Kyuhyun's POV
➼♪♫♬♪♩♫♬♪♩♫➼Sunucu soruyu sorduğu anda üzerinde 'exit' yazan kapıdan dışarı çıkmıştım. Onlara açıkça bu soruyu sormamalarını söylediğim halde kasti olarak sormalarının bedelini ödeyeceklerdi.
Hızlı adımlarla yürürken tereddütle arkama baktım. Leeteuk'un peşimden gelip hesap sormasından kaçınmak için bir an önce arabaya ulaşmalıydım.
O sırada adamının seslenildiğini duyduğumda koşmamak için kendimi zor tutuyordum. "Hayır, lütfen gelme. Lütfen takip etme." diye mırıldandım kendime.
"Kyuhyun, dur."
Beynim olabildiğince hızlı kaçmamı öğütlerken vücudum gelen komutla tereddüt etti. Hala onun verdiği komutlara alışmış gibi hareket etmeme lanet ettim. Bir an duraksadıktan sonra yürümeye devam ettim.
"Konuşmamız gerekli."
"Konuşmamız gereken bir şey yok. Beni takip etmeyi bırakır mısın?" dedim bir ümitle.
Aynı tehditkar fakat sakin sesini kullandı. "Dur, yoksa durdururum."
Dediğini duymamış gibi yürümeye devam ederken kolumu tuttuğunda kurtuldum. Fakat ardında tekrar kolumdan tutup geri çekti ve tek elini boğazıma atıp kavrayarak beni yan taraftaki kuytu bir boşluğa çekti.
Sırtımın soğuk duvarla buluştuğunu hissettiğimde yumduğum gözlerimi açtım. Sert bir şekilde tek eliyle duvara sabitlediği bileğimin aksine boştaki elimi boynumu tutan eline koydum ve çekmeye çalıştım.
"L-lee-leeteuk-ssi!"
"Sen ne yaptığını sanıyorsun? Donghae'nin albümünün çıkacağı günü bile bile Siwon'un geri dönüşünü aynı güne koymanın tesadüf olması imkansız. Birbirlerine düşmelerini mi istiyorsun? Birini düşürdüğün yetmedi elindekini de mi kaybeceksin?"
Sona doğru yükselen sesi ve acımaya başlayan bileğimle doğru düzgün düşünemiyordum. Siwon'u bile bile Donghae'nin albümünün çıktığı güne koymam birbirleriyle tekrar kavga etmelerini istememdendi. Çünkü... başından beri sanki özel bir bağları varmışcasına iyi olmaları sinir bozucuydu.
Benim asla sahip olamadığım, olduğumu düşündüğüm halde kaybettiğim bağ gibi.Leeteuk'un sinirden alev alev yanan gözlerine baktım. Uzun zaman sonra ilk defa ona bu kadar yakından bakma imkanım olmuştu ve bu fırsatla yüzünü hafızama kazıma şansım oluyordu. Oldukça dar bir alan olduğu için bana yakın durması, vücut ısısı ve burnuma dolan parfümü de düşünmemi engelleyen faktörlerdendi.
"B-bil-bilmiyorum." dedim zayıflayan sesimle.
Leeteuk kendi kendine gülümsedikten sonra boynumdaki elini çekerek boştaki bileğini de yana açıp duvara sabitledi. Boynumun özgür kalmasıyla öksürmeye başlarken boynuma değen nefesini hissettim.
"Kıskandığın için yaptın değil mi her şeyi? Birlikteyken mutlu olmalarına mı özendin?" diye sordu. "Bizim aksimize."
Bir an uzaklaşması için içimden dua ediyordum. ''Alakası yok. Yalan yanlış şeyler düşünme.'' dedim boynumu yana çevirip bakışmaktan kaçınmak için. ''Biz diye bir şey hiçbir zaman olmadı.''
Leeteuk durdu. ''Yüzüme bak.'' dedi.
Bakmadım. Bakmayacaktım. Bakmamalıydım.
Bileklerimi daha da sıkarak tekrarladı. ''Kyuhyun, yüzüme bak!''
Hafifçe ona doğru dönerken aramızda en ufak bir mesafe kalmayacak kadar yaklaştı ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. ''Ne düşünürsen düşün, seni tanıyorum. Hiç değişmemiş olmadığını da biliyorum. Bu yüzden bana yalan söylemeyi bırak. İnkar etme, karşı koyma. İkimizde aksi takdirde nasıl sonlanır biliyoruz.''
Eski zamanlarımız aklıma gelirken gözlerimi kırpıştırdım. Bu kötüydü. Onun önünde yine aciz duruma düşüyordum. Savunmamı indiren tek kişiydi ve her seferinde izin veriyordum. Boğazımı temizleyip ''Söylemiyorum.'' diye inkar ettim. ''Taciz etmeye devam mı edeceksin?''
''Taciz etmekten de ileri gidebileceğimi biliyorsun, pek şansın olduğunu sanmıyorum.''
''Yapamazsın.''
''Eskiden beni test etmeye cesaret edemezdin. Ne oldu? Değiştiğini söylediğini kanıtlamak için bir şeylere tutunmak mı istiyorsun?''
''Bırak beni.''
''Sen de o çocukları bırak. Donghae'nin peşini bırak.''
''Hayır.'' dedim kararlı bir tonda.
''Kes artık, Kyuhyun. O eski çocuk değilsin, o eski çocuklar değiliz!'' diye bağırdı yüksek sesle.Aniden bağırmasıyla gözlerimi yumup refleks olarak korunmak istercesine başımı yana çevirdim. Çizgiyi aşabileceğinden korkuyordum fakat ona karşı çıkmaya devam ediyordum. Ne zaman onun önünde mantıklı bir şekilde hareket etmiştim ki?
''Bana... bağırma.''Leeteuk derin bir nefes verdi ve tekrar kulağıma doğru eğildi. ''Seni uyarmıştım, fakat bu sefer tehdit ediyorum.''
Değişen ses tonundan ciddiyetini anlayabiliyordum ve bu da korkumu arttırıyordu. Sessiz kaldım. Vereceğim her cevapta inkar olacaktı, bu ikimizin de işine gelmezdi.''Artık ne Siwon'u da düşürmene, ne de Donghae'ye zarar vermene izin veririm. Birini kaybettirdiğin gibi ikincisini de kaybettiremezsin. Onları birbirine de düşürüp acı çektiremezsin.'' dedi. ''Siwon'u da, Donghae'yi de koruyacağım.''
Ellerinin gevşeyip bileklerimden ayrıldığını hissederken durdum. Gözlerimi açıp ona baktım. Ondan nefret ediyordum. Etmesem de her seferinde etmeye zorluyordu. Sadece etraftakileri düşünür, kendini ve yakınındaki insanın ne halde olduğunu düşünemezdi. Başından beri cevabını biliyor olduğum halde ondan duymak istedim.
Yine de ''Peki ya ben?'' diye sordum. ''Neden bana hiç böyle sahip çıkmadın?''
Arkasını dönerken sorumu duymazdan geldi. ''Bunlara devam mı edeceksin?''
''Bitirene kadar.'' diye yanıtladım kararlı bir tonda.
Durduğu yerde düşünürmüş gibi havya baktı. ''Derinden, gerçekten yaralanan sen tek kişi sen olacaksın.''
''Böylece yaptıklarımın bedeli ödenmiş olacak, geçmişteki gibi.'' diye yanıtladım. Bedel ödeyecek birisi varsa bu ben olmalıydım, Leeteuk'un da bildiği gibi. Kaçışım yoktu. Hiçbir zaman olmadı.
''Yanılıyorsun.'' deyip bir süreliğine güldü ve ardından duraksamadan yürüyüp uzaklaştı fakat sözleri aklımda tekrarlanmaya devam etti.''Son seferinde, yaralanan kişi yalnızca sen olmadın. Hiçbir zaman.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOUCH
FanfictionKariyerinin zirvesinden yere çakılan biri için geri dönmek ne kadar zor olabilirdi? Cennetinden kovulmuş bir meleğin, geri dönmek için kırılan kanatların yerine başkasının kanatları kullanması işe yarar mıydı? Lee Donghae, hızla parlayan şöhretini...