İzmir bu sabah çok kasvetliydi. Halk yağmurun her an yağmak üzere olduğu kanısında olduğundan; bir kesim dışarı çıkmıyor, eve kapanmak istemeyen bir kesim ise -bunun nedeni işgalin ileriki günlerinde evden hiç çıkamayacakları düşüncesiydi- akıllı davranarak şemsiyeleriyle dışarı atıyorlardı kendilerini.
Hilal bu kasvetli havanın sebebini Yunan işgaline vuruyor, ablası Yıldız'da 'öfkeni nereden çıkaracağını şaşırdın besbelli' diyerek susturuyordu onu. Evet, öfkeliydi Hilal ve hasta olunca daha bir asabi oluyordu. Bir bebek hırçınlığıyla son zamanlarda sesini zar zor duyabildiği ablasına dert yanıyor, arada bir özür diliyordu. Zavallı ablası hava alırsa kendine gelir belki diye düşündü...Fakat Hilal'e bu fikri kabul ettirmek ne mümkündü! Keçi inadı taşıyordu güzel kız kardeşinin her yerinden!
Böyle saçma ve kâbus gibi bir sabahtan sonra -Hilal'i ikna etmek öğlen saatini bulmuştu- güneşin tüm çıplaklığıyla kendini göstermesi mucizeydi doğrusu. Hilal'in keyfi bir nebze yerine gelmişti. Ablası kendisiyle gurur duymalıydı, duyuyordu da. Yine de kız kardeşi kadar keyifli değildi ve Hilal gitgide daha çok üzülüyordu onun bu haline. Ne derdi vardı?
Ablasının Rum arkadaşı Eleni'nin dükkânına gitmeye karar verdiler. Yıldız, Hilal'in kafasının dağılmasını, Hilal de ablasının en yakın arkadaşı Eleni'ye içini dökerek rahatlamasını istiyordu.
Kordon'da Teğmen'in olabileceği ihtimali aklının ucundan dahi geçmedi. İşe bakın, oradaydı Teğmen, bankta oturmuş sûkunet içinde denizi izliyordu. Hilal'in içi, Teğmen'in yanına gitme arzusuyla doldu. Göğüs kafesinin orta yeri sızlarken derin nefes aldı, kaşlarını hafif çattı.
Ablası arkadaşının dükkânına sürüklemeye devam etti Hilal'i, oradan ayrılmak istediği için ses etmedi Hilal. Teğmen'in sırtını görmek bile böyle sızlatıyorsa içini, durum vahimdi!
Eleni'nin dükkânında tahmin ettiklerinden fazla kaldılar. Erkekler hakkında boş lakırdılar ettiler, en çokta Yunan erleri hakkındaydı bu lakırdılar. Hilal'e daralma geldiğini gören Yıldız, besbelli konuştukları şeylerden sıkıldığını düşünerek kardeşini dışarı yolladı. Hilal'in de sanki beklediği buydu; hızlı ama kararsız adımlarla Teğmen'e doğru yürüdü. -Bu kadar zamandır kendisinin orada, o dükkânda olduğunu bilse hala bankta oturuyor oluşunu kendisini beklediği ihtimaline yorardı-
Hilal, Teğmen'in yanına oturduğunda kulaklarını dolduran bir sessizlik, bir de ölmek üzere olan bir kuşun kanatlarını hızla birbirine çarpması kadar hızlı atan kalbi oldu. Bu son zamanlarda sık sık tekerrür ediyordu.
Kendisinin geldiğini işitmeyen Teğmen'e seslendi Hilal. "Teğmen."
Leon'un keskin gözleri Hilal'inkilerle buluştuğu an yumuşamıştı bile. Küçük hanımının yanına gelmesinden memnun kaldığı çarpık gülüşünden anlaşılıyordu. "Hoşgeldiniz küçük hanım. Bir müşkülünüz yoktur umarım?"
Hilal'in bedeni şimdi bu sese, başta kulağına iğrenç gelen aksanı duyunca, çok sevdiği bir melodiymiş gibi tepki veriyordu. Ama sertliğinden taviz veremezdi, en azından belli edemezdi. Konuşmadan önce buz gibi olan dudaklarını yaladı. "Size dediklerimi ne derece ciddiye aldınız bilmiyorum Teğmen. Belli ki hiç almamışsınız. Ablama olan alakanız, bir işgalci olmasaydınız hoşuma giderdi belki. Lâkin öylesiniz Teğmen. Ve sizinle benim konuştuğuma dua edin, zîra abim Ali Kemal konuşacak olsaydı kaçacak delik arardınız!"
Leon şaşırmış görünüyordu. Yine de kızın çatık kaşlarına karşılık o da kaşlarını çattı. "Size de defalarca dediğim gibi küçük hanım, ablanızla aramdaki münasebet dostluktan ibarettir. Lâkin siz anlamamakta ısrar ediyorsunuz."
"Öyle mi? Aranızda dostlukta olamaz Teğmen. Ailemle aranızda hiçbir ilişki olamaz. Ne dost olun bizimle, ne de kapımızda nöbet tutun." Hilal her zaman ki gibi keskin konuştuğunun farkındaydı. Böyle su serpiliyordu yüreğine.
Leon'un kendisinden olabildiğince nefret etmesini, uzaklaşmasını istiyordu böyle yaparak. Nitekim Teğmen'i her üzgün görüşünün ardından canı acısa da, kızdığını ve uzaklaştığını görünce rahatlıyordu. Şimdi de elle tutulur derecesinde sinirlendiğini görebiliyordu."Siz bana kiminle ne olacağımı söyleyemezsiniz Hilal. Başından beri müsamaha göstermem beni her görüşünüzde nefretinizi kusacağınız anlamına gelmiyor."
"Herkes hak ettiğini yaşayamasa da her zaman, birileri yaşamalı Teğmen!"
Leon her zaman ki atışmalarında yaklaştığından daha yakınındaydı Hilal'in. Kolu Hilal'in kolunu tutuyordu, ikisi de farkında değildi bunun. Birbirlerine meydan okumanın heyecanında kayboluyorlardı şimdi.
"Sizin kusurunuz küçük hanım, herkesten nefret etme arzunuz."
Hilal öfkesinden güldü. Yaptığı alıntıyı da anlamıştı üstelik. Çok sevdiği kitabın pekâlâ çok sevdiği bir diyaloğuydu, devamını getirdi. "Ve sizinki de insanları yanlış anlamaya dünden razı oluşunuz. Ama inanın düşmanımın benim hakkımda ne düşündüğü zerre umrumda olmaz Teğmen."
Leon kendini geri çekti. Hilal'e eğilince çökmüş gibi gözüken omuzları daha da çöktü. "Acılarınızın çoğu sizin seçiminizdir, demiş Halil Cibran, Hilal. Yaşadıklarınızdan beni sorumlu tutmak seni rahatlatıyorsa devam et. Ama gerçeği örtbas edemezsin."****
Kadın bir uçurumdan düşerken aniden uyandırıldı sanki. Göğsünde yatan çocuğuyla birlikte ter içinde kalmışlardı. Rüyasının detayları birer birer aklından silinmeye başladıkça panik oldu, gözlerini tekrar yumdu devamını istercesine. Tekrar uykunun kollarına atıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Breathe Me
Fanfiction...Öyle bir şey var ki sana çekiyor beni; daha senden ayrıldığım anda, uzaklaşmadan içimi kavurur dönme isteği...