•PROLOG•

915 47 19
                                    

"Benim söylemek için çırpındığım gecelerde, siz yoktunuz."

-Özdemir Asaf

Koştum, koştum, koştum. Nereye kime sığınacağımı bilmeden uzaklaştım beni yıkan, yıkmaya çalışan insanlardan. Oysa ki hiç susmamıştım ben onların karşısında. Dikti hep başım. Gecelerce yalnızlıktan çırpınırken cılız bedenim, bir kişi elini uzatıp kurtarmamıştı beni bu karanlıktan. Ne anne ne de baba. Sırtımı dayadığım kim varsa kurşuna dizmişti umutlarımı... Ama şimdi güçlüydü ruhum. Belki şimdi daha çok darbe yiyecektim. Umrumda değildi. Alışmıştım, alıştırmışlardı beni. Son kez nefes aldım ve geriye dönüp baktım. Dönmeyecektim...

Belki sonu yoktu bu yolun. Kaybolacaktım boşlukta. Tam anlamıyla kimsesiz kalacaktım. Zaten kimsesizdim. Göz yaşlarımı elimin tersiyle silip derin bir nefes aldım. Bomboş yola diktim gözlerimi. Gecenin hafif sisi çökmüştü. Kenarlardaki ağaçlara dokunarak ve tutunarak yürüdüm.

Bacaklarım sızlıyordu. Terlemiştim. Üzerime giydiğim incecik hırka hiçbir işe yaramıyordu. Sanki bir arkamda biri varmış gibi hissettim o an. Koşmaya devam ettim. Önümü kesmek için konulmuştu bu yerdeki taşlar. Başka bir açıklaması olamazdı.

Topuğuma keskin bir bıçak gibi batan taşa küfürler yağdırdım. Tam yavaş yavaş şehrin merkezine iniyorum derken bu da neyin nesiydi?

"Yeter ulan yeter!" diye haykırdım.

Hep böyle olmak zorundaydı değil mi? Dişlerimi sıktım. Zaten ufak tefek bir bedenim vardı. Şimdi de soğuktan büzüşüp kalmıştı. Nereye kadar sürecekti bu acı? Annem, daha doğrusu üvey annemden çekmediğim şey kalmamıştı. Bir de üstüne bugün babamın söyledikleri...

"Abi kaç! Muhsin'in adamları!"

Ağlamaya devam ederken bir grup genç bağırarak benim olduğum yere doğru koşmaya başladı. Korkarak yaslandığım duvarın köşesine sindim. Çok şükür ağaçlık alanı geçmiştim. Yoksa kesin bu adamlar tarafında kötü emellere alet edilebilirdim.

"Şurada biri var! Kahretsin! O şerefsizlerden biri olmasın!"

Benden bahsediyorlardı...

"Siz gidin ben hallederim!"

"Ama abi?!"

"Siz gidin dedim lan!"

Birkaç adım sesi benden uzaklaştı. Fakat biri hala gelmeye devam ediyordu.

Dizlerimi iyice göğsüme çekip hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Başlamadan bitmişti bu ufak çaplı kaçışım.

"Ne işin var senin burada?"

Koluma değen elle hızla geri çekildim.

"Uzak dur benden! Yalvarırım!"

Konuşmadı. Sadece beni izledi. Her ağladığımda minik bir kız çocuğu gibi kızaran burnumu görüyor mudur diye düşündüm. Yüzüme çarpan kısık sokak lambası renk veriyordu.

"Üşüyor musun?" dedi aynı soğuk kanlılıkla. Titreyen çenemi sıktım. Hayır diyecektim. Ben kimseye muhtaç değildim.

"Ha ha..."

Konuşamadan bir hapşırık geldi içimden.

Karşımda duran tanımadığım adam, üzerindeki deri ceketi çıkartıp zorla sırtıma koydu. Gözlerimi kapatan sarı saçlarımı kenara itip hafifçe arkama baktı.

"Bacakların güçlü mü?"

Şaşkınlıkla yüzüne baktım.

"Ne diyorsun sen be?!"

Gülerek başını iki yana salladı. Sıkıca elimi tuttuğunda afalladım. Benim aksime elleri sıcacıktı.

"Sana dur diyene kadar koşar mısın?"

Başımı iki gana salladım. O sırada tekrar arkama baktı.

"Artık çok geç! Koş!"

Daha sonrası ise tam anlamıyla bir korku filmiydi. Arkamızdan duyulan silah sesleri ve bağırışlar nefes kesici derecede korkunçtu.

"Nereye gidiyoruz? Ne oluyor?"

"Yürü buradan gireceğiz!" deyip beni yol kenarındaki viraneye yönlendirdi. Sanki vücuduma isabet etmiş gibi hissettiğim silah sesi içimi titetti.

"Çök!"

Başımı göğsüne bastırıp yere çökmemk sağladı.

İşaret parmağını dudağına götürüp bastırdı.

"Sakın sesini çıkarma!"

"Onlar kimdi?"

"Kötü adamlar diyelim."

"Senden ne istiyorlar?"

"Canımı..."

"Peki sen kimsin? Adın ne?"

"Hep bu kadar çok soru sorar mısın?"

Öfkeyle kaşlarımı çattım.

"Ya ismini söylersin yada bağırırım!"

Derin bir nefes aldı ve başımı iyice göğsüne dayadı.

"Mert Ateş. Mutlu musun?"

Burnuma dolan kokuyla gözlerim istemsizce kapandı.

"Vanilya... Vanilya kokuyorsun."

"Peki sen kimsin?"

Dişlerimi sıktım. Ben bu dünyada kimse olmak istemiyordum ki. İsmimin ne önemi vardı. Nefes alıyorum diye illa yaşıyor mu olmam gerekiyordu?

"Lara diyorlar bana. Ama ben kimseyim. Hiç kimse."

"Hala saçlarını okşayan biri varsa... Henüz yok olmuş sayılmazsın."

Başımı göğsünden kaldırıp yüzüne baktım. Yüzünde ilk dikkatimi çeken çenesindeki gamzesiydi. Titreyen parmaklarımı oraya değdirdim. Mert'i tanımıyordum. Kimdi, neydi?

İçimden gelenleri fısıldadım yine.

"Sende birilerinden kaçtığına göre elbet yakalanacaksın ve..."

"Öldürüleceğim!"

Gerçekler kursağımda yumruk olup takıldı kaldı. Sonra elimi ondan hızla çektim. Ne yapıyordum ben? Bu kadar saf olmamam gerekiyordu.

"Gidiyorum ben!"

Bileğimi sıkıca tuttu.

"Yakalanacağız!"

"Sen yakalanacaksın! Benimle alakası yok!"

"Allah kahretsin! Geliyorlar!"

Kalabalık ayak sesleri duyulduğunda ayaklarım istemsizce geriye gitti.

"Mert... Geliyorlar."

Başını iki yana sallayıp kolumu hırsla tuttu.

"Yürü başımın belası!"

Viranenin içine doğru ilerledik. Ama faydası yoktu. Onlar buradaydı.

"Durun bakalım kaçaklar! Demek buradaydınız!"

Sırtımdan aşağı bir ürperti sardı. Burası benim, bizim ya sonumuz olacaktı ya da başlangıcımız...

"Bazı tesadüfler vardır. Hayatınız olur. Bazıları ise sizin hayatınızdan olmanızı sağlar."

Lara ve Mert'in bir garip aşk hikayesi...

Not:Bu hikayeden sonra tesadüf aşka inanacaksınız.

SARHOŞ ALEVLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin