Bronze

21 3 2
                                    

Keşke gelmeseydim. Keşke o kızı görmeseydim. Keşke o mükemmel bronz tenli, sarı saçlı, yeşil gözlü mükemmel fizikli kızı görmeseydim.

Ama geldim. O kızı gördüm. Ve sana bakışlarını da.

Kıskanmamak elde değildi Luke. Benim Oslo'lu soluk beyaz tenim ve kahverengi saçlarımla, onun Sidney'li bronz teni ve sarı saçları yarışamazdı bile. Çünkü ben kaybedeceğimi bilsem de yarışa girerdim. Çünkü seni çok seviyorum Luke. O kıza kaybetmeyi göze alacak kadar.

Baştan alıyorum çünkü hatırlamayabilirsin.

Avustralya'daki en yakın arkadaşın olan Brooklyn ve onun kız kardeşi Grace ile buluşmuştuk. Aslında gelmek istemiyordum. Sen arkadaşlarınla vakit geçir istesem de beni zorla yanında götürdün.

Taklit etmek kolay iştir aslında. Hele de hoşlanmadığın birisinden 'hoşlanıyormuş' gibi davranmak. Ama biliyorsun ki bir süreden sonra yoruluyorsun ve uh tökezliyorsun diyelim.

Brooklyn ile geçirdiğimiz ilk 2 saatte numaram güzel gidiyordu. Espiri yapsa gülüyordum, muhabbetine katılıyordum. Sonra 3.saate girdik. Sahte gülüşlerim bitti, dolayısıyla bende.

Sen yorgun durmuyordun. Brooklyn'i özlemiştin ve vakit geçiriyordun doyasıya. Dakikalardır gülüyordunuz, saatlerdir demek isterdim ama ben gülmeyi bırakalı yarım saat belki olmuştu.

Bu sevecen halimden kendi halime dönünce Brooke -kendisine öyle seslenmemi istemişti- şaşırmıştı. Gözlerimin donukluğunu fark edip sormuştu. Aldığı yanıt ise soğuk ve yapma bir gülümsemeydi. -Üzgünüm üzgün değilim Brooke-.

Sadece o benden daha iyiydi. Her şeyde. Biliyorum kendimi eziklememi sevmiyorsun ama elimde olan birşey değil Luke, özür dilerim. Ben hakaretlere alışık ve umursamayan biri gibi dursam da aslında her seferinde daha da kırılıyorum. Kendimi birisiyle -şuan özellikle brooke- ile karşılaştırmadan duramıyorum.

Neden o herşeyi ile mükemmel kız değil de ben, Luke?

Rainbow | l.hHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin