2

131 13 0
                                    

Korkuyordum. İçim bir anda ürperdi. Kendimde o cesareti yakalayamıyordum. Kitaba gömülüp boş gözlerle her kelimeyi inceliyordum. Tenimin sıcaklığı neredeyse 10 derece düşmüştü. O buz gibi bakışları kitabın sayfasında canlanıyor beni oradan izliyordu. Ona bakmalıydım, ne yapıyor şu anda? Beni mi izliyor acaba? Bacak bacak üstüne atarken kitabı indirdim. Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Yoktu! Gözlerim direk çantasını ve kahvesini aradı. Birden kitabı bırakıp etrafa bakındım. 
"Tak, tak!" Sağ tarafıma döndüğümde camın arkasında sigarasını yakmış beni izliyordu. Utanmıştım, yerine dibine girmek istiyordum. Hafif bir tebessüm ile öne düşen saçımı kulağımın arkasına götürdüm. 
Dışarıda ki masaya oturdu ve sahile izleyerek ince sigarasını içiyordu. O kısa saçları... Siyah tişörtü ve kendine has tarzı ile izletiyordu kendini. Gözüne sürdüğü kalem çizgisi bile farklıydı. Beni ona çeken neydi? NE? 

  Gerçekten birine aşık olur muyuz?
Yoksa o birinin düşüncelerimizdeki haline mi aşık oluruz?
Bazı insanların aşık olduğu kadınlar veya erkekler, genelde baba figürü yada anne figürünü verdiği için aşık olurlarmış. Yani annen gibi veya baban gibi birine aşık olurmuşsun. Ama bu bambaşkaydı. Kimseye benzememesiydi, beni kendine aşık eden.. Gözümü kahveme çevirip siyahlığında daldım. Kahvede beliren silueti beni şaşırttı. Yanıma gelmişti. Kitabımı eline alıp kapıya yöneldi. Şaşkın bir halde sadece izliyordum adımlarını.  Emir veren ve aynı zamanda davetkar bir ses tonu ile "Gelmiyor musun?" dedi. 
Salak gibi "Iı-" diye bir ses çıkardım. O çoktan dışarıya çıkmıştı ve kaldırımda bekliyordu. Derin bir nefes alıp kendimi toparladım ve koştum. Yanına vardığımda sanki ben yokmuşum gibi karşıya geçti. Arkasından giderken aklımdan 'Ne demeliyim?' diye bir sürü kategori geçiriyordum. Sırtında çantası, elindeki kitap ile fazlasıyla hızlıydı. Sahile gelmiştik bile... Sahilde ki kayaların üstüne çıktı ve oturdu. Kayalar çok kaygan gözüküyordu. İlk başta korktum ama yapmalıydım, çünkü son bir kaç haftadır bu anı bekliyordum. Dikkatli adımlar atarak yanına geçip oturdum ve ona baktım. O ise kısık gözlerle güneşe bakıyordu. Bulutlarının arkasında ki güneş yüzüne o kadar güzel vuruyordu ki... Rüzgar sanki ona kıyamıyor gibi hafif bir şekilde esiyordu. 
Gözündeki bir damla yaşı gördüm. Aniden gözünü silerek bana gülümsedi. Elimden tutarak hızlıca kayaların üzerinden kaldırdı. Parmaklarında siyah ojeleri sanki beni içine hapsetmişti, eli ile bütündü. Elimden tutuyordu ve hızlı bir şekilde yürüyorduk. Nedense hiç konuşmuyordu. İçimden 'Dur, biraz yavaşla!' demek geliyordu fakat bu anı bozmak istemiyordum. Önümden giderken ensesinde ki çift anahtar dövmesi gözüme takıldı. Dövmesine dalmışken, beni konak Pier'in içinde ki galeriye soktu ve tabloların önünde durdu. Elimi bırakmıştı. Bende tabloları incelemeye başladım. Bu The Leon filmindeki Mathilda'nın resmiydi. Renklerin tabloya çarpış şekli çok hoşuma gitmişti sanki 1994'de ki Natalie Portman suratını tabloya yapıştırmış birileride her renkten boyayı üstüne atmıştı. Yan yanaydık, koskoca koridorda tabloya dikmiştik gözlerimizi. Kafasını çevirmeden "Tabloya bakınca ne hissediyorsun?" diye sordu. Evet benimle konuşuyordu. Resimle ilgili terimler kullansam mı ki? 'Tabloya bakınca ressamın bize bir tür izlenimciliği aktardığını görüyorum' Ah! Çok salakça. Ne demeliydim? Gözlerimi kapatıp.
"Aslında hiçbirimiz bir hayale sahip değiliz. Hayaller bize sahip... Sadece istediklerini yapmamız gerekiyor. Eğer hayallerimizden uzak kalırsak çürürüz ve işe yaramaz hale geliriz. Burada gördüğüm, bu kızın kendini yanlış yere koyduğu ve gökyüzünde ki hayalini yaşadığı değil! İzlediği..." dedim ve gözlerimi açtım. Karşımda duruyordu ve beni izliyordu. Hafif bir tebessüm ile "Benimle gelir misin?" diye sordu. O kadar güzel ve dominant bakıyordu ki bana her şeyi yapmasına izin verirdim. Hayır diyemedim. Başımı onaylarcasına salladım. Elimi tuttu ve beni peşinden sürükledi. Fütursuzca ilerliyorduk. Yürüdükçe sokaklar iyice daralıyordu. Alsancak'ta müstakil evlerin arasında bulunana hafif harabeye dönmüş bir evin karşısına geldik. Kapıyı çaldı. Ne yapıyordu acaba? Bir yandan korkuyor, bir yandan da bu korkumu görmezden geliyordum. Kapı hafiften aralandı. Saçı dağınık bir aradan aralıktan karanlıktan bakıyordu. Kapıyı kapatıp, bir dakika sonra tamamen tekrar açtı ve içeri davet etti. 

Gerçeklik PeşindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin