Bölüm 13

80 10 1
                                    

İç karartacak derecede koyu dumanlarla kaplı gökyüzüne bakıp, bir sis dalgası gibi ciğerlerime çöken ve beyazına kalbimin siyahını kattığım dumanı, araladığım çatlak dudaklarımdan özgürlüğüne bıraktım. Sigaramın son demlerini içime çekmeye çalıştıkça, alevlerin değdiği dudaklarım, içimde avaz avaz yanan yangının yanında hiç kalacak şekilde ısındı. Gökyüzündeki gri dumanlar, yüklendiği bu dumanların ağırlığına daha fazla dayanamayarak döktü yaşlarını birer birer üzerime. Ne güzel, diye iç geçirdim. Keşke benim de gökyüzü kadar cesaretim olabilseydi. Belki sevgisizlikten küf tutmuş kalbimi gözyaşlarımla temizleyebilirdim.

Hayata dair olan tüm inancım, katman katman sökülüp alınıyordu ellerimden. Ellerim, doğduğum anda çamura bulanmış gibiydi. Bilime göre yıldız tozlarından oluşmuştuk, kimi dinlere göre çamur ve kandan. Bir bilim adamı ise tamamen bir hatadan meydana geldiğimizi söylüyordu. İnsanoğlunun sınırlarını geçtim, gördüğümüz tüm canlılar, ata olan dışında büyük bir hata sonucu, zincirleme kaza şeklinde dünyayı sarmıştı. Bu hatalardan bilip tattığım, tek şahit olduğum ise kendimdim. Ve bir şeyden emindim ki, tamamen hatalardan ibarettim.

En son ne zaman birini sevdiğimi bile hatırlayamıyordum. Gerçekten sevmiş miydim? Mesela Caner, gerçekten sevmiş miydim? Ya da o gerçek miydi? Yoksa bunca yıldır yalan hayatımın bir objesi miydi?

O kadar uzun zaman olmuştu ki kalbimin yerini unutalı, tozlu sayfaları tekrar karıştırmak beni boğmaktan başka bir işe yaramazdı. Oysa, ben kaçtıkça, o tozlu sayfalar ciğerlerime işleye işleye kovalıyordu beni en kuytu anılarımda.  Ama beni iç dünyamın karanlıklarına iten ve oraya sığınmama neden olan asıl şey bu değildi. Kendime itiraf bile edemesem de, içimde avaz avaz bağıran bir ses, bana her daim bir an olsun bile hissedemediğim, bu yüzden varlığına dahi inanamadığım sevginin, benden nasıl esirgenmiş olduğunu hatırlatıyordu.

Belki sevgisiz büyüdüğüm ve inandığım tüm sevgilerin yalan olduğunu gördüğüm için böyle hisseden bir insan olmuştum, lakin artık tek bir inancım vardı, o da bu dünyada yapayalnız olduğuma dairdi. Kalabalığın içinde, tek gerçek olan ben.

Kendimden de nefret ettiğim anlar olmuyor muydu, bazen kendime karşı sonsuz bir nefretle doluyordum. Hatta şu an, şemsiye almadığım için kendime küfürleri sıralıyor, yedi sülalemi elden geçiriyordum.

Gözümün gördüğü mesafede apartmanım belirmeye başlayınca, bu sağanakta daha fazla ıslanmamak için olanca gücümle koştum. Koşarken de yerdeki çamurları kot pantolonuma ve botlarıma sıçrattığım için ise yağmura bir küfür savurdum. Nihayet apartmana girdiğimde biraz olsun sinirim geçmişti ve kapıyı açmadan telefonumu cebimden çıkardım ve gelen mesajı okudum.

"Eski kadim dinlerde yağmurun günahlardan arındırması için tanrıların yağdırdığına inanılırmış. Fakat öyle kirlisin ki güzelim, bu yağmurlar üzerindeki çamuru ancak ortaya çıkarırlar. Arınman için asit yağmurları gerekir ancak sana."

Telefondaki mesaja bir süre öylece baktım. Kalbimin artık korkudan bir kuş gibi çırpındığını hissetmiyordum. İlk mesajlarda deli gibi korkardım. Sanırım insan yapısının en pis huylarından biri şuydu ki, korkuya dahi alışıyordun. Canının senin için bir değeri kalmadığında, ölüme kafa bile atabiliyordun.

Mesajdan çıkarak telefonun kilidini kapattım. Diğer yandan da anahtarımı çıkararak kapıyı açtım ve salondaki koltuklara giderek çamuruma aldırmadan ayaklarımı uzattım.

Yeni aldığım paketten bir dal daha çıkararak dudaklarıma yerleştirdiğimde, pakedin ambalajını da ağzına kadar dolmuş küllüğün üzerine bıraktım. Tüm günün iş yorgunluğunu atmaya çalışırken, ısrarla çalan zilin ardından uzandığım koltuktan kalkarak kapıyı açtım. Karşıma kimin çıkacağını bilmeden açmıştım fakat bu kişinin Temmuz olması ise en son düşüneceğim şeydi.

SAKLAMBAÇ  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin