GEÇMİŞİN, GEÇMİŞ OLMASI İÇİN; ZAMANIN GEÇMESİ YETMEZ. BELKİ DE ARTIK GEÇMİŞİMLE YÜZLEŞMENİN VAKTİ GELMİŞTİR.
Kendi içimdeki karanlıkta boğuluyor gibiyim. Hareket edemiyorum, göremiyorum ama herşeyi duyabiliyorum. Benim hakkımda konuşulan herşeyi duyup cevap verememek, soru soramamak çok sinir bozucu.
Sesler kesilmiş, bu dipsiz karanlıkta tek başıma kalmıştım. Yavaşça, ağırlaşan göz kapaklarımı araladım. Ortamdaki loş ışık, zannettiğimin aksine gözlerimi acıtmamıştı. Göz bebeklerimi sağa sola kaydırarak nasıl geldiğim hakkında zerre fikrim olmayan odayı incelemeye başladım. Ferah bir dekorasyona sahip ve kısmen büyük bir odaydı. Açık renk duvarlar altında karmaşık desenli pastel tonlarında bir halı ve ortalığı kasıp kavuran lavanta kokusu, yattığım yerden kalkmamı engelliyor, beni biraz daha uzanmaya teşvik ediyordu. Belki de kalkmadan önce en son neler olduğunu hatırlamalıydım. Ayaz'la birlikte kahvaltı ediyorduk sonra kapı çaldı ve... Sonrası yok.
Aniden yatakta doğrulmam, bende küçük bir baş dönmesi yaratsa da kendimi çabuk toparladım ve ayakkabılarımı giymeye başladım. Hızlı adımlarla kapıya doğru ilerledim. Kapı kulak acıtan bir gıcırtıyla açıldı. Kafamı çıkartıp etrafı kontrol ettim. Uzun koridorun boş olduğundan emin olduktan sonra kendimi koridora attım. Nereye gittiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Çıkışa gitmesini umuyordum. Artık işim şansa kalmıştı.
Zaman hızla akıp geçiyordu ama ben hala bu lanet olası yerden çıkamıyordum. Kaybolduğumu kabullendikten sonra geri dönmeye karar verdim. Hızla ayrıldığım koridorlara, ağır adımlarla geri dönüyordum. Bu süre zarfında dikkatimi duvardaki tablolar çekti. Sadece beş tane şekil vardı ve koridor boyunca bu beş şekil tekrar ediyordu. Üçgen, ters üçgen, ortasında çizgi olan üçgen, ortasında çizgi olan ters üçgen ve bir ters bir düz iç içe geçmiş üçgen. Son şekil bir hekzagramdı. Peki diğerlerinin anlamları neydi? Ne işe yarıyorlardı?
"Bakıyorum da hemen ayaklanmışsın."
Arkamdan gelen erkek sesiyle küçük bir sıçrayış yaşadıktan sonra yavaşça arkama döndüm. Altın sarısı saçları, mavi gözleri ve vücuduna yapışmış tişörtünden seçilen kaslı vücut hatlarıyla bakanı bir daha baktırmayı başarıyordu. Kısa bir süre daha onu süzdükten sonra konuşmam gerektiğinin farkına vardım.
"Kimsin sen? Ne işim var benim burda?"
Bakışlarını yere doğru çevirdi. Dudağının kenarının kıvrıldığını görebiliyordum.
"Mira da seni bekliyor zaten. Hadi gidelim."
Arkasını döndü ve uzun koridorlarda yol almaya başladı. Bir açıklamaya ihtiyacım vardı ve bu yüzden ben de peşine takıldım.
"Hiçbir şey söylemeyecek misin?"
"Sabırsızsın adalet yıldızı. Bu ilerde başını derde sokabilir."
"Yalnız benim adım Çağıl."
"Biliyorum."
Sohbetin bittiğinin farkına vardıktan sonra adımlarını sıklaştırdı. Mecburen ben de hızlanmak zorunda kaldım. Ta ki önümde aniden durup ona çarpmamı sağlayana kadar.
"Kabul, biraz sert bir iniş oldu. İyi misin?"
"Evet."
"İçeriye girmeme izin yok. Bu yüzden beni iyi dinle. Kızdırmamaya çalış ve sesini yükseltme. Anlaştık mı?"
Açıkçası yaptığı bu küçük uyarı beni biraz korkutmuştu ama bu risk, alınmaya değerdi.
"Tamam."
Çekingen adımlarla aralık olan kapıdan içeri girdim.
"Merhaba canım, ben de seni bekliyordum."
"Siz kimsiniz? Ben buraya nasıl geldim?"
Aniden, arkası dönük olan bedenini bana doğru çevirdi. Artık onu daha iyi inceleme fırsatı bulmuştum. Sarı saçlarının ardındaki mavi gözleri ve genç giyimiyle aramızda pek yaş farkı olduğunu sanmıyordum.
"Ben Mira. Kendranın sorumlusuyum. Seni evinden buraya getirten bendim. Çünkü seninle konuşmam gereken şeyler var. Aklında birçok soru var, korkuyorsun ve evine gitmek istiyorsun farkındayım. Ama hayatın tehlikede."
"Hayatım mı tehlikede? Neler dönüyor burada!"
İstemsizce ses tonum yükselmiş, adrenalin dolu vücudumun beton yığınından bir farkı kalmamıştı.
"Bak tatlım, bunların hepsi sana anlamsız gelecek farkındayım. Ama aslında kim olduğunu bilmen lazım."
"Ben Çağıl'ım. 5 Haziran 2001 tarihinde gece 11'de dünyaya gelmişim. Annem çok zor bir doğum geçirdiğini söyledi. Tam 13 saat sürmüş doğmam. İstanbul'da ailemle beraber yaşıyorum. Yeşilden nefret ederim. Yaşıtlarım aksine makyajdan gram anlamam. Çok arkadaşım yoktur bir Ayaz'ım var o da bana yetiyor zaten. Ben buyum işte. Daha fazlası ya da eksiği yok. Şimdi lütfen gidebilir miyim?"
Cevabını beklemeden çıktım odadan. Hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladım. Keşke bir de nereye gittiğimi bilsem...
"Adalet yıldızı!"
İstemsizce durdum. Arkamdaki ayak sesleri gitgide yaklaşıyordu.
"İyi misin?"
Ayak seslerinin sahibinin, şizofrenik bir şekilde karşıma çıkan kızıl saçlı kız olduğunu anlamam uzun sürmedi.
"Değilim. Buradan çıkıp evime gitmek istiyorum. Ayrıca benim adım Çağıl. Bana adalet yıldızı demekten vazgeçin artık."
Bana yaklaşmaya başladı. O yaklaştıkça ben geri adım atıyordum. En sonunda sırtım duvara çarptığında kaçacak yerimin olmadığını anladım. Yaklaşıyordu, çok yaklaşıyordu.
"Napıyorsun!"
Yanıt vermedi. Kaskatı kesilmiştim. Elini bir anda tişörtümün yakasına attı ve ilk karşılaşmamızda yaptığı gibi bağrımı açtı. Soğuk ellerini yavaşça bağrıma bastırdı. Elini uzaklaştırken zümrüt gözlerini gözlerimle buluşturdu.
"Bağrına bak."
"Bak benim bağrımda hiçbir şe... Aman tanrım, nasıl yaptın bunu?"
Bağrımda bir şey parlıyordu. Bir ters bir düz üçgen, iç içe..
"Sen bir adalet yıldızısın. Şimdi aptal gibi davranmayı kes ve anlatacaklarımı dinle."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADALET YILDIZI
FantasíaATEŞ, SU, HAVA,TOPRAK BUNLAR BİR ELEMENTTEN DAHA FAZLASI... Yansımamda ne görmeliyim? Acaba 17. doğum günümde ailem bana ne aldı diye düşünen sıradan bir liseli mi yoksa dünyanın dengesini korumayla görevli olan bir adalet yıldızı mı?