11.

498 5 0
                                    

DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU / 71 dum. Aksi oldu. Nüzhet de şiddetle muarızlarıma katıldı. Ben, kuvvetlerimin yekûniyle münakaşaya girdim ve şahlandım. O derece ki Paşa bana çok kızıyor ve tecrübesizliğimden, cehaletimden başlayarak, izzet-i nefsimin daha derin taraflarına kadar hücum ediyordu.
Münakaşa tehlikeli bir şiddet aldı. Paşa'nın yüzü kıpkırmızı olmuştu. Boğazına sıkıştırdığı havluyu bol-latryor ve bastırıyordu. Ben de rengimi kaybetmiş olacaktım.
Kadınların gözlerinde korkunun ve endişenin kamaşmaları vardı. Birdenbire susmayı tercih ettim. Paşa sathî zaferini teyid eden birçok tafrafuruşluklar ediyordu.
Beni susturan şey nefretimdi. En basit içtimaî dâvaları anlamayacak kadar yabancı tesirler altında şahsiyetlerini kaybeden bu insanlarla münakaşaya mecbur olmanın küçüklüğünden muzdariptim. Türkiye'de ecnebi mekteplerin kuvvetli silindirleri altında yamyassı olan bu kafaların kesilmesinden başka çare görmüyordum. Ecnebi mekteplerini işgal suretiyle manevî kapitülasyonları kaldırdığı için hükümeti beğeniyordum. Bu mekteplerin benim aşkımda rol oynayacak kadar ileri gideceklerini evvelce tahmin edemediğim halde. Sofradaki münakaşanın çirkin bir çocuğu doğdu: Sükût. Ruhlar acılaşmıştı ve güzel bir mevzua girilemi-yordu. Ben salondan erken çıktım ve yattım. Uyuyamadım, ağrılarım arttı, fakat ruhî azabıma nisbetle çok asil, sade ve saf olan et ıstırabımı o gece sevdim.
72 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU Korkunç Yarın
Artık bir kelime bile konuşmuyoruz.
Yengemin anneme ısrarı üstüne köşkte bir kaç gece kalmaya mecbur olmuştuk. Fakat herşey değişti. Münakaşa gecesinden sonra Nüzhet'le dargın gibiydik. Ne geceleri havuz başında buluşuyor; ne gündüzleri kükürt serpmek için bağa gidiyorduk. Paşa'ya roman da okuyamıyordum, kitap yarıda kalmıştı. Uzviyetim de fena halde idi: İştahım kaçtı. Yaralarım fena. Ağrılar çoğaldı. Pansumanımı yapan eczacı bedbin müşahedelerini benden gizlemedi. Rengim de soluyordu.
Beni köşkte birkaç gün daha kalmaya mecbur eden annemin gelişi, bütün bu felâketlerin başlangıcı olmuştu. Köşkün derinliklerinde cereyan eden ruhî bir trajediden haberi olmayan bu kadın, yengeme her fırsatta doktor Ragıp'ı medih de ediyordu.
İstikbalime dair içimden fena işaretler almaya başladım. Üstüme devamlı bir melankoli çöktü, her an susturan ve sarartan o derin elemlerden biri ki, beni kendi içimden de uzaklaştırıyor, ruhumu haritasını bilmediğim ıssız adalara götürüyor, beni kendi hudutlarımın dışına sürüyordu.
Bir gün, yukarı sofa balkonunda oturuyor, bağlara | bakıyordum. Haziran. Öğle vakti. Erenköy yanıyor. Erenköy terliyor. Dizlerimi güneşe uzattım. (Benim doktorun tavsiyesi.)
Taze ve canlı yeşilini kaybeden bütün tabiatta ilkbaharın uzaklaştığını görüyorum.
DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU / 73
Kendisine daima gıpta ettiğim bahçıvan, aynı nokta üstündeki ısrarından yorulmuyor ve isyansız gayretiyle, bana bir bahçede uğraşmak sevgisini telkin ediyor. Fakat, bir taraftan da beşerî ihtiraslarımızda yenildikçe tabiatı özlediğimizi, ondan biraz kuvvet alınca yeniden büyük kavgaya girişeceğimizi anlamıyor değildim ve aspirin gibi muvakkat bir ilâçtan fazla tabiata kıymet vermiyordum, ümitsizliğimin son dereceye gelmesi biraz da bundandı. Arkamda Nüzhet'in sesini işittim:
- Burada mısın?
- Zannederim.
Gülmedi. Sesimin perdesi belki mâni olmuştu. Yaklaştı ve oturduğum koltuğun arkasına elini koydu. Birbirimizi görmeden konuşuyorduk.
- Artık Erenköyü'nden bıktım, dedi.
Samimi olsaydım ben de aynı cümle ile söze başlayabilirdim; derhal iştirak ettim:
- Ben de bıktım.
- Sivrisinekleri bile., yeknesak. Anlıyorum ki burada her gün, her gece çok benziyor birbirine.
-Pek.
Nüzhet'in yeknesaklıktan bu şikâyeti, fena isteklerin başlangıcı mıydı? Yoksa birkaç günkü dargınlığımızın bir genç kız ruhunda açtığı his boşluğundan yorulması mı? Bende her zaman derunî mücadeleyi teşvik eden bu türlü dargınlıklar, kendi kendisiyle didinmekten hoşlanmayan Nüzhet gibi tabiatlarda bütün ruhî faaliyetlerin durgunluğiyle ve can sıkıntısıyla neti-celenebilirdi. Ona, serbest olsaydı Erenköyü'nden başka nereye gidebileceğini sordum. İlk tahminimi kuvvetlendiren bir cevap verdi:
- Serbest olsaydım, Berlin'e kadar giderdim. 74 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU Mühim cevap. Nüzhet değişiyor. Doktor Ragıb'm vaadi. Nüzhet'te yeni arzular...
- Niçin, Berlin'den başka yer değil? diye sordum. Cevap vermeden evvel söyleyeceği şeyin tuhaflığına güldü:
- Çünkü ben coğrafya bilmem. Kolayca hatırıma gelen memleket ismi Berlin. Berlin'e gitmek elinde olduğunu söyledim. Neyi îma ettiğimi anladı. Sustu. Belki de bu bahsi açması bana bu darbeyi vurmak içindi. Hedefini gayet iyi bulmuştu. Susmaya devam etti. Uzun bir sükût. Dakikalar geçiyor. Her an birbirimizden biraz daha uzaklaşıyoruz. Konuşursak, birbirimize bunu hissettirmekten başka bir şeye yaramayacak. Bunun için susuyoruz. Ne onda bu büyük mesafeyi atlatmak ve ötekinin yanma varmak isteği, ne bende kuvveti var. Bu sessizlik içinde zaman aramızdan bir düşman gibi geçiyor.
Nüzhet balkonun parmaklığmdaki sarmaşıklardan kopardı, sonra aşağı indi, bahçıvana seslendi, gene doğruldu, etrafına bakındı. Aramızdaki sessizliğe hareketleriyle hücum ediyordu. Ben kımıldayacak halde değildim. Kanım sönüyor. Damarlarımın ince yollarında haşhaşlı bir hava yürüyor ve bütün adalelerim uyukluyor; içimde büyük bir enerjinin ölümünü duyuyordum.
Onunla aramızda herşey o kadar bitmiş ki bir kelime bile konuşamıyoruz. Balkondan çıkıp gitti.
Ayak seslerinin uzaklaşmasını dinliyordum. Son. Bir şimendifer düdüğü. Keskin, acı ötüyor. Hayatımda büyük bir devrin kapandığı, korkunç yarına ilk adımı attığım an. Felâketlerimin başladığı saniyeyi tanıyorum. Hiç aldanmam. TEHLİKE
Felâket daha o gece başladı.
EVİMİZE geldik. Felâket daha o gece başladı. Uyutmayan müthiş bir sancı. Kıvranıyorum. Gece yarısından sonra annemi uyandırdım. Sıcak pansumanlar (faydasız). Dehşetli ifrazat. Sargılar dayanmıyor. Birkaç saat içinde fevkalâde zayıflıyorum, yanaklarım çöktü. Sararıyorum.
Sabahı zor ettim. Komşumuz bir arkadaşı çağırttım. Hemen bir araba. Köprü,
vapur. Kamarada etrafımı göremiyorum, arkadaşla konuşamıyorum, sancımın üstüne kapanarak tırnaklarımı avucuma geçiriyorum.
Fakültede bizim doktoru bulduk. Beni o halde görünce şaşırdı. İtidalini kaybederek bir kaç kere odaya lüzumsuz yere girip çıktı. Operatör derste imiş ve beklemek lazımmış.
Bayılmak derecesine geliyorum. Öteki asistanlar da koştular. Suya eter damlatarak içiriyorlardı.
Doktor Mithat bir arkadaşına rica etti:
- Hastayı ikinci hariciye polikliniğine götürelim. Yarayı açarız, operatör gelinceye kadar... Fakat yürü-yemeyecek. Bir sedye. 76 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
Sedye ile taşındım. Bahçeden geçiyorduk. Doktor ve arkadaşım başucumda yürüyerek soruyorlardı:
- Rahat mısın? Acıyor mu?
Poliklinikte masaya uzatıldım. Uykuya ve baygınlığa benzer bir uyuşukluk içinde gözlerimi kapadım. Ağrı sağırlaşmıştı. Hattâ bacağımın hangi noktasında olduğunu anlamadığım derin sızılar. Kulaklarım uğul-duyor. Samiamın karanlıkları içinde mahut sesler. Madenî âletlerin camlar ve tepsiler içinde çıkardıkları ince, kırık sesler. Etrafımdakilerin telâşlı ve ehemmiyetli konuşmaları. Sargıların çözülüşünü gayet az duyuyordum. Mithat Bey elimi tutuyor:
- Şimdi güzel bir pansuman yaparız, acıtmayız, ilâç koyarız, ağrı diner.
Herkes benimle meşgul. Şivesterler beyaz hayalet-leriyle etrafımda geziniyorlar. Asistanlardan biri, Fransızca anlamadığıma hükmederek; "Tumeur blanc-he'lann ekseriya bol akıntılarla ciğer veremi tevlit edebileceğini anlatıyor. Mithat Bey ona susmasını ihtar etti.
Ancak bir parmak temasından sonra dizimin açılmış olduğunu hissettim. Deri, hassasiyetini kaybetmişti.
Bütün asistanlar dizimin üstüne eğildiler. Vahametten başka bir şey ifade etmeyen küçük sesler çıkarıyorlardı.
Ağrı dinmişti. Ancak, mafsalda bir hareketle başlıyordu.
Asistanlar birdenbire doğruldular. Operatör içeri girmişti. Beni gördüğü halde bir kelime söylemeden musluğa gitti. Ellerini temizliyordu.
Masama yaklaştı ve dizime uzaktan bakarak yüzünü buruşturdu. Asistanlar beni nasıl bulduklarını, ge-
DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU / 77
ceki ıstırabımı, ifrazatın pantolona çıkacak kadar şiddetli olduğunu, sedye ile taşındığımı anlattılar.
Operatör hiç kımıldamadan yaraya bakıyor, belki hiç bir şey görmeden düşünüyordu.
Bir kelime söyledi: 5
- Fena.
Sonra bana baktı:
- Geçen gün böyle değildin. Sözümü dinlemedin, bak ne oldu! Başımıza büyük işler açıyorsun! Ben sana bu ayağı yere basma, dedim, sen inadına koşulara girmiş gibi harap etmişsin. Şimdi dizin değil, bütün bacağın tehlikede. ; - Ağzımdan bir inilti çıktığını duyunca: , - Fakat çalışacağız... diye teselli etti. Asistanlara döndü:
- Pansumanı bitiriniz. Röntgene götürsünler... Doktora benim tarafımdan söyleyin; vak'a mühimdir, gayet mükemmel bir radiyografi lâzım... ¦¦-•¦- Mithat Beye hitap etti:
- Akrabanızdan mıdır? ,
- Onun kadar yakın.
- Azami dikkat, azizim... Fistülleri görüyorsunuz. Bu hale gelen bir bacak tababeti korkutur... Röntgen yapılsın... Bir de bizim pavyondan bir koltuk değneği verilsin... Yenisini tedarik edinceye kadar bu ayak yere basmamalıdır. Kafi istirahat. Günde birkaç kere pansuman. Bünyeyi takviye. Hasta çok zayıf. Bunlar yapılmazsa ben bu gence bakamam. Nafile çalışmış oluruz.
Evvelâ koltuk değneği geldi. Kullanmasını beceremedim. Öğrettiler. Bununla attığım ilk adımlarda başım dönüyordu. Bir koluma arkadaşım, ötekine Mithat Bey girdi.
Röntgen kalabalıktı. Fakat Mithat Bey beni tercih ettirdi. Yedi sekiz resim çektirdi.
Hayatımız hemen her gün beraber geçtiği halde

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin