Doğa sana gerekli her şeyi anlatıyor sadece kulak ver...

51 6 2
                                    

Gökleri inletircesine haykıran martılar, denizlerin ve gökyüzünün tek dilinin kendileri olduğunu kanıtlamak istermişcesine, büyük bir gürültüyle başlatıyorlardı günü. Üç gündür aralıksız yağan yağmur şiddetini dahada arttırmış ve rüzgarıda yanına alarak oldukça şiddetli bir fırtına oluşturmuş, insanı çileden çıkaran bir hal almıştı. Sabah saatleri olmasına karşın günlerdir olduğu gibi bu günde kendini siyah bulutların ardına saklayan güneş, gökyüzünü kaplayan karanlıktan rahatsız olmaksızın sakınıyordu ışıklarını insanlardan. Rüzgarın etkisiyle çığlık atarmışcasına hışırdayan ağaçların birbirine çarpan dalları bu kasırga havasında ki uyumu pekiştirmek için oradaydılar sanki ve tüm bunların yanında martılardan sözü devralan gökgürültüsü tüm heybetiyle bende burdayım derken bozuk bir ampul tutarsızlığında aydınlatıyordu havayı. Yinede bu sinir bozucu uyum insanlara bir şey anlatmak için bir araya gelmiş gibi duruyor, fakat kimse bunu umursamadan sinirleniyordu doğaya. Bu durumun biran önce bitmesini dileyen gözlerde ve sürekli sessiz ve öfkeli söylenişlerin olduğu anlaşılan dudaklarda hep aynı çaresizlik vardı. Bıkkınlık ve sabırsızlıkla birleşen bu duygu herkeste aynı olan feryat dolu düşüncelere sebep olsada kimse kimseninkini fark edemeyecek kadar telaşlıydılar. Bunca kargaşa ve acelenin içinde diğerlerinin aksine ilk kez bu kadar doruklarda yaşadığı sinirini gizleme gereği duymadan çığlık atarcasına konuşan;
- Harika sıradaki ne tsunami mi?
Kötü hava şartlarının pekiştiricisi olarak aksiliklerle başlanan bir sabahın ardından bu son zerzenişteki sitemkar tonlama ne kadar huzursuz olduğunun göstergesiydi. Gözlerini bulutlara dikerek söylediği bu sözler şimdilik sadece bir başlangıç olarak gözüksede başka şeyler söyleyecek gücü ve gereksinimi bulamıyordu kendinde. Her biri kendi derdine düşmüş onu görmek bir kenara dursun orda olduğundan bile bi haber  etrafta koşuşturup duran sayılarının az olmasına rağmen etrafı cehennemden farksızlaştıran insanlar  doğanın bu gün ki sunumuyla paylarına düşen büyük uyumu yakalıyorlardı. Çığlıklarına bi müddet için ara veren kahramanımız ise günün son sürprizi olarak var saydığı elindeki ikiye bölünmüş şemsiyesiyle göklere diktiği gözlerini bıkkınlıkla yere indirdi. Elinde olmaksızın dudakları sessizce kıpırdıyor ve gününün bu denli kötü başlayabileceği ihtimalini reddediyordu sanki. İçinden yeter diye bağırırken bir taraftan da elindeki iki parçaya ayrılmış şemsiyeyi etrafa vurmak ve daha da parçalamak istiyordu. Şimdilik bu isteğinden vazgeçerek kendini toplama kararı aldı. Son bir ümitle düşüncelerini tek bir tarafta yoğunlaştırdı ve gözlerini saatine doğrulttu. Tahmin ettiği fakat yinede son bir umutla baktığı saatin onun bu umuduna karşılık vermeyişi sinirlerinin daha çok gerilmesine sebep olsada yapabileceği tek şeyin farkına varıp, suratını ekşi bir şey yemiş gibi buruşturarak kırık şemsiyeyi yere çaldı ve ani bir kararla yeri dövercesine sert adımlarla koşmaya başladı. Gıcırdayan siyah çizmeleri yada montunun boyunluğuna iyice sakladığı halde buz kesmiş ve ince bir sızının başladığı yüzü şu anlık umrunda olmasa da tahammül sınırlarını zorluyor bide buna soğuktan istemsizce birbirine vuran dişlerinin çıkarttığı sesler ekleniyordu ne kadar rahatsız olsada dikkatini tamamıyla önüne verip biraz daha gömüldü boyunluğuna, gücünün sabrının ve takatinin sınırlarını zorlarcasına daha da hızlandırdı adımlarını. Normalde basmaktan kaçınacağı oldukça büyük göletler oluşturmuş olan çamur birikintilerini bu defa umrunda olmaksızın hızını hiç kesmeden bir çırpıda geçiyor, iyice daralan nefesini ve dışarıya çıkmaya hazırlanan göğsünü fark etmiyordu bile. İçindeki tüm şaşkınlık ve sinirini kustuğu düşünceleri, koşmaktan ağrıyan bacaklarının ve çantasının ağırlığından ezilen omuzlarının yanına ağrıyan bir baş olarak bir yenisini daha katıyordu fakat o bunu hiç hissetmiyormuş gibi devam ediyordu anlamsız ve tutarsız eleştiriler halinde düşünmeye.
- İlk kez, ilk kez böyle oluyor. Yada daha önce ben hiç rast gelmedim keşke gelmeseydimde...
Diye geveliyordu içinden ve evet bu kasabada ilk kez böyle bir gün yaşanıyordu. Yada böyle bir gün en son onun hatırlayamayacağı günlere tekabül ediyordu. Şaşkınlık dolu söylenmelerine devam ederken;
- Doğa kendisiyle boğuşuyor sanki. Diye geçirdi içinden daha yeni yeni yetişmeye başlayan bir ağacın yerlere kadar serilişini izlerken. Sanki bir güç yarışı yapılıyordu ve rüzgar açık ara farkla öndeydi yinede bu kesici soğuk en sinsileri olarak görünmeden onuda alt ediyor olabilirdi.
- Ne kadar da güçsüz ve çaresizmişiz. Bir feryat halinde kendisinin dahi söylediği anda şaşırdığı bu sözler insanları evrenin yaratılma sebebi olarak görüp her canlıdan üstün olduğunu savunan birine göre büyük bir kabulleniş bir itiraftı. Bu zamana kadar ekolojik dengenin en büyük düşmanının insanlar olduğunu savunanlara karşı her zaman insanın tüm varlıkların sahibi olduğunu söylemesine karşın şu anlık çok boş gelmişti ona bu düşünce yetersiz bulmuştu insanları evet belki şimdiye kadar çok şey başarmıştı insanoğlu ama hala önünde yığınla yol vardı ve ne kadar uğraşsa da yenemeyeceği şeyler. Bu tür düşüncelerle iyice kitlendiği zihninden sabırsızca çalan korna sesleriyle kurtuldu. Uykudan yeni uyanmış gibi anlamsız gözlerle baktı çevresine ve okula gitmek için geçmesi gereken otobanın ortasına ışıklara bakmadan atladığı için iki ezilme tehlikesini kıl payı atlatmış bir halde, arabalarını zorla durdurmuş ve yarı endişe yarı kızmış bakışlarla ona bakan sürücülerin bağırışları arasında buldu kendini. Olanları zorda olsa kavrayarak utancından iyice boyunluğuna gömdüğü yüzüyle bir nefeste arkasına bakmadan geçti yolu. Utanmışlığının verdiği siniriyle daha da bi hızlı koşmaya başladı. Nefes almak için duraklamaya karar verdiğinde okulun bahçe kapısından giriyordu. Durup bir için etrafına bakındı kimselerin olmadığı bahçe bu defa daha bir büyük daha bir huzurlu gözüktü gözüne. Tekrar koşmaya yeltendiği anda kalbine giren küçük bir sancının uyarısıyla biraz daha beklemesi gerektiğini anladı. Zaten yeterince geç kaldığı için nefesini biraz düzene sokmakta bir sakınca görmedi. Sırtını dayadığı büyük bahçe kapısı bile şuanlık dinlenmek için gayet rahat oluvermişti. İki büklüm şekilde dizlerine dayadığı ellerinden destek alarak yerine getirmeye çalıştığı nefesi biraz düzene girerken terden yüzüne yapışan saçlarıyla boğuşmaya başlamıştı şimdide. Düştüğünü varsaydığı, tokası olmadığından beline inen bu simsiyah saçları zapt etmek çok güçtü. Çantasını biraz kurcaladıktan sonra bulduğu kalemiyle bir topuz yaparak tutturmaya çalıştı huylarının yansıması gibi olan bu hırçın karanlığı fakat onlarda onun bir parçasıydı ve bu yüzden olsa gerek inat etmiş gibi bir türlü toplu durmuyorlardı. Yinede en inatçı olan oydu ve zorluklada olsa bir topuz yapmayı başardı. Bu arada belli belirsiz bir düzene giren nefesi biraz rahatlamasına sebep olsada hızlıca yokladığı saati bu rahatlığın başladığı gibi bitmesini sağladı. Bu gün zamanın tamamen kendine karşı olduğunu kendine iyice belirterek bir solukta eski halini alması hiçte zor olmadı. Uzun bacakları sayesinde merdivenleri alışkanlığında yardımıyla hiç zorlanmadan ikişer üçer çıktı. Kendini yönlendirmekte zorlanmaya başladığı bir hızla koşmaya devam etmeye çalışırken duvardan koluyla destek alarak döndüğü son koridorla artık sınıfın önündeydi ve vücudunun bu yıla yetecek kadar tempo yaptığına karar verdi. İlk koşmaya başladığı andaki soğuktan sızlayan yüzü şu an yanıyor terden banyodan yeni çıkmış gibi durmasını sağlıyordu. Aldığı derin bir nefesle sınıf kapısını çabuk bir hareketle açıp ivedilikle kendini içeriye atıverdi. Kapıyı kapatıp kendini toplayarak kan ter içindeki yüzünü sınıfa döndüğünde kapalı perdelerin loş bir hal aldırdığı sınıf oldukça havasız gelmişti ona ama bundan rahatsız olduğunu dahi fark edemiyordu şu an dikkatle sınıfa baktığında tüm gözlerin üzerinde olduğunu fark etti. Utanarak gözünü onlardan kaçırmaya çalıştığı anda arkasından gelen tıkırtıyla kaleminde bu hırçın karanlığa daha fazla karşı gelemediğini anlamıştı. Kötü bir zamanlamayla birden yüzünden aşağı dökülen saçlarının kesilmesi gerektiği geçti içinden ki saçlarının bir telinden bile asla vazgeçemeyeceğini bal gibi biliyordu. Arkaya doğru eğilip kalemi yerden aldı ve tam sessiz bir küfür savuracakken gözleri öğretmen masasının başında kuşkuyla onu süzen kişiye takıldı. Muhtemel olarak öğretmen olan fakat çok genç olan bu adam öğretmenden çok bir roman kahramanına benziyordu. Çünkü yüzünde özelliklede gözlerinde bunca tezatlığı ancak bir roman kahramanı barındırabilirdi. Oldukça genç olmasına karşın yüz ifadesinde yaşlılarınkine özgü ve hiç yapmacık durmayan bir ciddiyet bir yaşanmışlık vardı. Gözlerinin altında eski hatta asırlık gibi duran kırışıklıklar ve ışıl ışıl göz bebeklerine rağmen o çok yorgun simsiyah bakışlar  (hiç bu kadar kara bir göz görmemişti dipsiz bi kuyu gibi diye geçirdi içinden) genç cildini ve fit vücudunu görmese onun çok yaşlı olduğunu zannedebilirdi. Böyle bir anlığına dalıp gittiği düşüncelerden hala ayakta olduğunun aklına gelmesiyle sıyrıldı ve artık bu koşuşturmayı bitirmesi gerektiğini düşünerek gözlerini ondan ayırıp, kalemin tekrar saçlarıyla boğuşmasıyla uğraşırken derin bir nefesle, umursamazca ona bakan sınıfını tahammülsüz gözlerle süzmeye başladı. Cam kenarında oturan serap'ı fark edince hiç düşünmeden ona doğru yönelmişti ki arkasından gelen kesinlikle öfkesiz ama otoriter ve bi o kadar da kararlı ses yüzünden tekrar duraksamak zorunda kaldı.
- Sanırım bir şey hatta bir kaç şey unuttunuz.
Sözün anlamı gayet netti şuan kendisinden bariz bir özür bekleniyordu fakat bunu yapamazdı. Çünkü sigarayı bırakan ve ondan kaçması gereken insanlar gibi hissediyordu kendini yıllar önce kesin bir kararla özür dilemekten vaz geçmiş ve o zamandan beri bi daha kullanmamıştı bu iki kelimeyi. Elbette ki bu adam özür dilemekle ilgili katı yasasını bilmiyordu ve o sert sese bakılırsa umursayacağada benzemiyordu. Her zamanki gibi konuşurken gözlerini karşısındakinin gözlerine dikmek yerine kaçamak bakışlar atmaktan fazlasını yapmıyordu bu defa. Sabahtan beri saniye gibi geçen saatler şuan tam tersi bi vaziyette geçmek bilmiyordu ve adamın artık sabırsızlaşmaya başladığı git gide daha da çatılan kaşlarından anlaşılıyordu. Bu günün biran önce bitmesi için dua etti içinden ve yapmacıklı bir mahcupluk içinde üzgün tavırlarla:
- Bir daha olmayacağından emin olabilirsiniz; diyerek tekrar bir söz duymaya fırsat bırakmadan geçti yerine. Sonunda sırasına oturduğunda en ön sıradan hayranlıkla onu izleyen Alp'i fark etti. Epey yorucu geçen sabaha ve sızlayan vücuduna rağmen hiç bir zaman içinden atamadığı o küçük muzip kız çocuğu canlandı birden ve alaycı fakat masum bir göz kırptı Alp'e. Hareketine karşı kıpkırmızı olan Alp bir anlığına sabahtan beri yaşadıklarını unutup içten bir samimiyetle gülmesine sebep olsada tek kaşı havada garip bir dikkatle onu süzen öğretmeni görünce vücudu yıllardan beri ilk kez utancından kasılmış ve birinin üstünde bıraktığı intibayı düşünecek kadar pişman olmasını sağlamıştı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Mar 29, 2017 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

GASEKAN GASGASE Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin