Pazar gününü Pazartesi'ye bağlayan gece, uykumdan sayısızca kez uyanmıştım. İçimde tarif edilmesi zor bir duygu vardı. Güneş, benim için ilk defa bu kadar geç doğmuştu...
Apar topar üzerime bir şeyler geçirdim. Okulun yolunu tuttum. Yine yağmur yağıyordu. O mis gibi toprak kokusunu ciğerlerime doldurdum. İnsana yaşama kuvveti veren şeylerden biri de kesinlikle buydu.
Okula herkesten önce gelmiştim. Çantamı sıraya koydum ve Alesia'yı beklemeye başladım. Zilin çalmasına son birkaç dakika vardı. O, okula hiç geç kalmazdı. Yine vaktinde geleceğine o kadar emindim ki...
Saat 8:00'ı gösteriyordu. Zil çalmıştı, öğretmeni bekliyorduk. Ama Alesia hala yoktu... Neden gelmemişti? Başına bir şeyler mi gelmişti? Ya da hastalanmış mıydı? Bana mutlaka bir şekilde haber ulaştırırdı. Ama onun dışında her şeyden haberim vardı.
Tüm ders boyunca onu düşündüm. Aklıma yatan en tutarlı fikir hastalanmış olabileceğiydi. Çok sık hastalanırdı, çok naifti...
Okulun bitmesini sabırsızlıkla bekledim. Çıkışta, bir koşu eve gittim. Öğle yemeklerimden kısarak biriktirdiğim üç beş kuruş paramı cebime atıp bir marketin yolunu tuttum. En kalitelisinden bir çikolata ve en tazesinden bir süt alıp Alesia'nın evine doğru yola koyuldum. Evlerinin önüne geldiğimde garip bir şekilde heyecanlanmıştım. Aslında her ne zaman Alesia'yı görecek olsam heyecanlanırdım. Cama doğru kafamı uzattım, yansıyan silüetimden kravatımı ve saçımı düzelttim. Apartmandan içeriye adımımı attım. Oldukça eski bir apartmandı. Duvarların tepesinde örümcek ağları vardı. Ve alt katta, o yapılmaya üşenen musluklardan düşen damlaların sesi...
Derin bir nefes aldım. Kapıyı tıklattım ve beklemeye başladım. Bir yandan da onu nasıl karşılayacağım hakkında kendi kendime öğütler veriyordum: güler yüzlü olmalıydım, ona kırıldığımı belli etmemeliydim. Ne de olsa onun elinde olan bir şey değildi bu. Elinde olsa, hiç beni bekletir miydi?
Kapıyı açan kimse olmadı. Tekrar tıklattım, tekrar ve tekrar. Evde kimsecikler yoktu. Üst kata çıktım ve ev sahibinin kapısına dayandım bu sefer.
+Buyrun? Kimsiniz?
-Şey... Ben Alesia için gelmiştim. Alesia Durand!
+Nesi oluyorsunuz? Yakını mısınız?
-Sayılır efendim. Arkadaşıyım. Evde yoklar sanırım. Hasta ziyareti için gelmiştim. Nerede olduklarından bir haberiniz var mı?
+Hasta mı?
Rahatlamış bir yüz ifadesi takındı. Ve devam etti:
+Demek hastalığından dolayı...
-Bağışlayın beni efendim ama anlamadım. Ne hastalığından dolayı?
+Cuma akşamı babasıyla birlikte ellerine birkaç bavul alıp gittiler. Ama sanıyorum ki geri gelecekler. 2 aylık kirayı önceden vermişlerdi. Dönecek olmasalardı onları da alıp öyle giderlerdi.
O an o kadını kolundan tutup çekmemek ve sen çıldırdın mı? diye bağırmamak için kendimi zor tutuyordum.
Ama bu, nasıl olurdu? Alesia gitmişti. Hem de babasıyla birlikte, apar topar, bir çırpıda... Ne olmuş olabilirdi? En kötü ne olmuş olabilirdi?
Basit bir aile ziyareti mi? Ya da bir düğün? Peki bana bundan neden hiç bahsetmemişti?
Artık bu konuşma zoruma gitmeye başlıyordu. Ruhum kayıtsızlıklarla doluyordu çünkü. Hala Alesia'yı sevdiğimi biliyordum. Alesia'nın olduğu bu dünyayı sevmeye çalışmam gerektiğini biliyordum. Uzunca bir sessizlikten sonra kafamı yerden kaldırdım. Çikolata ve sütü ev sahibine uzatıp onları geldiklerinde benim için teslim etmesini istedim. Kapıyı kapattı ve içeri girdi.
Ellerimin titrediğini, şakaklarımdan akan terleri, acıktığımı hissedebiliyordum. Ama yemek yemek istemiyordum, elimin titreyişi dursun istemiyordum. Tek istediğim Alesia'ydı.
Sahi bu arada, o ev sahibini de gözüm pek tutmamıştı zaten. Aşağılık kadın! Şimdi çikolatayı nasıl da yiyordur. Sanki çok umrundaydı onun Alesia! Tek derdi ev kirası olan lanet pisliğin tekiydi!
Bu cümleleri kuran ben miydim? Tanımadığım bir insan hakkında nasıl böyle konuşabiliyordum? Kafayı mı yiyordum?
İnsanlara güvenmek için sebebim yoktu artık. Kısacık bir ömrün koca yıllarını ayırdığım kişiler birer birer terk etmişti beni. Önce kardeşim. Sonra annem. Şimdi de Alesia! Her şeyim yarım yamalak kalıyordu.
Yaşamımı besleyen her şey uzaklaşmıştı benden teker teker.
Göğsümün, yüreğimin bile kolayca işgal edilebildiği yabancı bir dünyada yapayalnız kalmıştım artık...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ah Bu Sen
Storie breviİnsanoğlu, en başından beri kendini kandırmayı çok sevmişti. Kötülüklerini hatırlamamak için unutmayı öğrendi. Acı çekmemek için gitmeyi öğrendi. Ama herkesin yolu bir noktada kesişiyordu. Ve gerçek, sert tokadını o zaman vuruyordu suratlara. El bir...