5.''Sana Yanığım.''

218 24 5
                                    

Ankara... Bilen bilir, havası buz gibidir. Hele ki aralık sonuysa ve dışarıdaysanız. Titreyen bedenimi zapt etmeye çalışırken sırtımı dayadığım ağaçtan doğruldum. Dizimdeki ağırlığa baktığımda Mert ile karşılaştım. Yüzümde aptal bir gülümseme oluştu o an. Üşümeme rağmen ellerimi saçlarına götürüp okşamaya başladım. Güneş yüzünü yavaş yavaş gösteriyordu ama henüz kendini tam olarak belli etmemişti. Yumuşak saç telleri parmaklarımın arasından geçerken kendi kendime mırıldandım.

''Keşke senle daha farklı tanışsaydık... Benim ailem var olsaydı, senin de. Daha güzel, daha mutlu bir yerde.'' derken gözlerimde yaşlar birikti. Acaba Mert'in ailesi gerçekten yok muydu? Yoksa vardı da o arkadaşları ile mi yaşamayı tercih etmişti.

''Kimsin sen? Nerelisin mesela? En sevdiğin renk ne? En sevdiğin şarkı? Kışı mı seversin yoksa yazı mı? Seninle ilgili aklımda o kadar çok soru işareti var ki.''

Kafamı kaldırıp doğan güneşe baktığımda istemsizce kısıldı gözlerim.

''Ankara...'' diye Mert fısıldadı. Anlamadan başımı eğdim ona doğru. 

''Ankaralıyım. En sevdiğim renk mavi ve siyah. Ama en çok siyah. En sevdiğim şarkı Emre Aydın Unutamazsın ve kışı severim. İnsanlar içlerine çekilir bu mevsim çünkü.'' dedi gözlerime bakarak. Fakat başını kaldırmamıştı dizimden.

İstemsizce bir damla yaş düşüp onun yanağına damladı. Hemen sildim. Titrek ellerim buz gibiydi ve bembeyaz olmuşlardı.

''Teşekkür ederim. En azından senin hakkında bir kaç şey öğrenebildim.'' 

Hafifçe gülümsedi.

''Bir daha benim hakkımda birşey öğrenmek istersen uyurken başımda dır dır etmek yerine uyanık olduğumda söyle, olur mu?'' dedi ve yüzündeki gülümsemeyi genişletti. Kaşlarımı çatıp öfkeyle tırnaklarımı gösterdim.

''Bunlara hasret kaldın galiba. Sende bir pençe yemek istediğin zaman böyle saçmalıklar yapmak yerine bana söylemen yeterli!'' dedikten sonra gururla gülümsedim ve başını itip ayağa kalktım.

''Ben kahvaltı hazırlamaya gidiyorum. Sen de toplanıp gel peşimden! Yardım edeceksin!''

Mert, çapkınca sırıtıp hafifçe öne eğilip kalktı. ''Emrinize amadeyim efendim! Hemen geleceğim!''

İçten bir kahkaha atıp yalandan ciddileştim. ''Bekliyorum, efendim!''

Daha sonra yüzümde kocaman bir gülümseme ile eve girdim. Kimseyi rahatsız etmeden mutfağı bulup kahvaltı hazırlamak istiyordum. Odaları tek tek gezdiğim de ki üç tane ayrılmış bölge vardı. Biri salon, biri banyo, biri oda ve biri de mutfak. Mutfağa girer girmez küçüklüğü ve şirinliği gözüme çarptı. Buz dolabı boş değildi fakat bolca yiyevek olduğu da söylenemezdi. Sanırım bir omlet yapsam iyi olabilirdi. Malzemeleri hazırlayıp yumurtayı tavaya döktüğüm sırada ensemde bir nefes hissettim ve korkarak arkamı döndüm.

''Sakın yaklaş- Mert!''

Derin bir nefes alırken elimde tabağı tezgaha bırakıp ocağın başına geçtim.

''Ne yapıyorsun?'' dedi hala arkamdayken.

''Omlet,'' diye kısaca cevapladım.

''Omlet, yumurtadan mı yapılıyor?'' dedi ciddi ciddi. Kıkırdayarak ona döndüm.

''Hayır, canım. Karpuz kabuğundan.''

Ellerini ocağın köşesine dayayıp üzerime hafifçe eğildi.

''Allah Allah! Ne var yani düzgün söylesen?''

Kaşlarımı çatıp  kollarımı göğsümde birleştirdim.

''Omletin yumurtadan yapılmadığını bilen sen değilmişsin gibi bir de bana mı kızıyorsun?''

Yüzlerimiz biririne oldukça yakındı o an. Hani şu nefesi yanağıma değecek cinsten. Bir süre inceledim yüzünü. Hangimiz ilk konuşacak acaba diye düşünüyordum. O ise sadece gözlerime bakıyordu. Dişlerini sıkınca ilk konuşma hakkını ben kullandım.

''Ne oldu?''

''Lara, ben yanıyorum!''

''Oha, terbiyesiz!'' deyip geri çekildim.

Acıyla ocağa değen elini gösterdi.

''Ben bundan bahsediyordum ama sen yakmak istersenbir milim yaklaşman yeterli!'' dedi inci gibi dişlerini bana göstererek. İçim kıpır kıpır ederken bir tane patlatmamak için kendimi sıktım.

''Ne diyorsun be! Yiyeceksin şimdi benden bir tokat!''

Mert arkama doğru bir bakış atıp kaşıyla ocağın üstündeki omleti gösterdi.

''Sen bana laf yetiştireceğine yaptığın şu omlete bak!'' der demez hızla arkamı dönüp ocaktan tavayı kaldırdım.

''Al işte! Yaktım! Senin yüzünden! Hepsi senin yüzünden! Ne yiyeceğiz biz şimdi!''

Ben yakınmaya ve bir taraftan da bağırmaya devam ederken mutfağa gözlerini ovuşturarak Özgür ve Gece girdi.

''Ne oluyor ya? Sabah sabah neyin enerjisi bu?'' dedi Özgür esnerken. Sinirim her geçen saniye artarken tekrar bağırdım.

''Şu arkadaşınız Mert yaktı beni! Yani şey şeyi yaktı omleti. Beni değil omleti!'' diye yaptığım aptallığı toparlamaya çalışırken Mert lafa daldı.

''Bende sana yanığım,'' deyip bana doğru eğildiğinde yutkundum. ''Ah, pardon! Sen de benim parmağımı yaktın diyecektim!'' dedi haince sırıtarak. Özgür ve Gece ise biraz şaşkınlık biraz da neşeyle bize bakıyorlardı. Mert'e bir adım atıp işaret parmağımı göğsüne bastırdım.

''Bunun bedelini ödeyeceksin, Mert Ateş! Yumurtamın sarısını yerde bırakmam ben!'' dedim ve kıpkırmızı olmuş yüzümle mutfaktan çıktım. Utandırıyordu. Her hareketi kalbimin gümbür gümbür atmasına neden oluyordu. Yumurta davasını da kan davasına çevirecektim elbet. Ben Lara'ysam yapardım.

Göreceğiz Mert Bey!

-BÖLÜM SONU-

İNSTAGRAM:miray.karakaya

SARHOŞ ALEVLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin