''Anılar''

776 43 22
                                    

''Aslında nasıl başlamalıyım pek bilmiyorum. Önceden bir-iki kağıt karalamama rağmen şimdi, bunu okuyacağını düşündükçe hepsi bir bir gidiyor kafamdan. O yüzden aklımda kalan her şeyi aktarmayalım buraya. Atlamadan, gizlemeden.

Dört yıl önce, ilk lise günümüz. Ah, Tanrım! O kadar heyecanlıydım ki! Birbiriyle şakalaşan üst sınıflar, çekingen gözlerle etrafa bakan bizler ve arkadaşlarını tekrar görme sevinci yaşayan diğerleri... Hepsi ayrı bir duygu barındırıyordu o gün.

Sonra seni gördüm. Parıldıyordun!

Saçma değil, gerçekten parlıyordun. Etraf sanki kararıyordu ve sen onlara inat parıldıyordun.

Sanırım bu, seni ilk gördüğümde neler hissettiğimi ve neden hâla unutamadığımı açıklıyordur.

Aslında bu birçok şeyin nedeni.Seni sevişimin, hayatımın hem yazı hem kışı yaşamasının ve bu defterin yazılmasınının...

Seni gördüm ve gözlerimi kapadım. Açtığımda orada değildin.

Kalbimdeydin.Çok derinlerinde.''

İnsanın vücudundaki en değerli madeni saçlarıdır bana göre. Elinizi attığınızda gelen o bir tutam bile mutluluk verir bazen. Sıkıldığınız zaman elinizi arasından geçirdiğinizde rahatlarsınız, utandığınız zaman hafifçe oynarsınız belki.

Şimdi, yerdeki dökülmüş saç tellerimi toplarken tıpkı böyle düşünüyordum. Ne kadar özel olduklarını.

Ve benimkilerin ise ne kadar çabuk döküldüklerini.

İç çekerek çöpe yöneldim. Bu aralar en küçük şeye dahi kafa yorar olmuştum. Tabi bunda tekrardan kemoterapiye başlamamın etkisi kaçınılmazdı; ama daha başka nedenler de elbet vardı.

Emily McDermott gibi.

Son birkaç gündür -aslında dört yıldır sıklıkla olduğu gibi- onun ilk tanıştığımız halini düşünüp duruyorum. Bazen o hayale o kadar dalıyorum ki, bunların hayal gücümün bir oyunu olduğunu düşündüğüm zamanlar bile oluyor. Parlak sarı saçlar, parlayan dudak ve gözler.

Bunların hayal ürünü olması çok mantıklı geliyor doğrusu.

Ama bazen aklımdan çıktığı bile oluyor. Burada yakın arkadaşım Sam'in ve onun büyük yeteneklerinin payı büyük. O her ne kadar umursamaz herifin teki olsada, derinlerde gerçekten umursadığı bir şey var. Ve hiç çekinmeden o şeyin ben olduğumu söyleyebilirim.

Ve yine hiç çekinmeden kanseri ilk seferimde yenişimin onun ve arkadaşlığımızın sayesinde olduğunu söyleyebilirim.

Ayakkabılarımı ayağıma geçirip bağlamadan dışarı çıktım. Sam arabasına yaslanmış, sıkkın bir tavırla benim dışarıya çıkışımı izliyordu. Bir ara gözlerini devirip bağırmaya başladı. ''Hadi be oğlum, bir bağlayamadın şu külüstürlerini!''

Son düğümü de atarak doğruldum. ''Bunların bende anısı var.'' dedim gülerek. ''Almaya gittiğimizde-''

''Emily de vardı.'' Yeniden gözlerini devirerek arabaya yöneldi. ''Evet, her neyse. Bana sorarsan bok çukuruna düşmüş gibi görünüyorlar. Ama dedim ya, her neyse. Bin de gazlayayım şu bebeği.''

Nefesimi dışarıya vererek Mercedes'e bindim. Ne kadar benim ayakkabılarımdan bile daha külüstür olsa da burada birçok anımız vardı. Aslında en önemlisi de Sam'in bu arabaya bu denli bağlanmasıydı. Bağlanmayı sevmeyen bir adam için bunu hâla garip buluyorum doğrusu.

''Defter işi nasıl gidiyor? Şu öleceğim saçmalıklarına devam mı ediyorsun yoksa?''

''Saçma olmadığının ve öleceğimin farkındasın, Sam.  Soruna gelirse, evet yazıyorum. Anneme onu Emily'e bırakmasını söyledim bile. Gerçi öldükten sonra ne değişir bilmiyorum.''

''Sen öldükten sonra ne değişir biliyor musun?'' Arabayı ani bir frenle durdurunca sert bir şekilde arkaya yapıştım. Bunu umsamayıp devam etti.

''Geride ben kalacağım. Her lanet gün seninle arkadaşlığımızı hatırlayarak, okulu kırıp senin mezarına gelerek, sinirimi sana umutsuzluk vermekten başka bir boka yaramayan o kızdan çıkararak. Sen öldükten sonra en çok ben değişirim, Elliot.

Güçsüz olurum, zayıf ve çekilmez. Bu yüzden şu aptal konuşmaları bırakıp çeneni kapat ve iyileşmene bak. İyileş ki şu laflarını hatırlayıp yüzünü dağıtabileyim.''

Gözlerimi kaçırıp onun dediği gibi çenemi yol boyunca kapalı tuttum. Aksi halde sonunun hiç iyi olmayacağı apaçık ortadaydı.

Okulun park alanına geldiğimizde dışarıya kaçamak bir bakış attım. Oradalardı. Kızlı erkekli gruplarıyla arabalarının hemen önünde durmuş, şakalaşıyorlardı.

Dikiz aynasından onları incelemeye koyuldum. Alarice ve Steve yanyana dururken, Marlon ve Emily tam karşılarındaydı.

Isabelle ve Chester ise onlardan biraz daha uzakta, hararetle konuşuyorlardı. Muhtemelen yine kavga ediyorlar.

''Adeta bir magazin muhabirisin.'' dedi Sam alayla. Sesli düşündüğümü farkederek kızardım. Bakışlarım yeniden Emily'e döndüğünde onunkilerinde benimkilerle buluşması aklımdan bile geçmemişti.

Tanrım... gerçek mi?

O yavaşça gülümsediğinde bende üstümdeki yeni yetmeliği atıp aynı şekilde karşılık verdim.

Bir yanım bu anın hep böyle kalmasını isterken, diğer yanım bu anı zihnime kaydetmeye şiddetle karşı çıkıyordu.

Çünkü bu sefer, bu anı sık sık hatırlayabileceğim bir dört yıl daha olması imkansızdı.

Bu anında diğerlerini gibi anının akışına karışmasını lazımdı.

''Hayatımız an dizelerinden oluşur. Her biri sona doğru yolculuk.Bırak aksın.

Bırak hepsi aksın.''

BENDEN SONRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin