TRACIA #10 - Siyah Koridorların Siyah Gölgesi

981 92 44
                                    

Yirmi iki... Yirmi üç... Yirmi dört... Yirmi beş...

Zihnim açıktı fakat gözlerim kapalıydı. Eğer açarsam ve bir şey görürsem diye kapalı tutuyordum. Göreceğim şeyden korkuyordum. Etraf sessiz. Charles sessiz. Orada olduğundan emin de değilim. Ne kadar süredir baygındım, ondan da emin değildim. Artık bayılmaktan bıkmıştım. Gözlerim kapalı yerde yatmaktan sıkıldığım için, her ne kadar korksam da gözlerimi yavaşça açtım. Koluma bir el dokundu. Soğuk bir el. Kim olduğuna bakmak için kafamı sağa çevirdim ve çevirmem ile kolumu çekmeye çalışmam bir oldu.

O'ydu.

Ama sadece iki kelimesi kalbimin eskisi kadar hızlı atmamasını sağladı.

Benden korkma.

Nedendir bilmiyorum. Ve bir süre, sadece çok küçük bir süre o'nun iyi olduğunu düşündüm. "Tracy?" Charles'ın adımı seslenişinden sonra o gitti. Başımı ona çevirdim. "İyi misin?" Bir tepki vermeden ona baktım sadece. Sonra yattığım yerden doğruldum. "Ne gördün, neler oldu?" diye sordu bu sefer. Gözlerimi kısa bir süreliğine kapattım ve bayılmadan önce neler olduğunu kafamda toparladım. "Ben o'nu gördüm. Yanında küçük kız vardı. Onun yanında da..." O kısmı hatırlayınca tüylerim ürperdi. O'nun Taylor ile derdi neydi? Ya da Taylor'ın, o'nun ile bağlantısı tam olarak neydi? "Taylor vardı. O, ardı ardına 'çürü' derken küçük kız da kahkaha atmaya başladı. Taylor..."

"Aman Tanrım." diye lafımı kesti. Birkaç saniye birbirimize bir şey demeden bakıştık. "Ne?" dedim en sonunda. "Taylor'ı bulmamız gerekiyor. Bize anlatmadığı bir şeyler var mı bilmiyorum ama onu bulmamız şart." Kafamı olumlu anlamda salladım. Ayağa kalktı ve elini bana uzattı. Elini tutup ondan destek aldım ve ben de ayağa kalktım. "Tünelde ilerliyor muyuz?" diye sordum. Sesimin tonundan ne kadar ürperdiğim belli oluyordu. "Başka bir seçeneğimiz yok gibi görünüyor."

İkimizin de isteksiz onayı ile tünelde ilerlemeye başladık. Her adım attığımda beynim zonkluyordu, ama bunu önemseyemeyecek kadar çok gerilmiştim. Duvarların iğrenç, çizgili görüntüsü, atmosferdeki ağır koku ile birleşiyor; dayanılmaz bir hale geliyordu. Her an kusabilirdim. Her an yığılabilirdim. Ben bu kadar korkarken Charles'ı düşünemiyordum bile.

Birkaç dakika yürüdükten sonra yolda küçük oyuncak bebekler belirmeye başladı. Git gide çoğalıyorlardı. Yorgun bedenimin ayakları titriyor, her saniye ölecek gibi hissediyordum. Ancak şu anda pes etmenin zamanı değildi. Belki olayların sonundaydık, belki de daha başında. Bilemiyordum ama içimdeki ruhu çıkarmadan ölmek istemiyordum. Bu benim ölüm kalım savaşımdı, buna mecburdum.

***

Uzun bir yürüyüşün ardından yerde yatan bir beden gördük. Yanına gittiğimizde şaşkınlıktan donakaldım. Bu Julien'dı... Onu en son Paranormallik Kütüphanesi'ne giderken görmüştüm ve şu anda burada olması biraz... Fazla garipti. "Julien!" diye seslendim ayılması için yüzüne hafifçe vurmaya başlarken. "Julien, uyan!" Herhangi bir tepki vermedi fakat Charles'ı tepkisi "Onu tanıyor musun?" demek olmuştu. İkimiz yan yana çökmüştük, o yüzden yüzümü ona çevirdiğimde gözlerindeki korkunun içinde kayboldum. "E-evet." dedim kekeleyerek. "Liseden arkadaşımdı."

"Buraya nasıl gelmiş?" diye fısıldadı. Ortaya söylediği bu cümle, korku dolu sesinin yanında bir hiç gibi kalmıştı. Neredeyse duyulmayacak kadar alçak sesle fısıldamıştı. Ses tonundaki korku, cümlesini ezip geçmişti. "Bilmiyorum." diye cevap verdim çaresizce. Charles, Julien'ın iki yakasından tuttu ve hareketsiz bedenini duvara yasladı. Sonra sağ elinin işaret ve orta parmağını birleştirerek sol boynuna yerleştirdi. Nabzını kontrol etti. Birkaç saniye öyle kaldıktan sonra elini boynundan çekti. "Çok yavaş atıyor." dedi bana dönerek. Gözlerimi, Charles'ın gözlerinden çekerek Julien'ın yüzüne sabitledim. Duvara yaslandım. Gözlerimi kapatıp birkaç saniye sessiz kalmak istedim.

Ağlamaya başladım. O kadar karmaşık duygular içerisindeydim ki... Üzüntü müydü hissettiğim, korku muydu yoksa pişmanlık mıydı emin bile olamıyordum. Sadece huzura kavuşmak istiyordum. Yirmi dört yıllık yaşamımdan sonra ben de huzur bulmak istiyordum artık. İntihar etmek belki bazıları için çözümdü fakat benim için olamazdı. Normal bir insan değildim. Hayatım normal değildi. O, normal değildi.

Charles beni hafifçe dürtünce gözlerimi araladım. "Yolumuza devam etmemiz gerekiyor." dedi. Yüzümde hiçbir mimik oynamadı önce. Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. "O ne olacak?" dedim. Julien'i kastettiğimi anlamıştı. Ona döndü, iç çekti. "Kafam allak bullak..." diyerek saçlarını karıştırdı.

Beni takip et.

Duyduğum sesle direkt ayağa kalktım. Ne zamandır görmediğim siyah gölge çıktı karşıma. Yavaşça ilerlemeye başladığında ben de onu takip etmeye başladım. Charles bana seslendi ama duymamazlıktan geldim. Karanlık koridora doğru ilerledi. Ama gölge koridordan daha karanlıktı. Zifiri karanlıktı; gece karanlığıydı. Hipnoz olmuşçasına o'nu takip ediyordum sadece, nedenini sorgulamadan. Sanki beni kendine çekiyordu, yine beni kontrol mu ediyordu? Charles bir kez daha seslendi bana. Sanırım uzaklaşmaya başlamıştım ondan. Ardından bir küfür savurduğunu duydum, o da beni takip etmeye başladı. Karanlık koridorun içinde kayboldum. Önümü göremiyordum ama gölgeyi gayet net görüyordum.

Birkaç adım sonra soğuk, demir bir şeye çarptım. Duvar mıydı? Ellerimi üzerinde gezdirmeye başladım. Hayır, bu kapıydı. Elim, kapının kulpuna çarpınca kulpu kavradım. Kulpu sola doğru çevirince kapı gıcırdayarak açıldı. Ben kapının ağzında beklemeye başlayınca Charles yanıma ulaştı. Ayağıyla yavaşça kapıya vurdu daha çok açılması için. Bir şey demeden içeri girdim. İçerisi kendiliğinden aydınlandı. Gölge gitmişti. Küçük bir odaydı burası, bomboştu. Sadece iki pas tutmuş kapı daha vardı. Kapalıydılar. Charles'ın bir kez daha ofladığını duydum.

Tracia...”

“Geldi.” dedim. Charles kafasını bana çevirdi ama ben karşıya bakmaya devam ettim. Gözlerimi kapattım.

“Seni almaya geldim...”

“Ne diyor?” diye cevap verdi, gözlerimi geri açtım. Siyah gölge tekrar belirdi. Kafasını önce bana çevirdi, daha sonra Charles'a. Hafifçe güldüğünü hissettim. İçim ürperdi. Gölge, Charles'a yaklaştı. Önceden de gördüğüm sivri parmaklarını oynattı. Merakla ne yaptığını izliyordum. “Tracy–” Gölge, Charles'ın konuşmaya başlaması yüzünden kafasını aniden bana çevirdi. “Sessiz ol.” diye lafını kestim Charles'ın. Bana yaklaşmaya başladı. Eskisi gibi iki büklüm değil, dimdik durdum karşısında. Başını yana eğdi. Nostaljik bir durumdaydık.

Cesur ol.

Gözlerimi gölgenin yüzüne diktim. Gözleri varmışçasına hayal ettim o'nu. Birkaç saniye öyle bakıştık. Sıkılmış olacaktı ki karşımda dikelmeyi bıraktı ve tekrar fısıldadı.

“Bir gün benim olacaksın, Tracia. Bunu sen de biliyorsun.”

Dinleme onu.

Bir dakika... Neler oluyordu? Siyah gölge ortalıktan kayboldu. Elimle Charles'ın kolunu tuttum destek almak için.

Neler oluyor?

Diye ben konuştum bu sefer onunla. Charles belimden tuttu beni, her an yığılabilme ihtimalime karşı. Onu da anlıyordum aslında, durduk yerde o'nun yüzünden bayılıp duruyordum. Ama şu anda, bana bir şey yapmamıştı. Sadece aklım karışmıştı. Benim ruhumu ele geçirmeye çalışan o vardı. Pekala, ama 'dinleme onu' diyen kimdi? Bu o'nun bir oyunu daha mıydı? Yine mi ikili oynuyordu? Daha fazla aklımı karıştırmaya, veya kafayı yedirmeye çalışıyorsa amacına ulaşmasına çok az kalmıştı.

TRACIA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin