Hava yavaş yavaş kararırken Burak'ı gömdüler. Fatiha okuyup mezar başında beklediler. Güvenli ortamlara girmeye çalıştıkça aralarından sürekli birileri eksiliyordu. Mezar başında beklerken bit motosiklet sesi kulaklarına ilişti. Motordaki adam el sallar gibi bazı hareketler yaptı.
Yusuf: Bu benim motorum.
Berk: Serhat geliyor.
Serhat motorla bizimkilerin yanına yaklaşırken bir anda silah patlaması sesiyle motordan koptu ve metrelerce ileri uçtu.
Fatih: Yere yatın! Nişancılar etrafımızı sardı.
Mezarın etrafında çimlerin üzerine yattılar ve mümkün olduğunca ateş altında kalmamaya çalıştılar.
Bora: Arabaya gitmeliyiz... Herkes çapraz koşsun. Başarabiliriz.
Berk: Başka şansımız yok. Haydi arkadaşlar!
Bora önden arabaya koştu. Diğerleri Bora'nın arabayı çalıştırmasını bekliyorlardı. Fakat dağın yukarısından bir roket korkuyu ve telaşı arttırdı. Doğruca arabayı bulan roket büyük bir patlamayla yeri sarstı.
Onur: BORA!!!
Fatih: Nereden sıkıyorlar bu O***** çocukları.
Taşların diblerine sürekli mermiler geliyordu.
Bora: Buradayım ben araca girmedim!
Bora bir çantayla birlikte yanan arabanın yanından onlara doğru koşuyordu.
Onur: Durma durma! Ormana koşalım.
Hepsi ayaklanıp ormana doğru tabanları yağladı. Ateşleri ıskalamak için çapraz koşu yapıyorlardı. Nihayet tehlikeden uzaklaşana kadar ilerlediler. Bir ağacın dibinde oturup soluklandılar.
Fatih: Silahımız yok. Yiyeceğimiz yok. Araba heba oldu.
Bora: Sen öyle san. Ben silahları alabildim arabadan.
Yusuf: Çok iyi. Fakat böyle açıkta durmamalıyız. Güvenli bir yer bulup kamp kuralım. Çalı çırpıdan barınak yapalım ben avlanmaya çıkıyorum.
Berk: Hadi işe koyulalım madem.
Kızlardan Açelya alnına bir bant taktı.
Açelya: Bende avlanma konusunda iyiyimdir. Hiç olmazsa içme suyu bulabilirim.
Fatih: Tamam 1 saate burada olun. Kiminle ne yaptığınız umrumda değil artık kimse kendisini tehlikeye atmasın.
Kamp kuruldu. Açelya su ile, Yusuf'ta omuzladığı bir geyik 2 tavşan ile geldi. Ateşte yiyeceklerini kızartıp yerken başlarına gelen tramvayı atlatmaya çalışıyorlardı.
Onur: Sizce bizi ateşe alan o insanlar kim olabilir?
Berk: Büyük bir ihtimal Vali. Hastalığı bizim bulaştırdığımızı öğrendi ve tehdit etti. Onun olduğundan eminim.
Yusuf: Avlanırken üs gibi bir yer gördüm. Silahlı adamlar etrafını çitlerle çevriliydi.
Bora: Şu an bir üsse çok ihtiyacımız var.
Berk: Orayı ele geçirmeliyiz.
Onur: Ama kimin olduğunu bilmiyoruz. Başka düşmanlar edinebiliriz.
Parıltay: Kimsenin ölmesine gerek yok.
Yusuf: Evet ama o yerin arkasında tarla büyüklüğünde bir arazi vardı. Yiyecek yetiştiriyorlar.
Fatih: Yarın gidip bir bakalım. Araştıralım bölgeyi. Hayatta kalmak için mecburuz.
Diğer sorunlarda uzun uzun konuşuldu ve herkes ateşin etrafında birbirlerinin omuzlarına yaslanarak uyuyakaldı. Berk nöbetteydi. Burak nişancılıkta ve casuslukta çok becerikliydi. Onu kaybetmek çok büyük bir şanssızlık olmuştu. Sabah Güneş'in doğuşu ile irkildiler.
Onur: Of her yerim ağrıyor.
Elvin: Buna bir gece daha katlanmak imkansız.
Yusuf: Dünden kalan yemekleri iyi sakladınız mı?
Onur: Şurada olması lazım.
Kalan yemeklerini ısıtıp yediler. Yemekten yarım saat sonra Yusuf Onur ve Berk saldıracakları üssü keşfe çıkmışlardı. Diğerleri de silahlarını hazırlamış bekliyordu. Parıltay sopasının üstüne yaslanmış düşünceli bakışlarla onları süzüyordu. Yusuf ve diğerleri geldiğinde Güneş tepeye ulaşmıştı.
Parıltay: Buna gerek olduğunu düşünmüyorum. Dostça kapılarını çalıp yardım isteyelim.
Berk: Ne diyeceksin! Üssünüze ve silahlarınıza el koyuyoruz mu diyeceğiz?
Parıltay: En azından hiçkimse ölmek zorunda kalmaz...
Yusuf: Ya bırak Allah'ını seversen.
Fatih: Hayatta kalmamız başkalarının ölümlerine bağlı.
Onur: O halde ne yapıyoruz?
Berk: Saldırıyoruz...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Living Dead
ParanormalDünya var olalı hiç bu halde olmamıştı.Bir tarafta insanlar, bir tarafta ölüler.Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...