16 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
bir hayal değildi, birçok karışık tasavvurlarım arasında, çabucak çevrilen bir defterin yapraklarında görülen resimler gibi, görünmesiyle kaybolması bir oluyordu: Deniz, vapur, uzun ve çıplak bir yol, bir toz dumanı, köşkler, çayırlar, bahçeler... Fakat bu hayalin içinde ne fakülte, ne doktor vardı. Bunu,
o manzaraya sonradan ilâve ettim. Yemekte sustuk.
Bu, benim sessizliğime alışık olmasına rağmen, onu ürkütüyor gibi.
Sokak kapısının önünde çocuklar oynuyorlar. Ba-zan, birdenbire, keskin bir çığlık koparıyorlar. Kısa, şiddetli bir münakaşa. Sonra, aralarındaki meseleyi çabucak hallederek susuyorlar. Bu sükût içinde, oynadıkları oyunun teferruatına dalarak düşündükleri hissediliyor.
Bir an oldu ki bu sükût uzun sürdü ve dikkat edilecek bir hâdise haline geldi. Evin içi ve dışı susuyordu. Bir ses işitmek için konuşmak istiyordum, fakat nasıl çıkacağını bilmediğim sesimin bu vahameti arttırmasından korkuyordum.
• Tam o sırada, çıt... etti, merdivenin üstüne asılı farbalanm bir köşesi koptu.
Ürperdim. Bütün sofa kımıldanıyor gibiydi. Gayret ederek konuşmaya başladım:
- Bu akşam Erenköyü'ne gideceğim... Yarın öğleden evvel fakülteye gideceğim: Mithat bey, oradadır. Bir kere de o görsün, belki öteki operatörlere de gösterir de konsültasyona benzer bir şey yaparlar.
- Git ya, git... Erenköyü'ndekiler seni soruyorlardı, Paşa seni pek görmek istiyormuş.
- Gideceğim.
Konuşurken aramızda bir sevinç seyyalesi dolaşmıştı. Fakat bir an sonra ben operatörün kat'î kararım
DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU /17
ve ihtarım hatırladım. Ümitlerimin hepsini bir anda kaybettim ve düşünceye daldım.
Beni bastıran keder anneme de geçti.
Fakat ben bu kederimin sebebini biliyordum, o, bu kederinin sebebini bilmiyordu. PAŞA
Arkamda hafif bir ayak sesi ve sıçrayış.
PAŞA, kanepede, kendisini tanıdığım ve hatırladığım gündenberi oturduğu tarafta oturuyordu. Salonda akşam karanlığı arttığı için, kendisine pek yakın olduğum halde yüzünü göremez olmuştum. Bakışlarını, gülümseyişlerini ve yüzünün kımıldanışlarını sesinde bulmaya çalışıyordum ve ağır ağır konuşuyorduk. Hastalığımdan ziyade tahsilime alâka gösteriyor, imtihanda aldığım numaralan soruyordu. Nihayet karanlıktan sinirlendi ve hizmetçilere lâmba emretti. Arkamda açık duran balkon kapısından hafif bir rüzgâr giriyor, salona ıhlamur ve gül kokusu getiriyordu. Odaya ışık girinceye kadar gözlerimi hafifçe kapadım, bu köşke ait hatıralarımın uyanışına kendimi bıraktım. Paşa'nın ağır ve yeknesak sesi, kendisine ayırdığım küçük dikkati yormuyor, içimdeki hayallerin serbest uzanışı bozmuyordu. Daha pek küçük yaştan-beri, karşımdakini dinlediğim halde içimden başka şeyler düşünmeyi, zihnimi iki dikkatle çalıştırmayı öğrenmiştim. Karanlık da buna yardım ediyordu. Fakat odaya ışık girince dışarıyla meşgul oldum. Gözlerim
DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞ'JŞU /19
evvelâ piyanoya gitti ve üstünde birşeyler aradı. Kapıya da sık sık bakıyordum. Sonra bunun farkında oldum ve kapıya ahkamı dönerek yüzümü tamamiyle Paşa'ya çevirdim: Bu dö-> nüşüm sırasında, dizimi incitmemek için yaptığım hususî bir harekete dikkat eden Paşa, sıhhatimi sordu. Bazı kısa ve yanlış izahat verdim, ertesi sabah fakülteye gideceğimi söyledim.
Hastalığıma dair sualler soruyor, verdiğim kısa cevaplarla kanaat etmiyordu. Arkamda hafif bir ayak sesi ve sıçrayış oldu. İçeriye girenin kim olduğunu anladığım için başımı çevirip Jbakmadım. Kulağımın dibinde keskin bir ince ses: - Hani benim kitaplarım? diye bağırdı.
O vakit biraz dör düm ve Paşa'nın kızı Nüzhet'e cevap verdim:
- Getirdim.
Elimi sıkarken vahim bir şeyden bahsettiğimize dikkat etti, ağırlaştı ve dinledi; ,ka: Paşa'nın suallerinden sıkılmaya başlamıştım, .u o.".t de yanımızda çok durmadı, bir sıçayışta balkona çı;.t>. Bu, onun huylarından birisidir. Herhangi bir vaziyette ekseriya iki dakikadan fazla durmaz ve kaçar.
O uzaklaşınca bana küçük bir dalgınlık geldi. Paşa'nın sesini duymaz oldum, sonra birdenbire bu sesin yükseldiğini işiterek silkindim:
- İşitmiyor musun? diyordu, soruyorum: Bizim doktor Ragıp vardır, ona bir görün.
1 Ne söylediğin yarım anlayarak, dalgınlığımın utananı azaltmak için: ,, - Hay hay! dedim.
Ve arkasından, yakalandığımı zannederek epeyce kızardım. 20 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU Cinai Bir Roman
"M. Lökok'un kızı" uzun tasvirlerle başlıyor.
Paşa benim uzak akrabalarımdandı ve beni çok severdi. Dört beş yaşımda iken bile benimle saatlerce konuştuğunu hatırlarım. Bir mütekaidin münzevî hayatını dolduran küçük şeyler arasında ben de ehemmiyet kazanmıştım.
Son senelerde Paşa iyice ihtiyarladı. Konuşması ağırlaşmıştı ve bazı, konuşurken uyuyordu. Ben ona eğlenceli romanlar götürürdüm ve geceleri okurdum. Kanepeye yatar, arada bir, çocukluğumda çok işittiğim kahkahalarından birini atardı. Ben, son senelerde işitmez olduğum bu kahkahaları duymak için ona tuhaf romanlar okumaktan zevk alırdım. Ben de onu çok severdim. "M. Lavaredin kırk beş parası", "Çalgıcının seyahati" romanları onu güldürmüştü. "Çalgıcı"yı iki defa okudum. Nüzhet'e edebî romanlar götürürdüm. Biz babasiyle otururken o, odasına'çıkıyor ve bunları kendi başına okuyordu.
O gece Paşa, bana ne romanı getirdiğimi sordu:
- Bu sefer tuhaf roman getirmedim, cinaî roman getirdim.
Buna da memnun oldu ve herkes yattıktan sonra okumaya başladım. Paşa gene kanepesine uzanmıştı. Okuduğum romanın ismi "M. Lökok'un kızı" idi ve ilk sayfalan gayet uzun tasvirlerle başlıyordu. Birkaç sayfa okuduktan sonra Paşa sordu:
- Daha sabredelim mi?
Bu suali intihabıma telmih saydığım için:
- Ediniz.
Dedim ve okumaya devam ettim.
i DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU / 21
O sırada salon kapısı önünde bir patırdı oldu. Başımı çevirdim ve Nüzhet'in bana işaret ettiğini gördüm. Okumamı bırakarak dışarı çıkmamı istiyordu. Halbuki romanda epey ilerlemiş ve meraklı yere gelmiştim. Paşa, bu çıkışıma razı olmayacaktı. Gözleri kapalı dinlediği için kızının işaretini görmemişti. Ben Nüzhet'e işaretle menfi cevap verdim ve okumaya devam ettim.
Nüzhet ayaklarının ucuna basarak bana yaklaştı ve omuzumdan sarstı. Kaşlarımı çatarak okumaya devam ettim. O sırada kulağıma fısıldadı:
- Budala! Baksana: Paşa babam uyuyor!
Sahi... Paşa, başı arkaya doğru kaymış, uyuyor, hattâ hafifçe horluyordu. Ayağa kalktım ve Nüzhet'le beraber dışarı çıktım.
- Nurefşan'ı gönderelim de onu yatırsın. Biz seninle bahçeye çıkarız.
Polis hafiyesi M. Lökok'un araştırma yaptığı meyhanenin merdivenlerinden iniyormuşuz gibi, basamakları ihtiyatla inerek Nüzhet'in arkasından gittim ve bahçeye çıktık Havuz başındaki demir kanepeye oturduk.
Başımızın ucunda, tâ uzaklara kadar sıralanarak ötüşen ağustos böcekleri, bütün Erenköyü'nü uzun bir ses zinciriyle çeviriyordu. Sıcak bir rüzgâr. Sanki ilkbahardan yaza geçilen mevsim çizgisinin üstündeyiz, etrafımızda gizli bir coşkunluk var. Ciddi Bir Adam Bir aşk teminatına benzer sözler. Havuzda yıldızların aksine bakıyoruz; fakat ayni şeyi hissetiğimizden emin olmamak azabı içindeyim.
22 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
Onun ne düşündüğünü anlamak için ilk sözü ondan bekliyorum ve bunun müstehzi bir cümle olmasından korkuyorum.
- Sen çok ciddi adamsın! dedi.
Hayret ettim. Sessiz, uslu oturuşuma mı telmih ediyordu?
- Niçin? diye sordum.
- O kadar işaret ettim, ettim, gelmedin.
- Ben Paşa babanı uyanık sanıyordum.
Birkaç dakika geçti. Birbirimizin nereye baktığını bilmeden geceyi seyrediyorduk.
- Senin haberin yok, dedi, beni biri istiyor. İzahat isteyen bir susuşla sustum. Devam etti;
- Bir doktor.
- Doktor Ragıp mı?
- Ne biliyorsun?
- Hissettim, bu akşam Paşa baban bir doktor Ra-grp'tan bahsetti.
- Beni istediğini söyledi mi?
- Hayır... başka türlü bahsetti. Fakat ben bu ishıi yeni işittiğim için tahmin ettim.
- Evet... İşte o...
Gene susarak izahat istiyordum, anlattı:
- Genç bir adam... Mektepten yeni çıkmış... Bize iki defa geldi, bir defasında
beni gördü. Annesiyle istetmiş. Babam reddetmedi, "düşünelim" dedi. Düşünüyor. Ben gene sustum. Nüzhet anlatıyordu. Fakat, artık söyledği şeylerden ziyade sesine dikkat ediyordum ve bu meseleyi nasıl telâkki ettiğini sezmeye çalışıyordum. İstihza sesine hâkimdi; fakat zaten onun tabiatı müstehziydi ve böyle olmasa bile, kendisini isteyen adamla mı, hâdise ile mi, benimle mi istihza ettiğini anlamak güçtü. Anlatırken arada bir küçük kahkaha atıyordu: DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU / 23
- Biliyor musun? diyordu, bunlar hoşuma gidiyor... Evin içinde büyük bir
mesele... Herkes bunu... yani beni düşünüyor. Boyum, boşum, kaşım, gözüm... Onun tahsili, parası, güzelliği... bir sürü mukayeseler! Ben
• hep gülüyorum. Annem bana kızıyor.
Bir kahkaha daha attı. Ben ağzımı açamayacak bir hade idim ve dinlemekte de güçlük çekerek susuyordum. Birdenbire kolumu tuttu:
- Of!... Sen ne ciddi adamsın! Bir şey söylesene... Büyük bir itiraf yerine geçmesinden korkarak şunları söyledim:
- Bu bahisten hoşlanmıyorum.
Bu sözüm onu epey düşündürdü. Aramızda, hislerimiz hiç bu kadar soyunmamıştı. Hafifçe kolumu sıkmaya başladı ve birdenbire alçalan bir sesle mırıldandı:
- Ragıp bey beni istedi diye, ben de hemen evlenmiyorum ya... hem ben daha on dokuz yaşındayım.
Hemen boynuna sarılmak istedim. Bu sözler benim için bir aşk teminatı yerine geçti. Bir anda pek çok şeyler öğrenmiş olduğumu zannettim. Fakat, biraz düşününce bunun bir teselli olabileceğini de anladım ve bir an evvelki kederim arttı.
Nüzhefin Kahkahaları
Onun birçok heyecanlan otomatiktir.
Ben Nüzhefin kahkahalarından ürkerim, bu, bir silâhtır ki Nüzhet onu başkalarının zaafları üzerine merhametsizce boşaltır. Ağzından bu kısa, kesik ses Darçasınm dışarıya sıçrayışı kendisi için o kadar gayri 24 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
ihtiyarîdir ki infilâktan sonra o da her zaman şaşırır, bazan utanır ve nadir olarak da açtığı yaraya acır.
Nüzhet'in birçok heyecanları otomatiktir.
İşte, bu kahkahalardan ürktüğüm için bahsi değiştirmeye mecbur oldum.
- Ben yarın öğleden sonra Fakülteye gideceğim. Dedim. Ona hastalığımdan pek az bahsederdim; o
da bana kısa bir iki şey sorar, aldığı cevaplardan herşe-yi anlamış gibi susardı. Fakat sesimde gözlenen vahameti sezmiş gibi sordu: , - Hastalığın fenalaşıyor mu? ,
- Biraz fena... Galiba bir ameliyat lâzım.
Artık hiçbir şey sormadı ve sustu. Bu anda neler düşündüğünü anlamak için sükûtunun ne kadar süreceğini ölçmek fikr-i tedaisine intikal etmek için de ilk sözü ondan işitmek istiyordum. Bir hayli sustu. Nihayet şunu sordu:
- Babam sana Dr. Ragıp'tan ne diye bahsetti?
Bu suale cevap vermeden evvel, benim hastalığımın ona doktor Ragıb'ı nasıl hatırlattığını düşündüm ve içimden, korktuğum mukayeseyi yaptığına hükmettikten sonra cevap verdim:
- Hastalığımdan bahsolunuyordu da "Bizim bir doktor Ragıp var, bir kere de ona göster" dedi.
Nüzhet parmağını uzattı:
- Bak ay çıkıyor... Limon gibi sarı değil mi? Arkamızda bir çatırdı. Dönüp baktık, Nurefşan.
Yaklaşmaya cesaret edemiyor gibi. Nüzhet sordu:
- Ne var, Nurefşan?
- Hanımefendi; "Nüzhet artık yatsın", diyor.
- Geliyorum.
Kalktık. Nüzhet kulağıma söylendi: "Şu anneme de uyku verici bir roman getirsen de daha uzun konuşsak!"
DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU / 25
Her bedbaht gibi ben de bu basit nüktede bile bir merhametten, bir teselliden şüphe ettim: Kendi kendime güvenimi o kadar kaybetmiştim. Yeni Mesele
Istrap, ağırlığıma wı yordu. şeyler katı-
Yatağa girerken, her büyük felâketimde olduğu gibi, kendimi birkaç yaş birden büyümüş hissettim. Kırkını geçmiş insanların tecrübelerine sahip olduğuma inanıyordum, fakat hâlâ Nüzhet'e âşık olduğumu kendime itiraf edemeyecek kadar çocuktum. (Bunu hep sonraları, aylardan ve nice yıllardan sonra, bugün iyice anlıyorum.)
Yatağa girince vücudumun her vakitkinden fazla ağırlaştığını zannettim. Istırap ağırlığıma bir şeyler katıyordu. Dizim de çok ağrımaya başladı. Her gün istirahat etmeye ve koltuk değneğiyle yürümeye mecbur olan ben, o gün çok yürümüştüm, ve doktorların kat'î ihtarlarına rağmen bir bastona bile dayanarak yürümeyi daima reddettim. Uyuyamıyordum. Birçok fedakârlıklara hazırlanmak lâzım geldiğini anlıyordum. İçimde hep ne olduklarını bilmediğim gizli ve meçhul ümitlere sarılmıştım; onlar olmasa bir saniye nefes alamazdım; çünkü bütün hesaplar aleyhime çıkıyordu, bu meçhul ümitler beni aldatırlarsa mahvolacaktım.
Nüzhet'in doktorla evlenmesi ihtimalini düşündüm. Aklımla bunu tabiî buluyordum. Hiçbir zaman benden dört yaş büyük bir kızla evlenmeyi kurmamıştım ve onun günün birinde benden başka biriyle evleneceğini kıskanmadan düşünmüştüm; fakat böyle, ilk
26 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
defa bir istekli çıkınca yepyeni bir mesele ile karşılaştığımı görerek biraz
hayret ettim. Benim için bunu neden bir mesele olduğunu hâlâ anlayamıyordum. O gece hastalığımdan fazla zihnimi işgal ettiğinin farkında olmadan yalnız bunu düşündüm. Nüzhet'le beraber büyüdük. Benden yaşça büyük olduğu halde, onun küçükken bebekleriyle oynamasını, ben, istihfafla seyrederdim, bilhassa hastalığımdan sonra. Ben ondan evvel, ruhen çocukluktan çıktım, daha evvel ciddi-leştim. O hâlâ çocuktu. (Fakat bu da benim hoşuma gidiyordu.) Kendimde kaybettiğim şeyleri onda buluyordum. Fakat bütün bunları arkadaş hisleri sanıyordum.
Yalnız, büyüdükçe birbirimize yabancılaştığımızı birkaç kere farketmiştim, aramıza meçhul anlaşmazlık setleri yığılıyordu ve ben bunları yıkmaya çalışmaktan zevk alıyordum, fakat herbirini yıktıkça daha büyüğünün önüme çıktığını görmek beni hem sevindiriyor, hem kederlendiriyordu. Birbirimize açıldıkça kapanıyorduk. Önceleri herşeyimizi birbirimize açık anlatırken, sonraları, beni kendime karşı, onu da kendisine karşı hayrete düşüren birçok teceddütler ve hesaplar içinde susmaya başladık. Sohbetlerimize ihtiyaç girdi. Zaman geçtikçe birbirimizi daha çok tanıyacakken, birbirimize karşı yenileşiyorduk. (Bütün bunlar aşka benzer şeylerdir, o vakitler bunu anlamıyordum.)
* * *
Yalnız bir şey anlamıştım ki, ben çok bedbahttım. m O gece de yatakta bunu kuvvetle hissettim. Gözlerim doluyordu. Meçhul ümitlere inanmadığım an, beni kurtaracak şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum. Ümit etmek
DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU / 27
bile az. Emin olmak ihtiyacı. Yalancı istikbalin şüpheli vaitlerine değil, teminatına ve senedine ihtiyacım var. Halbuki o vait bile etmiyor ve kendisine beni nasıl karşılayacağını sorduğum vakit, korkunç bir dilsizlikle susuyor. Uyuyamıyorum.
Karanlık dehliz. Sarı mumdan heykeller. Fistül var mı? Üç tane. Beyaz eşya ve beyaz gömlekler. Ameliyat lâzım, ayağım biraz kısalacak. Böyle çekmek iyi mi? İşitmiyor musun? Soruyorum: Bizim bir doktor Ragıp vardır. Polis hafiyesi M. Lökok ve adamları siyah pelerinlerle meyhaneye girerler. Karanlık merdiven, iskelet, hayaletler, kandan bir kurdele, sarhoşlar, silâh sesleri, merdivenlerden bir yuvarlanış, havagazı fenerinin altında bir adam görünüp kayboluyor. Doktor Ragıp. Havuzda yıldızlar. Bir limon büyüdükçe büyüyor. Artık bu meseleyi konuşmayalım. Nüzhet'in kahkahası ve Nüzhet'in içi: Zavallı! diyor o, ben kan, cerahat, irin, ciddi adam, mahzun çocuk sevmem. Ben mes'ut olmak isterim.
Bir Genç Kız Ne İster? Mes'ut olmak ister. Elbette bir genç kız mes'ut olmak ister. Bu kadar basit bir şeyi kendi kendime anlatmaya çalışıyordum. Uyku ile uyanıklık arasındaki hayallerim içinde sendeleyen mantığım, hep bu neticeye geldiği halde, kani olmamış gibi, yeniden mukakemeye başlıyorum.
Ansızın inanılmayacak bir ses işittim: Oda kapıma vuruluyor. İnanmadım ve iyice kulak verdim, doğru.
- Kim o? Diye seslendim, hafifçe:
28 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
- Benim. Uyudun mu? Gireyim mi? Nüzhet! Gece yarısı Nüzhet! "Gir" diyemedim. Bir daha sordu.
- Gireyim mi?
Yatağımın içinde hayretle dimdik:
- Gir! Dedim, girdi.
Gömleğinin üstüne bir şal örtmüş. Ayakları, terlik içinde, çıplak.
Korkusunun şiddetini hissettiren büyük bir cesaret hamlesiyle yaklaştı ve bana bakarak bir kahkaha attı.
Ona bu geceki kadar hayretle bakmamıştım. Vücudundan başka kendisine hiçbir tarafı benzemiyordu. Hattâ o bile başkalaşmış: Kumral saçları açık sarı gibi. Elâ gözleri -ve canlı, hareketli gözler- simsiyah ve hareketsiz. Oynak başı kımıldamıyor ve mum ışığının sallantıları içinde uzanıp kısalıyor. Fakat yaklaştıkça vücudu o kadar büyüyor ki gözlerimi kaplıyor, odada ondan başka bir şey göremiyorum ve onu da tamamiyle göremiyorum. Bir kahkaha daha attı.
- Ayol... Nedir bu hayret? Bir kaçamak yapıp geldim... Uyuyamadım. Karyolama oturdu.
Hayretimin üstüne binen sevincimi taşıyamayacak bir hale geldim.
- Korkma! Hepsi uyuyor!... Periler bile duymadı geldiğimi...
Derhal Nüzhet'in odası ile annesinin ve babasının yattıkları oda arasındaki mesafeyi ve tehlikenin haritasını zihnimde ölçtüm. Biraz rahatladım.
Sık sık nefes alıyordu. Biraz açılan şalının önünde, o âna kadar bu derece olgunlaşmış olduğunu esvapla- DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU / 29 rınm üstünden anlayamadığım göğsünü gördüm ve yepyeni bir Nüzhet keşfettim. Yanımda bir başka insan. Baktığımı görünce göğsünü kapadı:
- Uyuyamadım, dedi.
- Ben de uyuyamadım.
- Sen niçin uyuyamadm? .#¦••'¦¦
- Sen niçin uyuyamadm?
- Ben bir şeyler düşündüm.
- Ben de bir şeyler düşündüm.
- Sen ne düşündün?
- Sen ne düşündün? Nüzhet'in bir kahkahası daha.
- Böyle giderse sabaha kadar konuşamayız, dedi.
Nadir fırsatlarda olduğu gibi, Nüzhet'e karşı istihza duyabiliyordum. Fakat arada bir vücudunun hareketleriyle bu istihzamı arzuya kalbediyor ve öldürüyordu.
Benim istihzamla onun açılıp kapanan şalı arasındaki sessiz mücadeleye devam ederek konuşmaya başladık.
- Ben bu adamı düşünüyordum, dedi.
- Hangisi o?
- İşte... O doktor Ragıp mı nedir? Hani beni isteyen adam.
- Ey?...
- Ben onunla evlenirsem ne olur? diye düşündüm.
- Ne mi olur?... Bilmem?
Bunu gayet tabiî ve kayıtsız söylemeye çalışmıştım; hattâ alâkamı gizlemek için yastığımın altındaki mendilimi aramakla meşgul görünüyor, mendil bir iki defa elime geçtiği halde bulamamış gibi yapıyordum. Susmaya mecbur oldu. Ruhumun üstünde bir ağırlık duymaya başladım. 30 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU İçimde, Nüzhet'in "Ne mi olur?" sualine türlü türlü cevaplar sıralanıyordu. Fakat zannediyorum ki, bunları ne kadar gizlemeye çalışırsam çalışayım, Nüzhet hepsini anlıyor. Öyle ise bunları gizlemek faydasızdır, söylemek de faydasız; bu iki şeyden başka bir şey yapamayacağım için bunalıyorum. Artık mendili de bulmuş olduğum için azabımı ötecek herhangi bir hareket bahanesinden de mahrumdum. Nüzhet beni kurtarmaya çalıştı:
- Peki... Sen söyle... Ne düşünüyordun?
- Birçok şeyler... -Ne gibi?
- Birçok... Anlatamam... Kısa kısa, başka başka, birçok şeyler...
Artık sesimi idare edemiyordum. İrademle bütün alâkasını kesen bu ses, kendimden bile gizlediğim derin bazı heyecanlarımı ele veriyor, beni bile hayrete düşürüyordu... Sustum ve gözlerimi de önüme eğerek saklamaya çalıştım. Bu zaafıma da isyan etmek istiyordum.
Artık Nüzhet havaî konuşmak zorunda kaldı:
- Yarın sen erkenden kalkacaksın*değil mi?
- Evet... Sekiz buçuk trenine yetişmeliyim.
- Öyle ise uyumalısm. -Uykum da yok.
- Başını yastığa koy, uyursun. , :
- Zannetmiyorum.
- Uyursun, uyursun. Haydi... Ben seni örterim.
Elini omuzuma koydu ve ısrar etti. Artık merhamete lâyık olduğumu anlamaktan utanmayacak kadar mukavemetimi ve gururumu kaybetmiştim, teslimiyetin zevki içinde başımı yastığa koydum.
- Hastalanırsın diye korkuyorum.
Diyerek avucunu alnıma koydu ve saçlarımı okşa-maya başladı. O vakit, içimde sıkışan duygular için ye-
DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU / 31
ni bir mecra keşfettim; eğer bu duygulan o tarafa doğru sevkedebilecek olursam, yalnız kurtulmakla kalmayacaktım, o anda mes'ut olacaktım.
İçimde bu inkılâp birdenbire oldu, Nüzhet'in kol-„ larını birdenbire tuttum, ve ona yepyeni gözlerle baktım.
Evvelâ biraz şaştı, sonra beni dikkatle süzerek bir şey düşündü; elâ gözlerinin bir yandan öte yana şeytanî bir yarım daire çizdiğini gördüm ve daha fazla cesaretlendim.
Vücudunu kendime doğru çektim, bıraktı, göğsü göğsümün üstüne düştü ve hararetlerimiz birleşti. İkimizin birden, yahut ikimizden birinin kalbi şiddetle çarpıyor, Nüzhet'in göğsündeki yaylan oynatıyordu. Bir avucumla başını tuttum ve başıma doğru çektim.
Dudaklarımız birbirine değer değmez, Nüzhet, elektrikli bir maden parçasını öpmüş gibi sarsıldı ve bir sıçrayışta ayağa kalktı.
Biraz durdu, göğsünü şişiren derin bir nefes aldı, belki bir şey söylemek istedi, fakat hiçbir şey söylemeden, hattâ nefesini boşaltmadan geriye döndü, koştu ve odadan çıktı.
Bir anda hem onu, hem kendimi anlamak ihtiya-ciyle, hareketsiz ve şaşkın durakladım. Şilte ve yorgan tutuşmuş gibi vücudumu alevler içinde hissediyordum. Yorganı attım ve yatağın içinde oturdum. İçimde büyük bir boşluk açıldı. Kalbimin çarpıntısından başka hiçbir şuurum kalmamıştı. Bu derunî boşluğu doldurmak için etrafa kulak verdim. Erenköy mırıldanıyor. İnce ve hafif böcek : üsleri, tren düdükleri ve köpek havlamaları, birbirine sarılarak bir ses yumağı halinde büyüyor, gecenin bir çok derin ve gizli sesleriyle karışıyor, rüzgârlara bürünüyor, başdöndürücü bir uğultu halinde yükseliyordu.