Dehlizde kalın, hâkim bir ses yükseldi, bir insan ismi çağırdı, bir kadın ve bir erkek koştular. İlk yüksek ses ve ilk gürültü. DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU / 101 Dört beş kadın erkekten mürekkeb bir kafile geçti. İçimde meraklar birikiyor. Her hareketin, her küçük hâdisenin sebebini öğrenmek, benimle alâkasının derecesini bilmek istiyorum.
Bu adamlar niçin geçtiler? O çocuk nereye gidiyordu? Bu kapı niçin kapandı? Ne kapısıdır? Bu hasta arabası nereye götürülüyor? Kimin için? Odama iki erkek ve bir kadın girdi. Hiçbirini tanımıyorum. Erkekler çok ciddî. Benim odada bulunuşumla alâkaları yokmuş gibi yatağıma yaklaştılar. Erkeğin biri kadına sordu:
- Kontrol kâğıtları değişti mi? Dün gece derecesi alındı mı? Bu, bağıran hasta değil mi?
Bana yaklaştı ve yüzüme bakmadan koltuğumun altına derece koydu. Öteki adam Fransızca şunları söyledi: "İkinci ameliyatta belki bacağı kesilecekmiş. Sinirleri çok zayıf, vücut da tehlikeli. Operatör ciğerde bir âfetten korkuyor." Dereceyi koyan adam, Fransızca şu cevabı verdi: "Hep böyle tehlikeli hastalar gönderiyorlar. Burası morga döndü. Sonra da tahsisatı kesiyorlar." Sert bir tavırla dereceme baktı ve başucumdaki kâğıda işaret etti. Sonra bana döndü.
- Sana üçten yemek yazıyorum. (Sonra öğrendim ki, bu, hastahanenin bir tâbiri imiş.) Çok ye! Bak zayıfsın. Anladın mı?
O kadar kaba, işinden bıkmış, sinirli bir soruşu vardı ki, nefretimi sesimin perdesiyle hissettirerek "Peki" dedim.
Gene kâğıtlara bir şeyler yazıldı, çıkıp gittiler. Birdenbire kendimi o kadar yalnız buldum ki, oda kapısında herhangi bir tanıdık yüz görüneydi, sevinç- 102 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
ten haykıracak, yataktan atlayacak, boynuna sarılacak ve beni buradan alıp götürmesi için yalvaracaktım.
Koridorda kalabalık gittikçe artıyordu. Bir kaç hasta çocuk geçti. Bitişik salonlarda hastaların mırıltıları başlıyordu.
Hastahanenin sessizliği kadar gürültüsü de beni korkutuyordu. Dışardaki bütün faaliyetin beni incitmek için hazırlık olduğu şüphesinden kendimi kurtaramıyordum. Odanın önünde her ayak sesi yaklaştıkça, bana fena bir haber vereceklermiş gibi, korkudan büzülüyordum. Çığlıklar Saati
Bağırmamayı öğreten mektep. Pansumanlar başladı.
Kapının önünden, hastabakıcı kadının kucağında, yedi sekiz yaşlarında bir çocuk geçirdiler.
Koridor tenhalaştı, sesler kesildi, koğuşun bütün ruhu sindi ve bütün zekâsı bir tek ıstırabın üstüne eğiliyor.
Keskin bir çığlık, koridorun havasında büyük bir uçurum açarak tâ diplere kadar gitti. Sonra ses kesildi. Mırıltılar, hafif bir çığlıkla karışan uzun bir inilti.
Gerildim ve yatağın içinde sivrildim. Bir avucumla şilteyi sıkıyorum.
Kolu sarılı bir çocuk daha geçiyor. Ses yok. Bekliyorum. Korkudan elimi yüreğime bastım.
Kapımda bir adam. Bana
- Hazırlan! dedi, bundan sonra sıra sende.
Ne sırası? Bilmiyorum. Ameliyat mı? Pansuman mı? Ne yapacaklar? DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU /103
Bir çığlık daha koptu ve kulağımın deliğinden giren bir yıldırım gibi, vücudumu korku ile yakarak dağıttı. Birdenbire gevşeyerek çöküvermişim. Hastabakıcılar odama girdiler.
- Haydi, gelin, dediler.
Titreyerek bacağımı yataktan uzattım: Terliklerimi görüyor, fakat sağlam ayağımı bile içine sokamıyor, şaşkınlıktan kaçırıyor, bir türlü giyemiyordum. Kadınlardan biri:
- O kadar korkma, o kadar korkma... Pansuman bu! Her gün yapılacak... Alış! diyordu. Kollanma girdiler.
Pansuman odasına girince operatörü görerek biraz ferahlıyordum; fakat, işinin ciddiyeti arasında benimle eski hastalar arasındaki farkı o kadar unuttu ki, aşinalık bile etmeden, yalnız tımarcıya emir verdi:
- Masaya yatsın!
Masaya yatırdılar. Dizimi süratle çözüyorlardı. Operatör başucuma geldi. Yaraya bakarak benimle konuşuyordu:
- Sen dün gece neler yapmışsın? Hastahane birbirine girmiş. Burada yalnız sen misin? Altı yaşındaki çocuklar var. Fakat hastalık sinirlerini çok yormuş olacak. Bakalım?... Hımmm... Buradaki arıza yere düşmekten... Fena zedelenmiş... Peki, peki, dur... Korkma!... Az mı?... Peki... Ha!... Dur, dur... Hımm... Pekâlâ...
Yanındakilere emir verdi:
- Pansuman. Bana döndü:
- Yarın ilk ameliyatı yapacağız. Ondan sonra netice belli olur. Bugünlük bu kadar.
Sonra iki küçük sille ile yanağımı okşadı: 104 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
- Haydi... Korkma o kadar... Buradan yi öğrendikten sonra çıkacaksın! rmamaAmeliyat
Aslından daha korkunç gölge.
Öğleden sonra annem, Mithat Bey, arkadaşım geldiler.
Bana uzatılan ellere, bir uçurumun dibinde imişim gibi sarıldım. Bir tek cevabı saatlerce sürebilecek sualler soruyorlardı; hiçbirine cevap veremiyordum. Yüzlerce kelimeyi teksif edebilecek bir baş hareketi, bir bakış, bir teneffüs arayarak susuyordum.
Onlar, hastahaneye dışarıdaki hayatın karıştığı saatlerde gelmişlerdi; bu odanın gecesini sabahını tanımıyorlardı. Duvarlarda gölgelerin kımıldadığı, döşemelerin dinç seslerle öttüğü ve dehlizlerin canlı şekillerle kaynaştığı bu hayat ve hareket saatindeki hasta-hane bambaşkadır. Bu dekor, benkn bir gece evvelki halimi anlamak isteyenlere hiç bir şey söylemez.
Onun için ben de söylemiyorum: "İlk gece biraz yadırgadım" diyorum. Hâdiseleri bilmiyorlar.
Akşama kadar oturdular. Sıhhatte olmak neş'esini gizleyemiyorlar. Yalnız annemin arada bir gözleri dalıyor.
Bizden uzaklaşmadıkça bize görünmeyen sıhhat, itiyadın verdiği hissizlikle, sağlamların şuurundan kaçıp nasıl ve nereye saklanıyor? Onu ben görüyorum, çünkü benden uzak; onu ben Mithat Bey'in kırmızı yüzünde, çelikli damarlarında, arkadaşımın otururken rahat gerilişlerinde, bacaklarını uzatışlarında, korkusuz bakan gözlerinde görüyorum.