54 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
fakat bir kere, inanmanın şehveti başladıktan sonra, hakikat olduğuna iman edilen şeyi bütün iştiyaklarıyla kucaklıyan insanlar gibi sevinçten çıldınyordum, kuruntumun utancını duymayacak kadar mes'uttum.
- Haydi, şimdi soyun, yatağa gir. Ben de şalımı alıp geleyim, üşüyorum. Nüzhet'in odaya yarı çıplak geldiğinin o anda farkına varmıştım. Nüzhet'in Uykusu
Gül bahçelerinde bir gezinti.
Nüzhet odadan çıkınca soyundum (Bir taraftan da Nüzhet'e itimadımı teftiş ediyordum.) yatağa girdim.
Nüzhet geldi, cibinliği açtı, içeri girdi ve yatağa oturdu.
Hâlâ onu sevdiğimi tamamiyle anlamıyordum, fakat sevinç içinde idim.
Ona dikkatle bakıyor, gözlerimi onunla dolduruyor, görüşüme karışan öteki eşyayı görmemeğe, onun gözlerimdeki aksini saf bırakmaya çalışıyordum.
Mum ışığında yarı çıplak, ne kadar güzelleşiyor! Her kımıldanışında bazı bir çocuk, bazı bir genç kız, bazı da bir kadın beliriyor: Saçlarının gıdığından kurtulmak için başının yaptığı ilcaî küçük sıçrayışlarıyla bir çocuk, gömleğinden kurtulan yarı çıplak bir omuzun yavaşça ve utangaç içeri kaçışıyla bir genç kız; ve arada bir, arzulu bir teneffüsle gerilen göğsünün ileriye çıkışı, kendini gösterişi ve kuvvetli kabarışıyla bir kadın. Ve şalı idare eden kıvrak, zeki eller. ¦' > Ve ne şefkatli arkadaş! Beni temin ediyor. DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU / 55
- Bu evlenme meselesi beni sinirlendirmeğe başladı. Söz kesmek bilmem ne... Bana sormadan ne bu!... Ben şimdi gülüyorum, hâlâ tuhafıma gidiyor ama... Günün birinde kızıvereceğim.
Ellerini tuttum. Canlanarak söylüyor.
- Bu adam bize iki üç defa geldi, arkasından beni istedi. Böyle evlenmem.
- Sen nasıl evlenirsin?
- Nasıl evleneceğimi bilmem, fakat böyle değil herhalde...
Nüzhet'i tekrar kucaklayarak kendime çektim. Daha doğrusu bu sefer kendisini bana o çekti (fakat "ben gene cesaretimden mağrurdum) ağzıyla ağzımı ariyan o idi (fakat ben gene cesaretimden mağrurdum), elleri ensemde birbirini buldu ve dudakları yüzümde nokta nokta dolaştı, sonra dudaklarımın üstünde durdu. Ben arka üstü yattığım için onun başının ağırlığı da dudaklarımnkine zammoluyor ve benim dudaklarımı sıcak bir tazyikle yuğuruyordu... (Göğsümle göğsü arasında da aynı hâdise.)
Bu hal çok uzun sürdü. İlkönce bırakmak şerefini ikimiz de kazanmak istemiyorduk.
Fakat, nihayet, Nüzhet'in yanağmdaki ateşin biraz soğur gibi olduğunu hissettim. Biraz kımıldadım, yüzüne baktım. Gözleri kapalıydı. Başı yana doğru kayıyordu. Hafifçe yastığın üstüne düştü. Üstüne eğildim. Uyuyor.
Uyuyor mu? Bir daha eğildim. Ağzı yarı açık. Derin ve titrek nefesler. Omuzları düşüyor, kolları gevşiyor. Gözkapakları inik ve erimiş. Uyuyor.
Başımı ona daha çok yaklaştırıyorum; ve onu uyandırmamak için yüzümle yüzü arasında kıl kadar ince bir mesafe bırakarak, al al olmuş yanaklarının kokusunu teneffüs ediyorum. Yanan bir gül kokusu. Yü- 56 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU zümü boynunda, göğsünde gezdiriyorum ve başımın bu ateşli gül bahçelerinde yaptığı gezintinin bitmemesi için uyanmasını istemiyorum.
Arada bir uyanıyor, boynuma sarılı kollarını biraz daha sıkarak uyuyor. (Veya gibi yapıyor.)
Nihayet benim, yorganı açarak onu içeri almak için yaptığım hareketten tamamiyle uyandı, silkindi ve yatağın içinde oturdu. İki elimi de tuttu. Gözleri
dalıyordu. Galiba uyurken görmeye başladığı rüya, uyandıktan sonra da devam ediyor.
Birdenbire tekrar bana sarıldı, sonra yataktan indi, ayaklarının ucuna basarak uzaklaştı.
I DEĞİŞİYORUM Ve içimde geriye dönmek korku-;, ¦ ¦ su var.
ERTESİ gün, kendimi bedbaht sanmakta bu kadar acele edişime kızıyordum. Bir gün evvel, kuruntularım yüzünden, kendisiyle bütün alâkalarımı inkâr etmeye kadar vardığım bu köşk, o gün beni her dakika sevindiriyordu. Paşa'nm bana fazla sevgisinden dolayı her vakit ciddî duran yengem bile, sofrada tabağıma yemek koyarken bu işinden zevk aldığını hissettiriyor:
- Yemelisin, yemelisin, ben seni burada şişmanlatacağım. Tamamiyle iyi olacaksın da öyle gideceksin... Bak bugün maşallah benzinde kan var. Erenköy sana iki günde yaradı.
Paşa'nm da neş'esi var:
- Bak, bu getirdiğin romana bayıldım. Bu akşam da okuyacağız değil mi? Bakalım, herif kızı kaçıracak mı?
Nüzhet de bana cemileler yapıyor:
- Sen burada iken vakit ne güzel geçiyor... sıkılmıyorum. Sana alışırsak ne yapacağız?
Bu basit sözler bir aşk itirafı kadar gururumu okşuyor. O günü akşama kadar Nüzhet'le bahçede geçiri- 58 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU yoruz. Mesut olduğumu şundan anlıyorum ki ne doktor Ragıp'tan, ne hastalıktan, ne de aynalı dolaptan bahsediyoruz. Âdeta, hayatımızda bunların hiç biri olmamıştır.
Kükürt serpmek bahanesiyle bağa gidiyoruz ve yere eğilerek, yapraklar arasında, dudaklarımızı birleştiriyoruz. Felâket gibi saadet de ne hızlı gidiyor! Nüzhet'e kocası olacak herhangi adam kadar yakınlaşmam için ne az mesafe kaldı! İstesem bu da olacak, fakat mesut olmayı o kadar unutmuşum ki bu sür'atten korkuyorum, daha fazla ilerleyemiyorum.
Nüzhet bana güzel bir rüya gördüğünü söylüyor, fakat bu rüyayı anlatmıyor.
- Niçin anlatmıyorsun? Anlatılmayacak bir şey mi?
- Sana bir şey anlatmak isterim ama bunu anlatamam.
- Utanılacak bir şey mi?
- Bunu sana söylersem rüyayı anlatmış olurum.
- Rüyada ben varanıyım?
- Güzel rüya dedim ya! •
- Anlat kuzum, haydi anlat.
- Anlatırsam belki rüyayı bir daha göremem.
- Bu rüyayı hakikat yapamaz mıyız?
Ağzıma küçük bir tokat vurdu ve şaşkınlığıma p,üî -dü.
Etrafıma bakmıyorum. Bağ. Çocukluğumun bir çok seneleri bu köşkte, bu bağda, bu bahçede geçti. Fakat kendimi yeni bir dekorun içinde buluyorum, etrafımda herşey değişiyor, asıl ben değişiyorum; iki gün içinde ne hâdiseler! Ben iki gün evvelki kendimi ve iki gün evvelki etrafımı tanımıyorum.
Ve içimde geriye dönmek korkusu var. Hiç bir şey hatırlamak istemiyorum. Elimi cebime sokarken, bana
DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU / 59
iki gün evvelini hatırlatacak bir kâğıt parçasına, bir şeye rastlamaktan bile korkuyorum.
* * *
Bahçe kapısından içeri bir adam girdi, köşkün harem tarafına doğru yürüdü. Nüzhet bu adama çok dikkatle bakmıştı.
- Kimdir? diye sordum.
Nüzhet yüzünü buruşturdu, cevap vermedi ve yanımdan uzaklaştı ve adamın arkasından gitti.
Adam bir dakika sonra köşkün bahçesine çıktı ve Nüzhet yanıma geldi. Hâlâ yüzünde can sıkıntısı vardı:
- Doktorun uşağı! dedi. Bu akşam kendisi gelecekmiş, uşağiyle haber göndermiş. Nüzhet, sükûtunun beni götüreceği ıstırapların önüne geçmek istedi.
- Yarım saat ben ona çıkarım, sonra seninle bahçeye gelir, otururuz. Ben bir şey söylemedim. Nüzhet devam etti:
- Sen de göreceksin onu, yarım saat filân konuşuruz işte... Olmaz mı?
Bir tek omuzumun küçük bir hareketiyle cevap verdim ve hiçbir şey söylemedim. Yalnız, derhal bir endişeye düştüm. Bana bu kuvvet kendimden mi geliyordu, Nüzhet'ten mi?
60 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU Doktor Ragıp
Tecessüs. Hatta yeni başlayan bir sevgi.
Uzun boy. Seyrek, ince ve sarı saçlar. Etlerinin her parçası aynı pembelikte, sıhhatli bir baş. Daima gülmeye alışmış ve ciddi halinde bile gülümseyen bir ağız. Amelî ve haricî bir zekânın daralttığı muzip, de-rinliksiz, kıvrak mavi gözler. İçinde -bana baktığı zaman- gurur, müsamaha, şefkat ve yukarıdan aşağı inen bir takdir. Kenarları biraz yayvan enli bir İslav burnu. Az kımıldayan bir vücut, dik duruş, gözlerin sinirsiz ve ölçülü bakışı. Mutedil bir zerafet. Bütün şahsiyette bir itidal, gayelere hendesî bir gidiş, sathî bir ahenk: Doktor Ragıp.
Mevzulara sükûnetle girerek konuşuyor. Sesi hafifçe titrek. Her sözünde ölçü hâkim: Rakam, mesafe, çizgi, harita, sayı.
- Efendim, bu trenler yirmi kjjometre bile gidemez. Yahut:
- Merkezi Erenköy olmak üzere bir daire çiziniz, Alemdağiyle Kadıköy arasındaki kutrun üstünde...
- Zavallı adamcağız günde otuz beş kere karısını düşünür, haftada iki defa onun gülümsediğini görmez.
Benim hiç konuşmadığımı gören Paşa, beni herhangi bir doktora bağlayan acı rabıta üstünde bahis açtı:
- Ragıp Bey, dedi. İyi tesadüf. Bizim oğlumuzun dizinde birşeyler oluyor. Bana döndü:
- Anlatsana... Sen bu hekimce lâfları biliyorsun. DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU / 61 Doktor Ragıp Beyin başı omuzlariyle beraber ve mekanik bir intizamla bana çevrildi.
Hastalığımın yalnız ismini söyledim.
Gözlerinden gurur çekildi ve yalnız şefkatle bakarak sordu:
- Ne zamandan beri? ';:;
- Yedi sene.
Nüzhet'in karşısında beni mahvedebilecek bir teessür ve merhamet gösterdi:
- O halde... derunî olacak: Tumeur Blanche. Nüzhet bu kelimenin mânâsını bilmediği için tasdik ettim. Fakat Paşa sordu:
- Ne demek o?
Bu suale cevap vermemesini istediğimi anlayan Doktor Ragıp:
- Hiç! dedi, yani bünyevî bir hastalık... Sonra bana:
- Alçıya kondu mu?
- İki defa. Belki gene koyacaklar. Birkaç kere de ameliyat oldum. Yengem içini çekerek mırıldandı:
- Zavallı çok çekti.
Odayı zapteden bu merhametten ürkmeğe başladım, fakat bu kuvvetli sarî duygu bütün ruhlara saldırıyordu. Paşa'nın da sesi ağırlaştı.
- Ne yapsak, Ragıp Bey, bu illet bizi düşündürüyor. - Delâlet edeyim, Paşa hazretleri, bir iki büyük operatöre gösterelim. Bu bahsi kesecek kadar şiddetle: ;
- Hepsine gösterdim, dedim.
Bir sükût oldu. Sesim o kadar fazla çıkmıştı ki aksi 62 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
hâlâ kulağımda idi. İfratımı tâdil edecek bir yumuşaklıkla dedim ki:
- Yarın fakültede yeniden bir konsültasyon yapıla- | cak. Ve büyük operatörün ismini söyledim. Doktor Ragıp:
- Çok güzel!
Dedi, bu bahsin kesilmesini istediğimi de anlayarak başka mevzuya geçti. Nüzhet iki defa salondan çıktı, girdi ve ikisinde de gözleriyle beni dışarı çağırdığı halde yerimden kalkmadım.
Tecessüs -hattâ yeni başlayan bir sevgi- benim. Doktor Ragıb'ı Nüzhet'e tercih etmemle neticeleniyordu.
Galiba, düşmana dosttan fazla bağlandığımız alâka noktası budur. Notlar
Bir felâketin on beş gün evvelden göftinüşü.
"Fakültede bilmem hangi koğuşun muavin odasın-dayım: İki karyola. Ortada yeşil bir masa, üstünde sürahi ve kitaplar. Duvarda bir elektrik zili. Sağda bir çamaşır dolabı.
"Odada kimse yok. Bizim Doktor Mithat Bey biraz dışarı çıktı. Burası Paşa'nm muavinlerinin odası imiş. . .-¦ <\-\<.yr'^ ' ¦¦¦¦¦¦ "Mithat Bey geldi. Bana soruyor: v > ;? ;«¦; ; "-Ne yazıyorsun? - ; :':; "- Bu odada gördüklerimi. "Şimdi iki erkek ve iki hıristiyan kadın içeri girdi. Erkeklerin sakallısı, kadınların birini muayene ediyor. DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU / 63 Madamın da zoru dizlerinde. Üç sene evvel tifo olmuş.
* * *
"Operatör.........Paşa'nm odasındayım. Demin bir röntgen resmi aldırdım.
"Bu oda bir müstatil. Sağda kapı. Beyaz örtülü ka-napeler. Bir sedefli şark usulü sigara iskemlesi. Bir sandalya. Masanın üstünde bir saat. Bir yazı takımı, iki bardak gül, sahibi belli olmayan sivri siyah bir fes (galiba bizim doktorun), tampon, İstampa, kahve fincanı, üstünde etiketi olmayan bir ilâç şişesi. Bir paket... (Operatör içeri girdi, dışarıda bir kalabalık) bir paket sigara.
"Duvarda, karşıda âdi bir ayna. Sol tarafımda, amfiteatrda yapılmış bir ameliyat resmi, yanımda bir derece, arkamda bir takvim. Kapıya yapıştırılmış bir sömestr kâğıdı, İstanbul'u bugünkü güzel haline getiren .......Paşa'nm odası. "Operatör bana doğru geldi:
"- Otur oğlum, otur! Ne yazıyorsun?
"- Yalnız canım sıkılmasın diye bu odada gördüklerimi.
* * *
"Kapının dışında kalabalık. Sesler.
"Operatör ayağa kalktı ve kapıya giderek durdu. "Talebe haykırışıyor:
"- Derse gelecek misiniz efendim? "Operatör öfke ile bağırdı:
64 / DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU
"- Beni istemiyorsanız, idareye söyleyin, başkası gelsin. O, paşa ise ben de beyim.
"- Hayır efendim, estağfurullah! sesleri.
"- Yok... Herşeyi franşman yapmalı, değil mi ama canım. "Operatör itidalini kaybetmişti. Odaya döndü. Yanlışlıkla kanapenin koluna oturdu. Kapıda duran bir talebeye bağırdı: "- Meselâ sana 'Kal' nedir? diye sorsam, bilmezsin. "- Burada elbette bilmem, efendim.
"Cevaptaki cür'ete şaştım. Fakat şu 'Kal' bahsinin ne olduğunu bizim doktordan soracağım. Dizim alçıya konacak galiba.
* * *
"Gardayım. Tren bekliyorum. Vaziyet fena. Operatör uzun uzadıya dizimi, röntgen camlarını muayene etti. Müthiş acılar geçirdim. Karar şu: Teşhis evvelâ kat'iyyen Arthirite Tuberculeuse. Tedavi: Evvelâ kat'iyyen koltuk değneği. Kat'iyyen ameliyat, alçı. Eski faciaların tekrarı. Kat'iyyen arka üstü uzanmak. Kat'iyyen bünyeyi kuvvetlendirmek. Operatöre kalsa ameliyat bir hafta içinde yapılacak. Bereket benim doktor:
"- Gidiniz, dedi. Erenköyü'nde istirahat ediniz, ama tam istirahat: Hem diziniz, hem ruhunuz... Biraz toplanınız... On-onbeş gün geçebilir... "Nüzhet'e bunları anlatacak mıyım? Hayır!.. Hattâ bu not defterini de saklıyacağım. Belki eline geçer, okur. Ona ve onlara diyeceğim ki 'İstirahat lâzım, belki sonra küçük bir ameliyat. Dizim iyidir.' O kadar. "Gişeler açılmıştır. Bir davranalım bakalım." DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU / 65 Küçük Bir Münakaşa Nüzhet'in saadetinden bahsedil- ¦¦¦¦¦'' ;: di.
• Paşa bana sordu:
- E... Doktor Ragıb'ı nasıl buldun, bakalım?
Bu sualin ehemmiyetini derhal anladım: Ciddî bir danışma. Ben küçükken bile bazı fikirlerime ehemmiyet veren Paşa'nın artık bugünkü düşüncelerimden kendine göre amelî neticeler çıkaracağını biliyordum.
- Sevimli adam.
Dedim ve durdum. Sözlerimi tanzim ediyordum.
- Başka? Başka? dedi.
Kapıdan çıkmak üzere olan yengemin piyano üstünde birşey aramak bahanesiyle odada kaldığına ve benim cevabımı beklediğine dikkat ettim.
- Başka?... diye biraz düşünür gibi yaptım. Cevaplarım hazırdı. Devam ettim:
- Kurnaz bir adam. Hilekâr demiyeceğim, aleyhinde bulunmak istemem, fakat basit bir insan. ; ^
- Ne gibi? '¦"
- Yalnız menfaatlerini sayacak kadar hesap biliyor.
- Pekâlâ... Bu adam... ,;,,. Paşa durdu, yengeme bakıyor, kararını vejşçjrjBİe < devam etti:
- Bu adam bir kızı mes'ut edebilir mi?
- Basit bir kızı mes'ut edebilir. ; ;,
- Meselâ bizim Nüzhet'i mes'ut edebilir mi? Ciddî bir muhakeme yapar gibi sustuktan sonra, cevap verdim:
- Hayır! ' ¦