66 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
Hâlâ piyanonun üstünde birşeyler arar gibi yapan yengem, biraz şiddetli bir hareketle bana döndü:
- Niçin? dedi.
Teşhisinden emin bir doktor sükûnetiyle cevap verdim:
- Çünkü, Nüzhet'in birçok arzuları vardır ki o adam anlıyamaz.
Yengem, vücudunun birçok parçaları asabiyetle kımıldanarak, sesini yükseltti:
- Ne gibi arzular? Bir genç kız ne isterse bu adam yapabilir: Rahat ettirmek, giydirip kuşatmak, iyi muamele etmek...
- Hayır yenge! Bir genç kızın istediği şeylerin bu, binde biri bile değildir. Devir değişti. Hele Nüzhet sefalet görmüş bir kız değil ki, rahat etmek, iyi giyinmek onun için bir saadet olsun. O, zaten rahat. O başka şeyler ister.
- Ne ister?
- Kendine yakın bir insan ister. Koskoca bir doktorla anlaşamaz. Bu adam Nüzhet'ten on altı yaş büyük.
Yengemin daha fazla sinirlenmesinden çekinerek bahsi kestim:
- Fakat bunlar benim ilk görüşlerim. Siz o zatı daha evvelden tanıyorsunuz, daha iyi bilirsiniz.
Bütün bu konuşuşumda, kendimden ummadığım bir itidal, kendileriyle münakaşa edilmeyecek kadar haklı adamların itidalini göstermiştim. Paşa bir iki kısa kahkaha ile, bana taraftarlığını ilân etmişti.
Yengem, piyanonun üstünden rastgele birşey alarak dışarı çıktı. Bu aldığı şeyi sofada elinden atarak parçalaması bile mümkündü. O kadar sinirli bir yürü-i yüşü vardı.
Paşa ile aramda bir sükût oldu. Bu köşkün bütün" kaderi bu sessizliğin içinde idi, benim kaderim de. Bu-
DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU / 67
nun vehametini hissediyordum. Hiçbir şey söylemeye cesaret edemedim. Paşa mırıldandı:
- Nüzhet senin kardeşin. Onunla beraber büyüdünüz. O senin kardeşin! Birdenbire hiç beklemediğim bu sözler karşısında hayretimi gizlemedim. Bu bir ihtar! Her şeyi bilen bir adamın ihtarı. Büyük bir cesaretle sordum:
-Yani?
- Sen onun iyiliğini istersin ve rastgele evlenmeSÖji arzu etmezsin. Te'vil mi ediyordu? Tasdik ettim. Mikrop
Belki de bu, köşkte son gecem.
Doktorun kafi istirahat emri üzerine çoğalan bir ihtiyatla merdivenleri ağır ağır iniyor, pansumanımı yaptırmak için eczaneye gidiyordum.
Aşağı katta yemek odasının önünden geçerken sert ve yüksek sesli bir münaşaka duydum ve derhal benden bahsediliyormuş gibi kulak kabarttım; Nüz-het'le annesinin sesi:
- Anne (diyor Nüzhet, kendini bir mahkeme karşısında hararetle müdafaa edenlerin acı sesiyle) bana söyleme bunları... İşitmek istemiyorum.
- İşit! İşitmelisin! Canını sokakta mı buldun? Maazallah... (Ses yavaşlıyor ve kelimelerin hepsini duyamıyorum.) Mikrop. Sonra... çekersin (Ses artıyor). Anladın mı? Çekersin!
- (Şiddetli) Anne! Ben vallahi (Ses azalıyor) de- 68 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU ğil... (Ses artıyor) vallahi yaklaşmıyorum, vallahi uzak duruyorum.
- (Yüksek) Şakası yoktur kızım, mikrop bu...
- (Sinirli) Bana söyleme bunları.. - (Alçak sesle)... Ayırttım... Çatalına kaşığına işaret... (Yüksek sesle) Evin her tarafı mikrop...
Daha fazla dinlemek istemeyerek yürüdüm, hızla köşkün bahçesinden çıktım; eczaneye gitmek istemedim ve evvelâ istasyonda bekleme odasında oturdum. Benden bahsedilmediğine emin olmak için öteki ihtimallerin hepsini arıyor; fakat bir tane bile bulamıyordum; "mikrop" kelimesini hatırladıkça âdeta ismim söyleniyormuş gibi, ancak benden bahsolunduğunu anlıyordum. Pek mümkünki, yengem Nüzhet'le benim aramdaki mesafeyi çoğaltmak için hastalığımın sirayeti ihtimalinden istifade ediyordu. İçimde anî bîr karar doğdu. Kendini tatbik ettirmek için muhtaç olduğu büyük enerjiyi de beraber taşıyan bu kararı vakit kaybetmeden fiile geçirmek istedim. Zira onun en kuvvetli düşmanı zamandı.
Hemen, o akşam evime dönmeye karar vermiştim.
Pansumanımı yaptırdıktan sonra, köşktekilere bu anî kararı, tabiî göstermek için, güzel bahaneler arayarak yürüyordum.
Henüz akşam olmamıştı. Köşke girdim. Evvelâ salonu çıktım. Paşa orada. Nüzhet piyano çalıyor. Ben girince kalktı. Ona hiç bakmadan Paşa'ya doğru yürüdüm ve hemen kararımı söyledim:
- Müsaade ederseniz ben bu gece eve gideceğim.
Sebep olarak, Erenköy eczanesinde pansumanların iyi yapılmadığını söylüyordum. Paşa'nm canı sıkıldı. Hiç olmazsa ertesi gün gitmemde ısrar ediyordu. Ben de ısrar ettim.
Fakat Paşa âdeta emretti:
DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU / 69
- Yarın gidersin!
Derin bir kederle karışık ince bir sevinçle kabul ettim. Nüzhet hiçbir şey söylemiyor ve bu sükutiyle, beni anlayan tehlikeli bir mahlûk gibi görünüyordu. Piyanosuna devam etti.
Odaya Erenköy akşamları doluyordu. Her şeyin uzaklaştığı saat. Güneş ve renkler çekiliyor. Odada madenî eşyanın donuk parıltısı. Her şeyde bir iç çekilişi, bir sönme, bir hafifleme var. En katı cisimler bile eriyor ve Erenköy bayılıyor. Başımı arkaya salıveriyorum. Teslimiyet. Biraz evvelki azimkar hamlenin tersi. Nüzhet'in çaldığı havanın neş'eli ritmini duymuyor, yalnız melodideki elemi duyuyorum.
Köşke bu defa gelişimdeki ilk günü hatırlıyorum ve bana o gün başlayan bir hikâye, bugün bitiyormuş gibi geliyor. Belki de bu, köşkte son gecem. Nüzhet'e bakıyorum. Sade beyaz elbise ve piyanonun beyaz tuşları üstünde ağırlaşan eller. O da parçanın neş'eli ritmini kaybediyor. Ve beyaz elbise, beyaz tuşlar, eller kararıyor. . Gece. ' ¦¦¦:/'¦"¦.;
Paşa'nm sinirli sesi:
-Lâmba!! Kozmopolitlerin Hücumu Ellerinde siyah boyalarla gezen mukaddes adamlar. Ertesi gece de beni köşkte kalmaya mecbur eden bir sebep çıktı: Annem geldi. Gece sofra kalabalıktı. Yengemin daveti üstüne, 70 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU doktor Ragıp'la annesi de yemeğe misafir gelmişlerdi. Ben, Nüzhet'in yanında oturuyordum ve basit mevzular içinde konuşulan şeyleri dinlemiyor, söze karışmıyordum.
Bir aralık ismimin geçtiğini duydum ve başımı kaldırdım. Ragıp Bey bana bakıyordu: - Siz ne fikirdesiniz, efendim? dedi. Konuşulan şeyi takip etmediğimi bildiren bir hayret gösterdim. Paşa anlattı:
- Ragıp Bey diyorlar ki, İstanbul'da, gece yarıları, üçer beşer kişi, ellerinde birer kova siyah boya ile sokakları dolaşıyorlarmış ve nerede Fransızca bir ibare görürlerse derhal siyahla kapatıyorlarmış. Sen ne dersin? Almanlara yaranacağız diye kırk yıldır öğrendiğimiz lisanı bize unutturamazlar ya! Mevzuyu beğendim. Kime yaranmak olursa olsun, güzel Türkçe dururken, sokak levhalarına, tabelâlara fransızca ibareler yazılmasına aleyhtar olduğumu söyledim. Paşa ve doktor, basit kozmopolit fikirleriyle bana hücum etmeye başladılar. Paşa, Fransızlar'a sevgisini içtimaî bir akide seviyesine çıkarmak için nafile yoruluyor. Fransa'nın bizim kültürümüz üstündeki tesirlerine dair alelade Tanzimat fikirlerini sıralıyordu. Doktorun samimi olup olmadığını bilmiyordum, fakat onun bütün delili, Türkçe'nin kifayetsizliğini iddiadan ileri geçmiyordu. "Reçetelerimizi bile Fransızca yazıyoruz" diyordu.
Ben, o zamanın fikirleriyle bu iki adamdan fazla mücehhez olduğumu anlamanın nefse itimadiyle, kuvvetli müdafaa ediyorum. Fakat sofrada en son hükmü verecek yüksek bir efkâr-ı umumîye yoktu. Benim mücerret nazariyelerime karşı muarızlarımın müptezel teşbihler ve müşahhas delillerle müdafaa ettikleri tez, 1 bu cahil efkâr-ı umumîyeyi aldatabilirdi. Benim en za- jf yıf tarafım bu idi. Biraz Nüzhet'ten ittifak bekliyor-1|