TRACIA #8 - Küçük Kız

1.3K 112 6
                                    

Multimedia: Tracy’nin pencereden baktığında, dışarıda gördüğü kız.

***

Birkaç saniye Charles’ın dediklerini tam olarak algılamaya çalıştım. Gözlerimi kapattım, sakinleşmeye çalıştım. Gözlerimi yavaşça açarken gülümsedim. “Kitabı mı kaybettiniz?” dedim gülümsemem yüzüme yayılırken. Taylor beni sakinleştirmeye çalışırmış -veya kendini savunmak istiyordu- gibi hemen atıldı. “Tracy, bak. Başımıza gelen onca olaydan sonra kitabı kaybetmemiz gayet normal. Ne yapacağımızı bilmiyorduk, hepsi bu.”

“Gayet normal, öyle mi? O şey seni küçükken rahatsız etmiş olabilir, ama bil diye söylüyorum, o benim içimde yıllarca yaşadı ve hala yaşamakta. Ben elimdeki şeyleri kaybetmemek için yıllarımı vermişim, siz daha aptal bir kitaba bile sahip çıkamıyorsunuz!” İkisi de bir şey söylemedi. Haklı mıydım, sonuna kadar.

“Tamam, sakin olun. Kitabı ararız. Tracy,” Charles konuşmasına devam etmek için bana döndü. “Sana araba çarptığında hemen ayaklanmıştın. Şu an da gayet iyi görünüyorsun. Seni de buradan çıkartabilirim. Hep beraber ararız kitabı işte, gerilime gerek yok.” Charles’ın ağzından dökülen kelimeler, şu ana kadar duyduğum en mantıklı cümleyi kurmuşlardı. Rahatlatıcı cümlesinden sonra gözlerinin içine baktım. Beni rahatlatmış olsa da kendisinin korktuğu belliydi. Fakat ben onu rahatlatacak kadar güzel cümleler kuramazdım. “Pekala, özür dilerim Tracy. Seni çıkaralım şuradan,” dedi Taylor. Kafamı olumlu anlamda salladıktan sonra odamdan sırayla çıktılar. Oflayarak ayaklarımı yataktan dışarı sarkıttım.

Önce ayağa kalkmakla kalkmamak arasında gidip gelsem de, son kararım olarak ayağa kalktım. Charles haklıydı; tıpkı onların bana çarptığından ve hemen sonra hiçbir şeyim yokmuş gibi, sapasağlam kalkmamdaki gibiydim. Hiçbir ağrım sızım yoktu. Karşımdaki büyük pencereye yaklaştım. Dışarıyı güzelce süzerken gözüme bir şey takıldı. Oyun parkının hemen yanında, gözlerini bana dikmiş, öfkeyle bakıyordu. Bu o’ydu. Bizimki değildi, şu küçük kız olandı.

Beyaz bir elbise giymişti, saçları ve yüzü tam belli olmuyordu. Siluet gibiydi. Sanki bir resimmiş de üzerinden silgiyle geçilmiş gibiydi. Tarif edilemez bir şekle girmişti. Ben onu, o da beni süzerken kapı tıklatılmayarak, çok kaba bir şekilde açıldı. Açılır açılmaz arkamı döndüm. “Bizim kız ayaklanmış bile,” dedi Charles. Yüzündeki ‘olayları bozma’ gülümsemesini yakalayabilmiştim. Yanındaki doktor azarlarmış gibi baktı. “Siz yine de dikkatli olun Bayan Martinez. Şimdi çıkabilirsiniz. En ufak bir hastalanmada tekrar gelmeye çekinmeyin,” dedi. Kafamı olumlu anlamda salladım ve doktorun bana uzattığı poşeti elime aldım. Kıyafet dolu poşet bile bana alayla bakıyordu. Doktor arkasını dönüp odadan çıktıktan sonra Charles’ın gülümsemesi anında yok oldu. “Ne oldu yine?” dedi. Bir şey olmadı, der gibi omuz silkip poşeti yatağımın üzerine fırlattım. “Tracy, yüzündeki korkuyu inan, babaannem bile anlayabilirdi. Ve kendisi 97 yaşında,” dedi alayla karışık azarlayıcı ses tonuyla. “Vay be, 97 demek. Kadın dokuz canlıymış.”

“Dalga geçme de ne olduğunu söyle hadi.”
Pes edip Charles’a yaklaştım biraz. Sanki birileri duyacakmış gibi fısıldayarak konuştum. “Kız.” Kaşlarını çattı. “Dışarıda küçük bir kız var.” Daha çok kaşlarını çattı. Anlamayan bakışları arasında “Ne olmuş?” dedi. “Beni hastaneye götürmeden önce, komaya girmeden önce bir kız sesi duymuştum. Size söyledim mi bunu hatırlamıyorum ama... Galiba bu kız, o kız.”

“Ne?”

Pek şaşırmamak lazımdı aslında. Ne de olsa artık şaşırmamamızı gerektiren bir sürü olay yaşamıştık ve o kızın bu kız olma teorisine de şaşırmamak gerekirdi. “Siluet gibiydi. Benim içimden çıkana benzemiyordu. O sadece siyah bir gölgeyken bu; beyaz bir elbise giymiş normal bir kızdı, siluet olması dışında.” Charles birkaç saniye düşünmek istercesine elini çenesinin altına koydu. Birkaç saniye sonra gözlerini, gözlerim dikti. Öyle derin bakıyordu ki, bir an gözlerine kaybolacağım diye korktum. “Ne var?” dedim dayanamayıp. Gözlerini birkaç kez kırpıştırdıktan sonra işaret parmağıyla üzerimdeki hastane kıyafetini gösterdi. Tatlı bir şekilde gülümsedikten sonra “Arkası açık değil mi onun?” dedi.

“Ne? Hayır! Hayır! Gerçekten bunu mu düşünüyordun sen? Charles başımız belada, her an ölebiliriz. Farkında mısın?” Charles tam bir şey söyleyecek iken Taylor daldı odaya. “Ne oldu yine?” diye sordu o da. Derin bir nefes alıp verdikten sonra aynı cevabı verdim. “Dışarıda bir kız silueti gördüm. Beyaz elbise giymişti. O’na benziyordu ama o değildi. Hastaneye gelmeden önce bir kız sesi duymuştum, o olabilir mi diye tartışıyorduk.” Taylor kapıda dikelmek yerine Charles’ın yanına yaklaştı. Orada dikelmeye devam etti. “Beyaz elbiseli olduğuna emin misin?” diye sordu şüpheci tavrıyla. Kafamı yavaşça, olumlu anlamda salladım. “O kızı ben de görmüştüm.” Ben vücudumun tamamını Taylor’a çevirirken Charles sadece başını ona döndürdü. “Ne zaman? Neden söylemedin bunu?” Charles ile aynı anda, aynı kelimeleri söylememiz, birbirimize bakmamıza neden oldu. Taylor bunu aldırmayarak “Ne zaman olduğunu hatırlayamıyorum. Ama benim gördüğüm kız rüyamın içindeydi.” diye sorumuza yanıt verdi. Bakışlarımı tekrar kadına çevirdim.

“Ne demek rüyamın içindeydi?” En sonunda ayakta dikilmeyi kesip yatağımın üzerine oturdu. “Bayağı işte... Sabah kalktığımda kimseler yoktu ama çok gerçekçiydi, ve sanırım bir şey hatırlıyorum.” Devam etmesini isteyen gözlerle ona bakmaya devam ettik. Anlamış olacak ki cümlesine devam etti. “O, yani siyah gölge olan küçük kıza ‘kızım’ demişti. Pek hatırlamıyorum ama, yine de söyleyeyim dedim.”

“Tanrım... İşler daha da karışıyor,” dedi Charles, Taylor’ın yanına otururken. Haklıydı. Her şey, gittikçe daha da karışıyordu ve delirmek üzereydim. Bir şeyi çözmek için bir adım atsak, bir yerden bir şey patlak veriyordu ve aklımızdaki her şey darmadağın oluyordu. Bu hayattan kurtulmak için intihar bile edemiyordum, beni yaralayacak, ya da komaya yatıracak bir şey olsa bile hiçbir şey olmamış gibi yatağımdan kalkabiliyordum ki bu berbat bir şeydi. O’nun bana sahip olduğunu bildiğim için mi yapıyordu bunu yoksa bedenimin zarar görmemesi için mi? En ufak bir fikrim bile yoktu. Ne zaman bir fikir edinsem onu elimden alıyordu. Şimdi de kızı mı çıkmıştı ortaya? Şimdi de kızı ile mi uğraşmak zorundaydım?

“Benim biriciğim, kalbimin bir parçası; umuyorum ki sen de beni düşünüyorsun... Gel yanıma, daim bir mutluluğumuz olsun; kalbini bana aç, lütfen sen olayım...”

Bir an, sadece kısa bir süreliğine nefesimin kesildiğini zannettim. “Geldi,” dedim sesimin güçlü çıkması için dua ederek. “Geç kaldı,” dedi Taylor kendi kendine. Charles ayağa kalkarak yanıma yaklaştı. “Ne söyledi?”

“ ‘Benim biriciğim, kalbimin bir parçası; umuyorum ki sen de beni düşünüyorsun... Gel yanıma, daim bir mutluluğumuz olsun; kalbini bana aç, lütfen sen olayım...’ Bu cümleyi söyledi. Bunu daha önce de söylemişti. Tanrım, o’nun hâlâ burada olduğunu bilmek çok ürkütücü.” Charles elini sağ omzuma koydu destek olmak istercesine. Bir süre öyle kalınca Taylor’ın, omzumdaki ele baktığını fark ettim. Kendimi hafifçe geriye çektiğimde aklıma bir şey dank etti.

“Kitabı aramayacak mıydık biz? Müsaadenizle üzerimi değiştireyim, sonra kitabı ararız.”

Taylor sanki bunu dememi bekliyormuşçasına ayağa kalktı ve kafasını olumlu anlamda salladı. Charles da anlayışlı bir biçimde gülümsedi ve sırayla odamdan çıktılar. Kapıyı kapatırlarken tekrar nefesimin kesildiğini hissettim kısa bir süre. Sonra kafamın içinde bir cümle daha yankılandı.

Sen sadece piyonumsun benim, sadece bedenimsin... Ruhun tamamen çürüdüğünde çıkacağım içinden; bedenini kullanacağım... İşte o zaman tamamen sen olabileceğim...”

TRACIA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin