Yerin sertliği ve toprağın kuruluğu, çıtırdayan odun ateşi, yüzüne vuran kızıl ışık ve sıcaklık. Her şey tanıdıktı, çünkü her gece aynısı yaşanıyordu. Aaron kamp ateşinin kenarında uzanmış,yıldızları izliyordu. Rahat değildi belki,çorak toprak sırtını ve başının altındaki ellerini acıtıyor olabilirdi ama biraz daha yoğunlaşırsa bu an onu geçmişe götürüyordu. Çocukluğuna. Kiwanis sahası eskisi gibi olmayabilirdi,yerler yeni kesilmiş çimen değildi,rugby oynayanlar yoktu,o eski sessizlik ve boşluğun yerini şimdi çadırlar ve insan gürültüleri almıştı ama bunlar onun hayal kurmasına engel olamazdı. Eskiden bir şey duymuştu. "Yıldızlar geçmişteki ışıkları yansıtır." diye bir şeydi galiba. İşte ona hayal kurması için heves veren şey buydu. Çocukluğunun ışığı yıldızlardan yansıyordu,artık gerçek olmasalarda..
Kamp alanındaki kalabalığın gürültüsünde kendi ismini duydu. Kafasını kaldırıp hızla etrafına baktı. Kim seslenmişti ki? Kalabalığa lanet okudu,bu kalabalığın her zaman kötülüğü kendilerine çekeceğini düşünmüştü. Uzandığı yerden kalktığında havada ona doğru sallanan bir el gördü. Bu el kalın,kaslı ve yara izi dolu bir kola, o kol da Korucu Simmons'a çıkıyordu. El sallayıp eğildi,yerdeki çantasını sırtına attı. Kalabalıkta insanlar arasında o büyük çantayla yürümek tam bir işkenceydi. Yemek vaktiydi ve bu insanlar bir gece daha aç kalmamak için birbirleriyle yarışıyordu. Korucunun yanına vardığında adam Aaron'u kolundan yakalayıp çadırına çekti. Adam yaşlı olmasına rağmen, yirmi dördündeki Aaron bile o adama karşı koyamazdı.
Korucunun çadırı diğerkilerden daha büyüktü. Çadır büyüklüğü, bir kamptaki saygınlığı belirlerdi. Mesela korucunun çadırı Oregon Konfederasyon Ordusu'ndan Teğmen Hawkins'in çadırının yanında oyun evi gibi kalıyordu. Aaron bir anlık kendisininki ile teğmenin çadırını karşılaştırmaya çalıştı -ki Aaron sadece konfederasyona bağlı bir klanda avcıydı- ama yapamadı,hayalgücü yetmedi. Korucunun çadırında genelde çalan,ara sıra takılan eski bir radyo vardı. Bu adamın müzik zevki çok iyiydi ve kaset koleksiyonunu kimseyle paylaşmazdı. O yüzden Aaron kulağını müziğe biraz daha vermekten vazgeçti çünkü dayanamayıp kasedi araklamaya çalışırdı. Simmons, Aaron'ın yüzüne bakmadan "Klanından bir mektup getirdiler." dedi. Birilerine kolay kolay mektup gelmezdi bu devirde. Çok teknolojik olduğundan değil, mektubu ulaştıramayacak kadar ilkellikten. Gerçi yeterli teknoloji olsa da Kartallar çok mektup yollamazdı. Herhalde yeni bir avdı. Aaron "Umarım basit bir şeydir." diye kendi kendine konuşurken mektubu korucudan aldı. Kağıt parşömen kağıdıydı ve yuvarlanıp bağlanmıştı. Yavaşça bağını çözüp kağıdı gerdi ve seslice okumaya başladı.
"Kartallar Birliği'nden Aaron Lucian Barrow'a. Üzüntüyle bildirmek isteriz ki Eugene'e büyük bir saldırı gerçekleşti. Saldırı dün tarihli 11.04.2031'de,saat öğleden sonra 3:42'de "Gökten Gelenler" tarafından yapıldı. Lanet olsun.. Neler oluyor korucu?" dedi dehşete düşmüş gözlerle Simmons'a bakarak. Korucu donakalmıştı,hiçbir şey söyleyemez olmuştu. Sonunda "Devam et." diye fısıldadı. Aaron tüm cesaretini toplayarak okumaya devam etti: "Son gönderdiğimiz gözcülerden çok azı merkeze geri dönebildi. Tahminlere göre beş bini aşkın ölen insan var. Saldırılar hala devam ediyor. Size emrimiz Redmond'daki en güvenilir avcı ve askerleri toplayıp en kısa sürede yola çıkmanız. İyi şanslar. Gözünüz keskin,adımlarınız sessiz,silahınız kuvvetli olsun. Ne yapacağız korucu?". Simmons derin bir nefes alıp çadırda volta atmaya başladı. "Sen avcıları topla, ben de gidip Teğmen Hawkins'e rapor vereyim. Büyük ihtimal Konfederasyon da ona haber yollamıştır.". Aaron başıyla onaylayıp koşarak çadırdan çıktı. Önce sakinleşip düşünmesi gerektiğini biliyordu. Durdu ve kalabalıkta etrafına baktı. "Tek Göz Mike var, Thomas var, Sessiz Chiko var. Çadırları neredeydi... Lanet olsun!". Kalabalığı yararak Thomas'ın çadırına doğru koşmaya başladı. Koşmasına köstek olan çantasına bir küfür savurup kayarak kalabalığın arasında sağa döndü. Çadıra vardığında "THOMAS!" diye bağırdı. Yemek yiyen Thomas lanet okuyarak "NE!" diye seslendi içeriden. Üzerinde atleti,elinde sandviçi dışarı çıktı. Aaron çantayla adamın omzuna vurup "Hazırlan,görev var!" dedi. Adamın soru sormasına izin vermeden içeri itti. Chiko'nun çadırına doğru koşarken "Teğmen'in çadırına gel!" diye bağırdı. Chiko ve Tek Göz'e de haber verdikten sonra Askeri Çadır'a doğru yola çıktı. Hiçbir zaman kamp bu kadar büyük gelmemişti Aaron'a,oysa ki sadece bi' rugby sahası kadardı. Çadıra yaklaştığında onların da hazırlandığını ve Teğmen Hawkins'in etrafa emirler yağdırdığını farketti. Teğmenin yanına gidip selam verdi. Teğmen "Aaron,adamların hazır mı?" dedi o baskın askeri sesiyle. "Evet efendim." dediğinde Teğmen Aaron'a bir M1 atıyordu. Aaron silahı yakalayıp boynuna astı. Görünüşe göre Teğmen ve iki adamı da Aaron ve grubuyla gelecekti. Arkasını döndüğünde arkadaşlarının yaklaştığını görünce Teğmen'e haber verdi.
7 cesur adam. 7 korkusuz savaşçı. 7 koruyucu. Teğmen Hawkins'in ve Aaron'ın eşliğinde 15. sokaktan Mc Kenzei otobanına,126. karayola çıktılar. Gece yarısıydı ve kim bilir karanlıkta onları neler bekliyordu. Ölü arabaların ve çürümüş cesetlerin yanından birer gölge gibi ilerliyorlardı. Yol 113 mildi. Bu da zorlasanız 2 günlük yürüme yolu demekti. Aaron derin bir nefes alıp tüm kafasını boşaltmaya çalıştı. Tek bir amacı vardı,avlamak. Kartallar'ın imzası gibi, "Gözünüz keskin, adımlarınız sessiz, silahınız kuvvetli olsun.".
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cehennem Hikayeleri
Ciencia FicciónDünya savaşta,hem de düşmanı tanıdığı biri değil.. Düşmanını tanımak gerekir savaşlarda fakat düşman bu dünyadan değil.. Uzaylılar 2025'te Dünya'ya saldırmış ve bildiğimiz hayatı yok etmiştir. İnsanoğlu canını dişine takarak hayatta kalmaya çalışıyo...