ÇALGI BÜYÜSÜ-2

55 27 2
                                    

''Büyücüler buralarda barınamaz çalgıcı '' diye halk arasından yüksek sesle bastıra bastıra ve tekrarlayarak devam eden sözler kulaklarında çınlamaya devam ediyordu.Kafeste geçen bu yolculuk hem uzun hem ızdıraplı olacaktı tabi ki birde Aquilam topraklarının oldukça kurak ve kuraklığın etkisiyle gelen çöl sıcakları ; vücudunun bir demirin kor ateşte santim santim eritildiği hissiyatını , yüksek bir tınlamayla gelen ses dalgası gibi kulaklarına çarpıyordu.

Sıcakta etrafa bakmaktan gözleri kanlanmıştı ve herşeyi sahranın güneşten aldığı ısıyı yansıttığı kadar yoğun ve yıpratıcı etkisiyle görüyordu.Dudaklarının kuruması ; etkileyici ve gür ses tonunun bir daha o dudaklarından çıkmayacak hissiyatı ile kilitli hücrelere , elleri kelepçeli bir mahkum hüviyetinde tıkılacak endişesi vermişti.

''Bana su verin'' diyerek çaresiz halini belli etmek durumunda kalmıştı.Kimse aldırış etmemişti , at üzerinde boyunlarında at derisinden yapılmış şişe içerisindeki suyu istedikleri bir anda başlarına dikebileceklerdi nasıl olsa..Sesini duymayan askerlere sitem niteliğinde bir ses tonuyla ''Susuzluktan ölürsem kralla görüşemeyeceğim'' dedi ve sessizce beklemeye başladı.

İki asker aralarında sessizce dedikodu kazanı oluşturmuşlardı ve içine atabildikleri kadar malzeme atıyorlardı.''Komutana yaptıklarından sonra sakın verme bırak susuzluktan ölsün'' diğerine bakaraktan.''Haaayır bu şekilde olmaz.Kralın karar vermesi gerekiyor'' dedikten sonra boynundaki at derisi şişeyi çıkararak çalgıcıya doğru uzattı '' Al çalgıcı fikrimi değiştirmeden önce '' diyerek nazire yaparaktan verdi.Hayatında su içmemişçesine bir hareketle koca şişeyi tepesine dikiyordu.Ara ara ''B...nm siizz.. söy..lylck'' diye mırıldanırken şişeyi uzatan asker '' Ne mırıldanıyorsun suyunu iç büyücü '' diyerek elindeki kılıçla kafese vurdu.Yüzünde oluşan hafif tebessüm tüm yüzünü kırıştırmaya başladı bir süre sonra ''Benim size söyleyecek iki çift lafım var gardiyan bozuntuları '' dedi aşağılayarak.2 askerde bu tutumdan o kadar rahatsız olmuşlardı ki birbirlerini fişeklememek için ağızlarına demirden kilit yaptırmışlardı sanki.Parmağını kaldırarak '' Laflarına sözlerine dikkat et o büyü benim zırhıma işlemez '' dedi ve çalgıcıyı taşıyan kafesteki atların kalçalarına demir eldiveniyle iki şaplak salladı.Bu şaplakla beraber atlar şaha kalkmışçasına son sürat dar patika yollarda kafesi sağa sola yalpalayarak koşmaya başladılar.

Durumu fark eden komutan ''Atlar çıldırmış gibi koşuyor yakalayın çabuk '' dedi.Şaplağı atan asker arabanın ardından emri beklemeden çoktan fırlamıştı yetişirim umuduyla.At arabasındaki yük  ağırdı dolayısıyla atlar ne kadar hızlı koşarsa koşsunlar tek atla depar atan bir biniciye fark atamazlardı nitekim kısa bir süre sonra atları durdurdu ve kafese doğru yönlendi.Nefes nefese kalan çalgıcıya doğru bakarak'' Vakit soluklanma vakti değil acele et hemen kaçmamız gerekiyor'' bir yandan konuşurken diğer yandanda kilidi kırarak çalgıcıyı kurtarıyordu.Bitkin yorgun haldeki çalgıcıyı tutarak atın ön kısmına karın üstüne yatırdı.Çalgıcının kısa boylu ve hafif olması askere vakit kazandırmıştı.

Geldikleri uzun çöl yollarından dönmeyi tercih etmemişti ve güneye doğru gideceklerini tahmin etme ihtimaline karşın  yolun güney batısına doğru yönlenmeyi tercih etmişti.Bu yolu seçmesindeki bir sebepte uzun uza bir ormanlık olmasıydı.Ormanlığın verdiği kamuflaj görüntüsünü kullanaraktan koca bir bölüğü atlatmayı düşünüyordu.İnfigo Ormanları ; içindeki şairi ortaya çıkaracak kadar etkileyici , insanın ruhunu okşayacak kadar doğal ve yeşillikti.

Bazı müttefikler çalgıcı hakkında neler düşünebilirdi , at üstünde dar patikalarda 4 nala koşarken  derinlemesine düşünüyordu.Ormanlık çok büyük ve karmaşıktı , mutlaka bir müttefik önderliğinde yollarını bulmaları gerekiyordu.

Gözlerini güneşe bakarmış gibi  kısarak başını at üzerinde yığılmış bir cesetten ayrılabilmesi için kaldırmaya karar verdi.''Sen kimsin ve beni nereye götürüyorsun''dedi fakat suratına bakamayacak kadar ters bir açıda at üzerinde uzanıyordu.''Dinlenmen gerekiyor yolumuz uzun ormanlığa yaklaşınca bir kamp yapacağız sorularını oraya sakla '' diyerek kestirip atmıştı.Çünkü kafasından sadece müttefiklerin çalgıcı hakkındaki düşünceleri geçmiyordu.Müttefiklerin onu tanıyıp tanımama durumlarına karşı ne yapacağını henüz karar verememişti.Bu kararsızlıklar içerisinde tozu dumana bulayarak köyleri kasabaları atlatıyordu fakat meraklı gözler her geçtiği köyden bir bir güvercin uçurarak haber salmayı ihmal etmiyordu.İstediği numarayı denerse denesin Aquilam'ın yönetim biçimi sayesinde bu kadar hızlı haber ulaşım sağlanıyordu.

İleride yumuk yumuk tepeler gözlerine takıldı ve hemen akabindeki gür ve geniş ormanlık önlerindeki tepelere rağmen net bir şekilde gözler önüne seriliyordu.Atla yumuk tepelere doğru yöneldi o sırada çalgıcı gözlerini tekrar açtı ve kamp kurulacağını atın yavaşlamasıyla beraber idrak etmeye başladı.''Tepelerde mi kamp kuracağız ''  '' Öyle düşünüyorum hem gideceğimiz yolada çok yakın hadi toparlan burda duracağız'' dedikten sonra çalgıcı toparladı kendini ve atın üzerinden kayarak indi.

Kamp ateşini yakabilmek için ormanlığa doğru asker yönlendi ve bir kaç çalı çırpı ve dal topladı.Çalgıcı o kadar darbe yemişti ki yolculukta , onun ne kadar çok yıprandığını çok net bir biçimde gözleriyle şahit olmuştu.

Ateşi yakıp yüzlerini ateşe doğru çevirerek çimlerin üstüne uzandılar ve sohbet etmeye başladılar.Çalgıcı sohbet esnasında aklını kemiren o küçük ama işlevsel olarak boyutları aşacak kritik sorunun eşiğinde durdu sonra artık daha fazla içinde tutamadı '' Senin adın ne ve bana neden yardım ediyorsun''.Bir süre ateşe doğru bakarak iç geçirdi , daha sonra çalgıcının yüzüne döndü ve aslında kendisinin kim olduğunun önemli olmadığını ama onun kimliğinin çok önemli boyutlarda olduğunu anlatıyordu.''O zaman sen benim kim olduğumu biliyorsun'' dedi gülümseyerek.Kahverengi gözlerini ayırarak '' Sen geleceksin , Sen Tempus'sun'' dedi..

Değerli okurlar beğenilerinizi ve yorumlarınızı bekliyorum.

ZAMAN KRALLIĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin