Bölüm 8

99 27 7
                                    

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Her şeyi anlamaya başladılar
Sonra buldukça kayboldular…

Neydik? Kimdik? Şu dünyadan günü gelip de ayrıldığımızda, gerimizde bırakacak birileri var mıydı? Ya da arkamızdan ağlayacak birileri… Öyle tahmin ediyordum ki, benim yoktu. Belki Temmuz vardı fakat onun da arkamdan ağlamasını istemezdim. Ve ne acıdır ki Temmuz, beni yüksek oranlarla hep dinlerdi. Ona benim için ağlamamasını söylersem, ağlamazdı.

Ama bazen bizim bile, bizi dinlemeyecek birilerine ihtiyacımız olurdu. Ne dersek diyelim, bizim iyiliğimiz doğrultusunda, bizim için en iyisinin bu olduğunda direterek kendi bildiklerini yapan insanlara…

Ve Temmuz kesinlikle öyle biri değildi. Ağırbaşlıydı o, söz dinlerdi. Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaz, kimsenin arkasından konuşmaz, kimse onun için “kötü” kelimesini kullanamazdı. En azından onu tanımayan herkes, böyleydi. Zira ben, onun içinde kocaman bir yangın olduğunu biliyordum. İçindeki o yangını bastırabilmek için, nice nehirlerin suyunu zorla çalıp içine boşalttığını da biliyordum. Sırf içindeki sonsuzluk görünmesin diye –ki burada sonsuzluk teriminin, sayı doğrusunda hangi yöne gittiğini kimse bilmiyordu- başkalarının isteklerine göre hayatını şekillendirmişti.

Sonrasında yüzüne vurduğunuzda ise size aynen şu cümleleri kurardı: “Benim hakkımda böyle düşünebildiğine inanamıyorum Tutku. Gerçekten artık seni tanıyamıyorum. Öfkeni seni seven insanlardan çıkarmaktan vazgeç artık!” Ardından size, onun yanından usulca uzaklaşmaktan başka bir seçenek kalmazdı.

İçten içe, söylediklerimin doğruluğunu o da biliyordu. Bu kadar kızması, bu kadar sinirlenmesi, kendini haklı çıkarmaya çalışması hep bu yüzdendi. Korkuyordu. Her insan bir şeylerden korkardı ya hani; o da bundan korkuyordu. Olur da içindekiler ortaya kocaman bir inci kolye gibi saçılır da, parçalarını tamamen toparlayamadan herkes o incilerdeki lekeleri görürdü diye deli gibi korkuyordu.

Ben mi? Ben çoktan o lekeleri keşfetmiştim bile. Daha yere saçılmadan çok önce, kolyeyi daha boynundan çıkarmadan fark etmiştim. Bir şey söylememiş fakat ilmek ilmek işlemiştim o boncukları içimde. Olur da bir gün lazım olur diye…

Şimdi önümdeki koskoca alevler, zihnimin geri kalanını dumana boğarken, ben de o alevler bana bir şeyler hatırlatır umuduyla gözlerimi dikmiş üzerlerine doğru bakıyordum. Ama hayal kırıklığına uğramam an meselesiydi. Bir an içimde yükselen kahkaha atma isteği, onlara engel olamadan dudaklarımdan döküldüler. Fırat’ın yüzünde ifadesizce taşıdığı maskenin altındaki şaşkınlık, duvarlarını bir nebze olsun kırıp bana ulaşmıştı.

Adım kadar emindim ki neden durduk yere, nasıl yaptığımı bile bilmediğim bir cinayetin kalıntılarını ortadan temizlerken, güldüğümü merak ediyordu. Ama ona açıklama yapmaya hiç niyetim yoktu. Çok merak ediyorsa, o çok güzel ağzını açıp sorabilirdi.

SAKLAMBAÇ  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin