DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU / 9
- Üç tane.
- Süpürasyon? Akıntı? -Çok var. Her gün...
Bir çığlık kopardım. Yara açıldı. Operatör eğildi ve benim pek iyi anladığım vahim bir teşhis yerine geçen manalı bir sesle mırıldandı: "Hımm..." Hava dokundukça, yaralı çıplak et derişiz gibi ürperiyor ve benden fazla korkuyordu.
Daha büyük acılara hazırlanıyordum. Her yaradan içeriye birer sonda girecektir ve kemikteki çürüğe kadar dayanacaktır.
Asistanlar ellerinde parlayan madenlerle yaklaştılar. Dişlerimi sıktım ve gözlerimi kapadım. Çırpmma-mak için tımarcı kollarımı, hastabakıcı kız başımı tuttu. Gene kıvranıyordum.
- Ben sana ne vakit ameliyat yaptım?
- İki sene oluyor.
- Bir daha lâzım.
Bir taraftan yaranın etrafındaki etlere parmağiyle basarak, öte taraftan bende orkunun uyandırdığı yeni ruhî cereyanı takip ederek, soramadığım suallere cevap veriyordu:
- Çare yok... Bu fistüllerden ikisi yenidir. Kürtaj lâzım... Hattâ sonra alçı bile lâzım... Artık mafsalı da feda edeceğiz... "Ankylose" olmadıkça bu dizi kurtara-mayız... İltihap şiddetli... İhmal etmemelisin. Çare yok. Bu bacak kısalacak ve yere basamayacak. Ne yaparsın? Böyle çekmek iyi mi? Yüzüme baktı, başımı önüme eğerek gözlerimi sakladım. Bu, kederimin son derecesini ancak benim bileceğim bir sır halinde bırakmak için, galiba nafile bir hareket oldu. Operatör, ihmalin davet edeceği fena neticelere dair telkininde devam ediyordu. Gene sordu:
10 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
- İyi mi böyle çekmek?
Cevap vermedim. O kadar fena olmuştum ki, dizimin sarılması bittiği halde kımıldayamryordum. Giyinmeme yardım ettiler ve kollarımdan tutarak beni ayağa kaldırdılar. Hastahane Bahçeleri ' İçimde garip bir karıncalanma ,. ,' halinde bir takım iniltiler, mırıltı- •
lar, şekilsiz gölgeler...
Âletlerle hırpalanan dizimde bir zonklama, fakat temiz ve yeni sargıların
verdiği rahatlık, pansumandan kurtulmuş olmak sevinci, operatörün müthiş kararı, yakın istikbalime karşı duyduğum merak, derhal birçok tahminlere kalkışan endişeli zekâmın faaliyeti gibi ruhumu birkaç parçaya bölen duygular ve düşünceler arasında karanlık dehlize çıktım.
Ağır ağır yürüyordum. Etrafımda ipe dizili çamaşırlar gibi müphem dalgalanışlar. Onları görmüyorum. Kapanırken dizime çarpar korkuSiyle büyük, yaylı kapıyı ihtiyatla açıyorum. Dış kapıdan bir sedye geliyor. Bakmadan daha hızlı yürüyorum.
Bahçe. Parlak bahar güneşi. İçerinin renklerinden ve kokusundan birdenbire ayrılan tatlı bir parlaklık, çamların yeşili ve taze bir tabiat kokusu. Uzakta, çamların altında, beyaz entarili hastalar derinliklere doğru gitgide küçülen, yumuşak hayaletleriyle uzanmış, güneşleniyorlar. Koğuşlardan birinin penceresinden hasta bir çocuğun söylediği türkü geliyor. Kumlu yolda yürüyen ayakların çıtırdısı. Ve her an çamların karaltıları arasında ansızın beliren bir beyazlık.
Her gidişimde, hastahanelerin bahçeleri bana hüzün verirdi. Bunun mânasını şimdi bulmaya çalışıyo-
DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU /11
rum ve hastalıkla tabiat arasındaki büyük tezadı anlıyorum. Bu, bir bahçeden hastahaneye girerken ve bir hastahaneden bahçeye çıkarken en çok hissedilen şeydir.
Ve, bu, bana kendi meselemi unutturuyor, ruhumda daha büyük muammalara doğru genişlemek, yayılmak için bir tebahhur başlıyor, zihnim boş, hiç bir şey düşünmeden, fakat içim dolu, ağır ağır etrafıma bakınarak, biraz da sendeleyerek yürüyorum. Hasta çocuğun türküsü uzaklaşıyor.
Caddeye doğru çıkarken kendime doğru gitmeye başlıyorum, felâketimi mücessem bir şekilde değil, büyük teessürlerimde olduğu gibi müphem birtakım hayaller ve remizler halinde hissediyordum; ameliyat olacağımı, sakat kalacağımı düşünmüyor, içimde garip bir karıncalanma halinde birtakım iniltiler, mırıltılar, şekilsiz gölgeler seziyordum.
Caddeye çıkınca da bu devam etti, fakat hayatın gözlerimi çeken birçok hareketleri beni daha hakikî olmaya şevketti. Ne yapacağımı düşünmeye mecbur oldum. İşim yoktu, eve gitmeliydim, tramvaya doğru yürüdüm. Şehrin gürültüleri de benim aksi istikametime doğru yürüyerek uzaklaşıyorlardı ve sesler, uzaklarda, sallanıyorlar, sallanıyorlar ve koparak, parçalanarak, şehrin derinliklerine yuvarlanıyorlardı.
Bazı Kederlerin Riyaziyesi
Annelere anlatılan kederler taksim değil, zarbedilmiş olur. an.
Kendimi çok sevdiğim an, kendime çok acıdığım Beni yalmz bu koruyor: Bu aşk, bu merhamet.