"Derin bir nefes al, sakince ver ve sahip olduğun hayat için şükredip, gülümse. Sen özelsin, bunu hissetmelisin.."
Ben Kumsal Atahan..
25 yaşında, görev aşkıyla yanıp tutuşan bir doktorum. Oradan oraya koşuşturup, insanların değerli hayatlarını kurtarmakla uğraşırım. 25 yaşıma kadar annemin, "Elalem ne der kızım?" sözüyle büyüdüm.
Mini etek giysem? Elalem 'yollu bu' der.
Yolda karşı cinse selam versem? Elalem 'koca aramaya başlamış' der.
Akşam ezanından sonra eve girsem? Elalem 'erkeklerle gezip tozuyordur terbiyesiz' der.
Yani bu elalem denen topluluk, benim hayatım hakkında oldukça çirkin ve bazen güzel yorumlar yapabilir. Bu yorumların çoğu kötü niteliktedir. Çünkü biz Türk toplumu olarak dedikodu yapmayı, yargılamayı, damgalamayı severiz. Yalan yok, gerçek bu.
Başarılı ol Kumsal, sosyal ol Kumsal, odanı topla Kumsal, düzgün giyin Kumsal, ders çalış Kumsal, lisede kalayım deme Kumsal, üniversite tuttur Kumsal.. Sürekli bir şeyler için çabaladım. Doktor olmayı öyle çok istemedim, ingilizce konusunda daha iyi olduğum için tercüman olabilirim diye düşünüyordum ki şu elalem ne der tartışması bir kez daha ortaya çıktı. Hayatımı hiç bir zaman istediğim gibi yaşayamadım ben. Fakat annem ne kadar kısıtladıysa, babam o kadar özgür bıraktı. Bazen de babam ne kadar kural koyduysa, annem o kuralları silip attı. Hayatım hep bir karmaşa içerisindeydi yani..
Hayat beni kaderimin benzer olduğu iki kişiyle tanıştırdı zamanla..
Sakin prenses Güneş Karahan ve atarlı çikolata Deniz Özhan.
Güneş ile orta okul yıllarından, Deniz ile ise lise yıllarından arkadaştık. İkisini ben tanıştırdım. Hani, gerek yok diye düşünüyorum gereksiz kıskançlıklara.. 'Ay cınım yaa, binim kankam başkısının kankası olımız yaağnii..'
Zaman içerisinde çok iyi anlaşan üç kafadar olduk ve benim ortaya attığım çılgınca bir planla elalem denilen topluluğu umursamamaya karar verdik. Çok çılgınım, yaşasın.
Başarabildik mi? Kesinlikle hayır!
Fakat şans bizimle değil, napalım, kaderimiz böyleymiş deyip mesleklerimizi yapmaya koyulduk. Geriye yapacak çok bir şey kalmıyor bu durumda..
Derken, hayat sıcak bir haziran akşamında güldü yüzümüze.. Ya da ikinci bir darbe miydi, bilemiyorum tabii.
Devlet hastanesinde çalışan, ingilizcesi iyi, işinde de iyi olan bir doktor olduğumu söylemiştim. Ve hastanenin katılmış olduğu bir projeyle yardıma muhtaç olan insanlara yardım etmek için işe koyulmuştuk. Savaş bölgelerine giderek, gönüllü olarak oradaki insanları tedavi edecektik.. Peki bu işe kim gönüllü olur? Tabii ki de 'belki ölür de kurtulurum ya' diyen ben.. Bu kez annemin elalem serenatlarını dinlemeyip ve babamla konuşup valizimi alıp gidecektim.
Arkamda Güneş'i ve Deniz'i nasıl bırakırım ya, diye düşünürken onlardan bir telefon aldım. Güneş, resim öğretmeniydi ve Deniz ise askeri hemşireydi. Onlarda benimle geliyordu.. Eh bu proje sadece hastanelere özel olacak değil ya canım! Güneş çocuklara eğitim vermek için gelen gönüllü öğretmenlerdendi, Deniz ise mecburen gitmek zorundaydı. Yüzbaşı aynı zamanda askeriyede hemşireydi işte, bu yüzden gitmeliydi. İnanın bu hayatımda yaşadığım en güzel andı.
En yakın arkadaşlarımla, dünyanın bir ucuna, insanlara karşılıksız yardım etmek için gidiyorduk.. İzinler, belgeler, prosedürler tamamlandıktan sonra valizimi toplayıp ardıma bile bakmadan soluğu havaalanında aldım. Yanımda benim gibi gönüllü bir kaç doktor, sıcak bir haziran akşamı, uçakta ve yolculuk *Urktania'ya..