Sevgilim...
Günlerce benden gelecek haberi beklediğini biliyorum. İzahat etmeme izin ver. Senin ülkene gittim. Senin doğduğun, büyüdüğün ve bana gelmek için terk ettiğin o topraklara... Annem ve ablamın yanına gideceğimi, bilhassa hasta olan babama dayanamayıp bakmaya gideceğimi -senin 'gitme' nidalarına rağmen- söylediğimi biliyorum. Benden mektup gelmeyince besbelli telaşlanmış ve anneme haber vermişsin. Öfkeni, telaşını ve hayal kırıklığını hayal edebiliyorum, zira onların yanında değildim bunca zaman. Lütfen mektubun sonuna kadar dayan sevgilim. Yanıma gelme. Çocuğumuzun yanında kalmanı, onu emniyette tutmanı ve yokluğumu hissettirmemeni istiyorum senden.
Seni ilk gördüğüm anı dün gibi hatırlıyorum sevgilim. Sanki bu noktaya gelebileceğimizi hissetmiş ama bir korkak gibi onca zamanı ziyan etmiştim. Nereden bilebilirdim? Senden nefret ettim. Babamın elimden alınmasının, ablamın sana hayran kalmasının, abimin ayyaş olmasının nedeni olarak bizzat seni gördüm. Şimdi anlıyorum; her şey olması gerektiği gibiydi. Seni yavaş yavaş ama doya doya sevdim. İlk ben sevdim.
Şehrime geldiğinizde, ilk isyan edişimde karşıma çıktın; beni tutuklamakla tehdit etmiştin. Ben yine de umursamadım, ablama nazaran. Bizi zarif bir şekilde faytona davet ettiğinde evime upuzun bir yol kalmışken ayaklarıma kara sular ineceğini bildiğim halde seni reddedecek kadar nefret ediyordum senden. Dedim ya, suçluydun benim gözümde. Seni görmemek için dua ediyordum her gün. Sonra siz babamı aldığınız için bizden, evimizi yakıp intikam almak istediler. Beni kurtardın. Hiç minnettar olmadım sana. Oysa içimden biri beni kurtarsın diye o kadar dua ettim ki...Odamın kapısını kırıp beni gördüğünde, bir an bile düşünmeden beni kucağına aldın. İşte beni ilk o zaman şaşırttın sevgilim. İlk o zaman aklıma girdin. Seni ikinci görüşümde kanıma girmeye hazırdın.
Ertesi gün düşmanım olduğunu bütün benliğim hatırlattı bana. Yine defalarca nefret ettim senden. Görmemek için dua ettim. Ama ne yazık ki ben senin evine geldim. Kalacak yerimiz olmadığından mecbur kaldığımızı söyler teskin ederdim kendimi. Her akşam seni görmemek için odamdan çıkmıyordum. Akşam yemeklerini nadiren sizinle yerdim, o zaman da hep başımı eğdiğimi hatırlıyorsundur.
Sonraları birbirimize hiç rastlamadık. Tam unuttuğumu ve dahi kurtulduğumu düşündüğüm an hastaneme geldin. Vurulmuştun, benden yardım istedin. Neden yardım ettim sevgilim? Bilmiyorum.
Yaranı sararken öyle yakınındaydım ki, kokunun burnuma dolması daha ilk çekişimde hoşuma gitti, kendimden korktum. Bana öyle baktın ki, oradan kaçtım.
Ondan sonra hep karşıma çıktın. Seni her gördüğümde nefretimi kusmam için fırsat veriyordun bana. Verdiğin cevaplarda üslubun o kadar güzeldi ki düşman olduğunu unuttururdun insana. Birçok noktada kesişirdik sevgilim...en çok edebiyatta. O zaman maalesef bunu öğrenmem uzun sürmedi. Zira birbirimize artık şiirlerle sesleniyorduk. Defalarca beni anladığını haykırdın bana. Defalarca duymadım seni değil mi sevgilim? Ama üzülmediğini söyledin sonradan...Beni haklı gördüğünü.
O gün vatan pahasına boynuma ip geçirmelerine razı olduğumda af dilememi, inkar etmemi ne kadar çok istedin benden! Kurtardın yine beni. Sana doğru düzgün teşekkür bile edemedim. Ama neden edemediğimi anlamışsındır sevgilim. Tanıyorsun artık beni. İçimde başlattığın yangını hiçbir şekilde sana belli etmemeliydim. Seni kurtaracağım zamanı deli gibi beklemeye başladım.
Son kez balo verdiğiniz zamanı hatırlıyor musun? Bir tek sen ve ben gitmemiştik. O akşam o kadar içtin ve defalarca ağladın ki. Dayanamayıp merdivenin ucuna, yanına, oturdum. İlk kez derdini sordum sevgilim. İlk kez o cesareti kendimde bulabildim. Çünkü hatırlamayacağını biliyordum. Sana neden ağladığını sordum. Aylar önce öldürdüğün Hasan Tahsin'i anlattın bana, arkadaşlarını anlattın, babanı anlattın. Hayatında kendini böyle anlattığın tek kadın olabilir miydim? Kaç saat merdivende -evin sıcaklığına rağmen buz kesmişten farksız olan merdivende- oturduk bilmiyorum. Saatlerce konuştun, ağladın. Ve ben ilk defa gözyaşlarına dokundum.
İçimdeki yangın o kadar büyümüştü ki düşmanım olduğunu unuttum. Asker olduğunu unuttum. O geceden sonra kırılgan bir oğlan çocuğuydun benim gözümde.
On gün sonra hastaneme geldin. Beni neden görmek istediğini anlamadığım halde sorgulamadım da. Sadece anın tadını çıkardım. İlk defa. Bana teşekkür ettin sevgilim. Elimi tuttun. Kahverengi gözlerine bakarken, o mahçup gözlerine, o kadar ağlamak istedim ki. Sana sarıldım. Gözümden düşen bir damla yaşı görme diye. Acıdığımı san istemiyordum. Zira acımıyordum sevgilim. Birden tüm ruhumu saran bir sarmaşık gibi senin kalbin tarafından esir alındığımı hissettim. Kalbim kulaklarımda deli gibi atıyordu. Öyle ki seninkinin de benimkiyle yarışırcasına attığını sonradan idrak edebildim. O an yeşeren umutlarımı sana nasıl izah edebilirim bilmiyorum. Nasıl bu denli bağlanmıştım sana? Bana en önemli kimliğimi, Halit İkbal olduğumu unutturdun. Hatırladığımda ise sanki sana, kendime ve memleketime ihanet etmiş gibi hissetmiştim. Bu öyle bir şeydi ki, utanç ve aşk içimde dans edercesine yarışıyordu. Artık seni düşünemezdim.Bir ay boyunca her saniye ne yaptığımı hatırlıyorum. Her salisesinde seni düşündüm çünkü sevgilim. Her akşam nöbete kaldım, evine gelmemek için. Öğlenleri ya hastanede oluyordum ya Halit İkbal kimliğimdeydim. Bu arada babam hakkındaki gerçeği öğrenmekle sarsılmıştık. Meğer bir vatan haini değilmiş...Vatanını kurtarmak adına vatan haini gibi gözükmeyi göze almıştı. Dünyanın en mutlu insanı olmam gerekirdi. Ama sen düştün aklıma. Bütün o suçlamalarım, nefretim..dağıldım. Savaş başlamak üzereydi. Yine bir gece nöbetteyken soluk soluğa sen geldin yanıma. Hilal, dedin, savaşa gitmiyorum. Mutlu muydun? Ben şaşkınlıktan tek kelam edemeden anlatmaya başladın. Annen gitmeni istemiyordu. Hatta babanla bu yüzden tartışmışlar, teğmenlik rütben baban tarafından alınmıştı. Yine de mutlu görünüyordun. Bir yandan babamın savaşa gidiyor olması beni kahrederken, bir yandan sana seviniyordum. Hastaneden dışarı çıktık ve banka oturduk. Sessizce seyrettik yıldızları. Sonra soğuk ellerimi sıcacık ellerine hapsettin. Şaşkınlıkla sana baktım. Gülüyordun. Hayır, her zamanki çarpık bir gülüş değildi bu, hüzünlüydü. Ama mutluydun sevgilim. Beni desteklercesine o kelimeleri söyledin: -Yanında olmak istiyorum Hilal
-Bende, dedim, sesimi zar zor duydun. Muhtemelen dudaklarımı okumuştun. Yüzlerimiz birbirine daha önce olmadığı kadar yakındı, ellerimiz birbirine kenetlenmişti, gülümsüyorduk. O an aynı cümleyi düşündügümüze yemin edebilirdim. "Gerçek düşmandan sınırsız bir cesaret akar içinize"
Bunları şimdiye kadar hiç bilmediğin için kendime kızıyorum. Seni ne kadar sevdiğimi sana hiç hissettirebildim mi? Sana duyduğum hayranlığı hep bastırmaya çalışmaktan zannederim yeterince belli edemedim. Zira bu sebepten de yazıyorum sana bu mektubu. Ama asıl nedeni bu değil.
Savaş bitene kadar gizli tutmuştuk aramızdaki münasebeti. Köşe bucak buluşuyorduk. Öncesinden daha fazla ve bu sefer güzel sanatlı şiirlerle sesleniyorduk birbirimize. Nasıl da mesuttuk...Sonrasında olacakları bilemezdik. Savaş esnasında babanı kaybetmiştin. Baban hayatında aldığı son nefesinde bile seni yaralamıştı! Üstelik savaşın kaybedeni olarak şehrimizden sürgün edildin annenle birlikte. Ben harap vaziyetteyken durumumu ilk babam fark edebilmişti. Bir Hristiyanla birlikte olamayacağıma dair upuzun bir nutuk dinledim. Sevgilim, bunlara kulak asmadığımı bilmeni istiyorum. Seni bulmalıydım. Buldum da. Senin yanına geldim. Aileme kafa tuttum. Ailemin seni kabullendiğini söylediğimde yalan söylemiştim. Çünkü bunu kaldırabilir miydin? Üstelik seni kurtarmaya gelmişken daha beter etmek ne haddimeydi. Affet...
Yanında geçirdiğim ilk gece hayatımın dönüm noktası olacaktı. O kadar hasret kalmıştık ki birbirimize, sorgu sual etmeden kendimi sana teslim ettim. Sende nazikçe sevdin beni. Ruhumu okşadın. Çocuğumuz o gecenin meyvesiydi. Şüphelerim sonucu ebeye gittiğimde ve gebeliğimi öğrendiğimde pişman olacağından o kadar emindim ki! Buna rağmen aldıramadım. Bunun günahını nasıl taşırdım boynumda? Bin kat yerin dibine geçerek sana çocuğunu taşıdığımı söylediğimde sımsıkı sarıldın bana; saçımı, yanağımı okşadın! Hala minnettarım sana. Ertesi gün ailemin yanına gitmekte ısrar ettin. Biraz daha beklemek istedim çünkü durumu mektupla izahat etmem icap ederdi. Zira tepkilerinden korktum. Sana bir tek babam farklı bakıyordu. Çünkü tanıyordu o seni. Babaanneme ve anneme seni ve çocuğumuzu kabul ettirmek pahasına canım çıkmak üzereydi. Sana fark ettirmedim tüm bunları. Üzülmene dayanamayacak kadar hassastım o zaman.
Beni, doğurana kadar o kadar el üstünde tuttun ki. Sana hayran olmamak elde değildi...Bunca şeyle nasıl başa çıkabilmiştin?(baban yoktu ve annenden uzaktaydın, arkadaşların ölmüştü)
Sana bunu sorduğumda benim aşkıma tutunduğunu söyledin. Keşke sormasaydım! En ufak bir hatamda seni üzebilme riskim her an beni kovalayacaktı artık!
Erkek evladımız doğduğunda bütün acılarımızı unuttuğumuzu hatırlıyorum. Bütün ev şimdi isim koyma telaşına girmişti. Ben Yunanca bir isim koymak isterken, sen Türkçe istiyordun. Böylece Cihan Fedor adında minik bir Leon'umuz geldi Dünyaya.
Bir ay sonra İstanbul'a taşındık. İzmir'in yerini elbet alamazdı ama aşık olmuştum bu şehre. Tabii seninde aynı duygular içerisinde olduğunu hissediyordum. O kadar yıl sanki peri masalındaydım! Şimdi sizden ayrılmak ne kadar zormuş Leonidas. Siz benim hayatımsınız.Neden gittiğimin nedenine gelelim o vakit. Amansız bir hastalığa yakalandım Leon. Sana söylemediğim için bana kızacaksın. Ama kendini benim için heba etseydin -yine- çocuğumuzla kim ilgelenecekti? Seni terk etmeye zorladığım topraklara gömülmek için, buraya geri dön diye, Yunanistan'a geldim. Bu mektup sana ulaşana kadar akıbetim ne olur bilemiyorum sevgilim. Cihan'a ve kendine iyi bak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Breathe Me
Fanfiction...Öyle bir şey var ki sana çekiyor beni; daha senden ayrıldığım anda, uzaklaşmadan içimi kavurur dönme isteği...