kavanoz dolu raflar, deney alanı. Uzun ve bol olan rafların aralarından yürümeye başladım.
İşte oradaydı. En dipte. İskelet modeli bana bakıyordu. Orada elimde olan kavanozdan gözümü ayırıp ona baktım. Boş göz çukurlarından bana bakıyor olması her ne kadar imkansız olsa da bana biri gelip de seninle konuşmaya çalışıyor dese inanırdım. Kavanoza geri döndüm. Ama hala izlendiğim hissi geliyordu.
Dönüp "Ne var?" dedim. İyice kafayı sıyırdım galiba.
Ama nedense aradığım türden bir dinleyici bulduğumu hissediyordum. Yani Sema iyi bir kızdı ama kafası kızsal şeylerden başka bir şeye basmıyordu. Onun dışında Met'le çok konuşmuyorduk, ama onun Yağmur'a olan takıntısı gözler önündeydi. Ve Levent zaten eve az uğruyordu. Bugün maratonum olduğunu Hakan'ın telefonundan ona mesaj atmıştım ama cevap vermemişti. (Evet hala telefon almamıştım .s)
İskelete bir şans vermeye karar verdim. "Selam? Iıı şey..ben Derin."
Etrafta birkaç adım dolandım. "Beni büyük ihtimalle tanımıyorsundur, yeni sayılırım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yanımdaki Şeytan
Подростковая литератураSessizce geçmesi için yıllarca uğraştığınız hayatınızı birden nasıl mı bok edersiniz? Huzurlarınızda Derin Özal..