Okulların açılmasına çok az bir süre kalırken, kim isterdi yerleri süpürmeyi? Sadece bir süre eğlenmek ve kafamı dağıtmak istiyordum ama ah şu insanların gözündeki 'o' kalıbımız. Şuan şu otelden çıkıp sahil kenarında yürüsem, faryalı veya kelebek ne fark eder işimin başında olmadığım ve bunca zamandır bu şekilde davrandığım için muhtemelen bir çeşit depresyon belirtileri yaşadığımı ve normalin dışına çıktığım düşüncesine kapılırlardı.Belki de hayatta ruhumuzun derinliğine kulak vermeden, sadece olmamız gereken bir senaryoya bağlı kaldığımız için kaybediyoruzdur.
Bütün zemini sildikten sonra, mor tuğla duvarlarının üzerine asmamız için getirilen tabloların olduğu yere gittim. O kadar çok kutu vardı ki. İşte bizim hayatımız da böyle geçiyordu. Ailem sanki bu dört duvar arasındaki anılara sığdırılmış gibiydi.
Faryalı da o sırada otelin barı için yeni gelen içkileri dolaba diziyordu.
Yıllardır işlettiğimiz ama fazlaca tutmayan otele, içerisindeki bir dekoratif tabloyla bile gelişip, havasının değişeceği umuduyla bakıyorduk.
Bir de kelebeğimiz vardı. Ne kadar asi ve kabadayı gibi gözükse de, içi pamuk helvadır be onun. Çocukluğumu ona borçluydum, mahalle aralarında beni futbol maçlarına ve bakkaldan dondurma çalmaya giden çetesine bile her saniye kattığı için.
"Zengin züppeleri duydunuz mu? Temelli buraya taşınıyorlarmış." Diyerek Faryalı ortamdaki sessizliği birden bozdu.
"Oo dedikodu en sevdiğimiz. Sen girdin dimi bu adamın aklına? vallahi tek kelime açmaz mahalledekilerin lafını bile yapmazdı. Siz kadın milleti yanınızdakini de şeytana uyduruyorsunuz."
"Oha bunu da bana çektin ya Kelebek! Ayrıca sizin dedikodularınız pek ilgimi çekmiyor canım. En son karşı komşunun eski model arabasını satıp, yeni modeline iki saat kafa yorduğunuz sohbetleri de hatırlıyoruz."
Bak ya hemen nasıl geriyorlar adamı.
"Lan bi susun da, lafımızı bitirelim be. Gelenler kim tahmin edin, ergüvenler.." Tanımıyordum bile.
"Beyler, ben şunları yukarı çıkarıyorum. İşim bitince şu rafları da silerim." Şuan hiç oturup milleti çekiştirecek havamda değildim.
"Ailece manyaklar ulan bunlar, kızı desen şımarık, oğul desen parasızlıktan ne yapacağını bilmez. Geçen Mehmet abinin bahçesinde görmüşler. Hemde oov ne! Hırsızlık yaparken. Şerefsizler alıştılar tabi hazıra, ağır geldi burası."
Ya ben Mehmet abi den sonra kopmuştum galiba, kanım donmuştu resmen. Faryalı'nın söyledikleriyle merdivende durmam bir olmuştu.
"Bir dakika ya? Ne hırsızlığı ne oğlu?"
"Ne oldu kendine mi alacan ilgini mi çekti konu?" Ve yine Kelebek'in hadsizliği....
"Dalga geçme adam akıllı anlatın ama ya. İsmi falan ne?"
"Kızım işte bu bahçeden koşarak çıkarken görmüşler." Tabi ya ben farklı yoldan çıkmıştım. O yüzden sadece onu görmüşlerdi.
"İsmi, Ateş."
"Hırsızlık falan yapmıyordu, portakalları toplamam için yardım ediyordu, söyleyin otu boku yanlış anlayıp farklı yorumlamasınlar." Portakal çaldığım ağacın altına işediğini söylemeyeceğime göre buna beyaz yalan denirdi.
.
.
.Gece yarısını biraz geçiyordu. Oteldeki odamda kitabı elime alıp inceliyordum. Kapının açıldığını işittim.
"Kimse var mı?" Bir o kadar uzak ve bir o kadar yakın bir sesti sanki.
Ayağa kalkmaya yeltendim.
Ve gelen gecenin karanlığına, siyahlık katan buz küpü gibi duran çocuktu. Tam bir haftadır görmemiştim. Hayatımda ilk kez görmeme rağmen içimdeki özlem duygu kırpıntılarımın neden hareketlendiğine anlam veremiyordum.
O da beni görmüştü. Donukluğuna biraz sarsıntı ekleyelim, şuanki profil yansımasının kısaca açıklaması buydu çünkü.
"Sen nerden çıktın ya?"
"Üzerinde oturduğum kanepeden kaldırıp kitabımı bölen sensin. Haa birde geçenki portakallardan ettiğini de unutmayalım. hoşgeldin buyur canım ne istiyorsun çünkü genellikle burda yaşarım."
"Nasıl ya? Ee burasına ortak olmuştuk. Bir dakika ya, buranın sahibi misin?"
"Ne ortaklığı saçmalama. Sahibiyim değil de sahiplerindenim de şu ortaklık işini aç biraz."
"Ergüvenler ve sizin sahipler ortak,iş birliği, para yarısı, otelde artık bizde olacağız.. Daha açayım mı?"
Şaka olmalıydı. Buna sevinmeli mi üzülmeli mi bilemiyordum.
"Paraya ihtiyacım var kızım. Sen istesen de istemesen de olacağız."
İyi de bura benim evim gibiydi. Anlamıyordum.
"Sen streslenince dudağın küçülüyor ve gözlerin fal taşı gibi açılıyor. Yapma şunu Aslı, küçük bir fareye benziyorsun ve şuanki ciddiyetimi alıp götüyor." Yere hafif bir bakış atarak sırıttı.
Adımı hatırlıyordu. Muhtemelen Mehmet abinin hayvan gibi bağırmasındandı.
Elime gelen en ağır yastığı atıp, kafasına isabet ettim.
"Gitsene sen ya! Sinirimi bozma benim. Ayrıca ortaklık işine falan da inanmıyorum."
" Ha bu arada okuduğun kitapta şu başkarakter gül satan kadın ölüyor. Hadi iyi geceler."
Şu hayatta en nefret ettiğim şey spoiler verenlerdi, şuan üzerine atlayıp boğazını kesmek istiyordum.
"Ya gerizekalı! Ben bu kitaba yirmi beş lira verdim. Ne anlamı kaldı ya? Hayvan, o nasıl ölür? Defol git sinirlerimi bozuyorsun."
Söylediğim her şey sanki onu biz nebze daha eğlendiriyor gibiydi ve bu sinir bozucuydu.
"Kovsan ne yazar? Şimdi giderim, yarın gelirim ortak değil miyiz ya?" Yine o sırıtması.
"Bak ortak falan deyip durma."
"Ha söylemeyi unuttum. Her saat başı portakal reçeli istemiyorum bozuşuruz, biraz diğer meyvelerin de reçelini yap. Kırmızı meyveler favorimdir, yani kayısı falan da olabilir."
"Sıçacam kayısısına! Bak ya havalara bak. Sen benim karşıma beni germek için mi çıkıyorsun?" Aşırı sinirlendirmişti.
Yine güldü.
"Kayısı, kırmızı meyveler.. Unutma." Göz kırptı ve kapının ardındaki dünyaya açıldı.
Ben umursamazdım. Ne zaman bir yabancının sözleri içime işleyecek kadar sinir bozucu ve değerli olmuştu bilmiyordum. Ve bunları düşünmek bir yana kendime öfkeleniyordum.
kim bilir, belki de öfkem hislerimeydi.
.
.
+20 de yenisi..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bodrum Masalı (wattys 2017)
Fanfic"Bak ben senin çevrendeki kızı saymıyorum, insan gibi bile değilim. Anladın mı? Sen düştüğünde, yanına gelecek, gözünün içine bakacak insanlar, dudağının kırpıntısına kadar izleyen o kız. Peki ben düştüğümde ne olacak? Güldü. Komik bulmaktan çok, z...