Elimden geldiği kadar Won Geun ile iletişim halinde olmaya çalışıyordum ama bu pek mümkün olmuyordu. AklımhâlâYoung HO'nun söylediği şeylere takılıkalmıştı. Sanki beni kırmak istemiyor ama diğer taraftan da kırmakiçin can atıyor gibiydi. Garip hissetmemi, garip davranmamı sağlıyordu.
Bundan nefret ediyorum.
Her defasında onu etkilediğimden daha çok etkiliyordu beni. Daha çokçekiyordu kendine. Kalbim ona doğru koşarken o sadece bakmakla yetiniyordu.
Derin bir nefes aldım. Bunları silmem gerekiyordu. Hem de en yakın zamanda...
"Iyi misin?" dedi defalarca sormamış gibi.
"Evet," dedim defalarca aynıcevabıvermemiş gibi.
Gülümsedi.
Gülümsedim.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
"Ne zamandırburadasın? Uzun süredir gelmiyorum. Çokolmuşolmalı,"
Kahvemden bir yudum aldım. "Aslında üç ay gibi kısa bir süredirburadayım."
Olumlu anlamda başını salladı. Yüzün de daima bulundurduğugülümsemesigenişledi.
"Young Ho ile önceden tanışıyor muydunuz? Seni uzun süredirtanıyor gibi bi hali vardı."
Duraksadım bir süre. Onun hakkındakonuşmak bana iyi gelmiyordu. Üstelikkarşımda ki onun arkadaşıyken..
"Burada çalışmayabaşladığım da tanıştık. Ve daha önce bu ülkeye gelmediğime inanabilirsin,"
Beni onayladıktan sonra kolunda ki oldukçapahalıgözüken saatine baktı. Tekrar gözleri benimle buluştuğunda yerinden kalkmıştı.
"Artık gitmeliyim. Beni bekleyen yüzlerce dosya ve iş adamları var," bende onun gibi ayağa kalktım.
Olumlu anlamda başımı salladım tekrar.
"Teşekkür ederim," dedim güçlükle. Yarım saattir yanımda oturup, ağlamamı izleyip, soru sormamıştı bile. En azından bir teşekkürü haketmişti.