Bölüm 1

434 86 54
                                    

Kulaklarımı patlatırcasına dolduran inşaat sesi, zihnimi daldığı rüya aleminden uzaklaştırıp yavaş yavaş dünyaya döndürmesine rağmen, yorgunluğum tüm bedenimi öyle fazla kaplamıştı ki gözlerimi açabilecek enerjiyi kendimde hissetmiyordum. Gitgide yorgunluk çöken vücudumu biraz daha dinlendirmez ve yaşadığım bu hızlı hayattan kendimi arındırmazsam, er ya da geç bedenim iflas bayraklarını çekecekti.

Her zamanki gibi, katıldığım o basit ev partilerinde içtiğim ucuz içkilerle hangover olmuştum. Nerede ve kiminle olduğuma dair en ufacık bir fikre dahi sahip değildim, ama bu yatağın bana ait olmadığına emindim. Küfür etmeye bile mecalim yoktu durumum için. Özgür ruhuna asla prangalar bağlanamayacak ve insanların daha iyi bir dünya yaratmak adı altında uydurdukları toplumsal kurallarla kısıtlanamayacak biriydim. Fakat tanımadığım adamla da sabahlayacak kadar uçmasaydım fena olmazdı.

Ağzımdan akan salyaları silmek için zayıf bileğimi zar zor kaldırarak elimin tersiyle dudaklarımı sildim. Dilimin ucunun değdiği ellerimden gelen ıslaklık hissi garibime gitmiş, ağzımda oluşan yoğun demir tadı midemi bulandırmaya yetmişti. Ayrıca zihnim açılmaya başladıkça odaya dolan ağır kokuyu daha net fark edebiliyordum. Burnumun direği bu kokuyla sızlarken, aklıma gelen bir düşünceyle, "Ha siktir!" diye bir küfür savurdum.

Fikrimi kanıtlamak istercesine ellerimi yatakta gezdirdim. Elime bulaşan ıslaklık hissiyle içimden daha fazla küfürler savuruyordum. Biraz daha yokladığım yatakta yanımda yatan çıplak bir bedene dokunduğumda onu uyandırmak istercesine dürttüm. Fakat yanımdaki adam öyle derin uyuyor olmalıydı ki, onu dürtmemden etkilenmemiş hatta kıpırdamamıştı bile.

"Hem horul horul uyuyan hem de gece yatağına işeyen bir adamla birlikte olduğuma inanamıyorum." diye mırıldandım kendime kızarcasına. "Alkole en kısa sürede bir dur demeliyim."

Göz kapaklarımı hala birbirinden ayırmadan çelimsiz vücudumu bir gayretle yataktan kaldırdım ve oturur pozisyona geçtim. Kollarımı iki yana açıp gevşemek için esnedikten sonra göz kapaklarımı nihayet aralayabilmiştim. Bulanıklaşan görüşümü netleştirmek adına birkaç kez göz kırptım ve netleşen görüntülerle içinde bulunduğum odaya odaklanmaya çalıştım. İlk gördüğüm tam karşımda duran bir pencereydi ve o kadar kirliydi ki içeriye güneş ışınlarının girmesine asla izin vermiyordu. Üzerine takılan ve kirden koyu kahveleşmiş perdelerin ise bir kısmının yırtılıp üzerine dikişle yama yapıldığı bu durumda bile gözlerime batıyordu.

"Ne saçma işler yaptım yine ben!" diye mırıldanarak gözlerimi devirdim. Ardından, yattığım adamın kim olduğunu öğrenebilmek için başımı arkamda kalan yatağa doğru çevirdiğimde, gördüğüm manzara ilk önce kan akışımın hızlanmasına aynı zamanda beynimin sinirlerimle olan bağlantısının kesilmesine neden olmuştu.

Beynimde kaynayan bir kazan varmış gibi hissettiğim sıcaklık hissi, tüm ısımın orada toplandığına delalet ediyordu. Çünkü titreyen ellerime ve ayaklarıma, kutupları yaşıyormuşum gibi bir his çökmüştü. Yaşadığım şok sonucu kalbim pompalanan kan ona yetmiyormuş gibi son hızla çalışmaya başlamıştı. Kalp atışlarım dışarıdaki inşaat sesini bile bastırabiliyorken, ben gözlerimi yatakta kanlar içinde yatan adamdan ayıramıyordum.

Birini öldürmüş olabilir miydim? İçki kafasıyla bir çok delilik yapmış olabilirdim bu zamana kadar fakat birini öldürmek, işte bu sınırları aşıyordu. Bu sınırsız olduğunu düşündüğüm çizgilerimi bile aşıyordu. Yatakta kalbi parçalanmış bu orta yaşlı adamı öldürmem için bir sebebim yoktu ki! Yüzünü ilk defa görüyordum. 

Sakinleşmeye çalıştım. Birkaç meditasyon dersinden öğrendiğim gibi derin nefes alıp veriyordum. Şok durumundan çıkmaya çalışarak, zihnimde kayıp olan anıları yerine getirebilmesi umuduyla adamı incelemeye başladım.

Yaşına rağmen oldukça karizmatik duran çehresi, kan bulaşmış kirli sakalıyla bile dikkat çekici gözüküyordu. Kanları görmeseniz, 35-40 yaşlarında, saçlarına hafif beyazlar düşmüş bu adamı, masum bir kral en güzel rüyasını görüyor olarak tabir edebilirdiniz. Tablo gibiydi.

Titreyen dizlerimde biraz güç hissettiğimde yalpalanarak ayağa kalktım. Adamın tüm kanı üzerimdeki hardal sarısı elbiseye bulaşmıştı. "Bunu sen yapmadın Tutku." diye titrek sesimle mırıldanarak kendimi inandırmaya çalıştım. "Bu senin yapabileceğin bir şey değil."

Adamdan bakışlarımı kaçırabildiğimde, diğer kapıdan geçerek yıkık dökük ve demirlerinin bile paslandığı lavaboya gittim. Ellerimdeki ve yüzümdeki kanı yıkayarak temizlemeye çalıştım. Kan damlaları kısa küt saçlarıma bile bulaşmayı başarmıştı.

Yüzüme çarpan soğuk suyun etkisiyle yaşadığım şoku üzerimden yavaş yavaş atmaya başlamam sinirlerimi tekrar görevine çağırmış, yaşadığım duygu yoğunluğu hıçkırıklara boğulmama sebep olmuştu.

"Ben katil değilim! Değilim!" diye fısıltıyla çıkan ses tonumu boğazımı parçalarcasına çıkan hıçkırıklar bastırıyordu. Ben nasıl bir pisliğe bulaşmıştım böyle? Hiç de temiz olmayan ruhumu, bataklığın en dibine çekebilmeyi nasıl başarmıştım?

Ellerim ve yüzümdeki kanın iyice gittiğinden emin olduktan sonra yatakta yatan adamdan gözlerimi kaçırarak odaya girdim. Yatağın kenarındaki topuklu botlarımı ayağıma geçirdikten sonra gözlerim etrafı aramaya başladı. Neyse ki uzun bir palto giymiştim ve o tertemiz bir şekilde odadaki askılıkta asılı duruyordu. Üzerime hızla geçirdiğimde, beynimde sadece buradan bir an önce gitme düşüncesi vardı. Korkuyordum. Eğer birileri bu cinayeti işlediyse, beni suçlu göstermek adına burada bırakmış olmalıydılar. Polise haber verirsem eğer, bir numaralı şüpheli olabilirdim. Zaten emniyet tarafından birkaç kural ihlaliyle mimlenmiş olan ben, anında nezarethaneye tıkılırdım. İçkiliyken dış dünyama yansıyan kavgacı kişiliğimden ötürü de bu cinayeti işlediğime kolayca kanaat getirebilirlerdi.

"Peki ya gerçekten sen öldürdüysen?"

Beynimin içinde dalgalar halinde yayılan bu düşünce tüylerimin güç kazanarak dimdik ayakta durmasına neden olmuştu. İçimi titreten bu düşünceye inanmak istemeyerek giydiğim paltonun yakalarını havaya kaldırdım ve küçük suratımı onun içine gizlemeye çalışarak odadan çıktım.

Odaya benzer şekilde sıvaları dökülmüş ve eski püskü kırmızı bir kilimle döşenmiş uzun koridorda hızla yürüdüm ve bir yandan da gözlerimle etrafı süzdüm. İlk dikkat ettiğim şey otelde herhangi bir kamera bulunmuyor oluşuydu.

Kapıdan çıktığımda yağan kar ve buz gibi soğuk hava çıplak bacaklarımın donmasına sebep olmuştu. Taksim'in arka sokaklarında olduğumu anlamam uzun sürmemişti. Galata'ya yakın yerlerdeydim. Kısa bir zihin egzersiziyle ne yapacağımı düşündüm. Taksiye binersem dikkat çekebilirdim fakat istiklalin insan kalabalığına karışırsam daha az dikkat çekerdim. Çünkü burada çıplak dolaşsanız bile kimse yadırgamazdı. O kadar farklı tipten insanlar vardı ki.

Hızlı adımlarla istiklale çıktığımda, başımı öne eğerek kalabalığın arasına karıştım. Bu saatlerde bile kalabalık oluşu beni genelde bunaltırdı fakat şimdi işime yarıyordu. Titrek bacaklarımı soğuğun da etkisiyle zorlaya zorlaya ilerletirken, zihnim ise rüya olmasını dilediğim o fotoğraf karelerini, o anları bana tekrar ve tekrar yaşatmak ister gibi gösterime sunuyordu.

"Dün geceye dair bir şeyler hatırlamalıyım. Bu bomboş zihnin kıyılarına saklanmış bir şeyler illa ki olmalı." diye düşündüm. Ardındansa ellerimi ısınması için soktuğum cebimde sıkıştırdığım sigara paketini buldum ve çıkardım. İçinde kalan son dalını dudaklarımın arasına yerleştirdiğimde, ucunu çakmağımla yakarak tutuşturdum ve dumanı ciğerlerime çekerek taşlı yolda hızla ilerlemeye devam ettim.

SAKLAMBAÇ  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin