BÖLÜM2/ ÇARESİZLİK•
Karşımda öylece dikilmiş, tehditkar bir gülümseme ve ölüm vaad eden gözleri ile bana bakan bu yabancıya bakışlarımı kilitledim. Keskin yüz hatlarını inceledim. Bu adamı daha önce görmediğimden emindim. Emin olduğum bir şey daha vardı. O da büyük bir tehlikenin içerisinde olduğumdu. Bakışlarım bir an elindeki silahı buldu. Kalbim göğsümden çıkacakmış gibi atmaya başlamış, vücudum uyuşmuştu. Korku tüm bedenime hükmediyordu.
Bir adım geriledim. Adamın gözleri bir an benim üzerimden kayıp arkamda bir yere sabitlendi. Kaşları çatık, yüz hatları gergindi. Neye baktığını anlamak için hızlı bir hamle ile kafamı arkaya çevirdim. Ensemden aldığım darbe ile gözlerime siyah perde indi. Anlaşılan oyun bitmişti. Ancak benim için mutlu bir son değildi.
Her yer kapkaranlık, hiçbir şey göremiyordum. Kalk diyordu beynim, hayır diyordu bedenim. Göz kapaklarım ağırlaşıyordu. Görebildiğim son şey bir yabancının kollarıydı.
***Şiddetli baş ağrısı ile uyandım. Daha önce hiç bulunmadığım bir yerdeydim. Toz ve dumandan kendi önümü zor görüyordum. Kırık pencerenin kırık cam parçalarından yansıyan ışık, duvardaki eski raflara nostaljik bir hava katıyordu. Yaşadıklarım aklıma gelince vücuduma bir şok dalgası yayıldı. Hiddetle etrafıma bakındım. Kimse yoktu, kaçmalıydım. Ani bir hareketle yerden kalktım. Duvara tutundum, güç toplamalıydım. Ancak vaktim yoktu. Hemen kapıya doğru yöneldim. Gittikçe yaklaşan ayak sesleri beni olduğum yere çivilemişti.
"Bir yere mi gidiyordun, Aden?" dedi.
Abartılı bir şekilde güldü. Sonra aniden ciddileşip gözlerini bana dikti.
"Daha eğlenecektik."
Dişlerimi sıktım, gözlerimi kırpmadan bu yabancıya baktım. Gözlerinin okyanus mavisi olduğunu daha dikkatli bakınca anladım. Okyanus gözlü bu yabancının derin bakışlarında boğuluyordum.
"Aden. Anlamını biliyor musun?" dedi. Sanki normal bir konuşmaymış gibi. Sustum. İçeride ölüm sessizliği vardı.
Aniden "Cevap ver!" diye bağırdı. Ürkmüştüm. Ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
Titrek bir sesle "Cennet." dedim. O kadar kısık sesle söylemiştim ki duyup duymadığından emin olamamıştım.
"Hayır. Lanetlenmiş ad kavmi demek." dedi. Anlayamıyordum. İçimden bunların bir rüya olmasını diledim. Hiç burada uyanmamış olmayı, göz kapaklarımı açtığımda her ailemi ziyarete gittiğimde olduğu gibi çörek kokusu ile uyanmayı diledim.
Beni düşüncelerimden sıyırdı. Sert bir ses tonu ile "Ben de senin lanetin olacağım." dedi. Gözlerini kapattı, yumruklarını sıktı. Gözü seyirdi.
"Ben sana ne yaptım, ne istiyorsun benden!" diye bağırdım. Sesim çatladı. Yere, dizlerimin üzerine çöktüm. "Ne istiyorsun?" dedim tekrardan. Tuzağa düşmüş aslanın pençesinde öleceğini bilmesine rağmen çırpınan bir ceylan yavrusu gibi. Çaresiz, umutsuz, güçsüz.
"Kaç yaşındasın?" dedi. Yine anlamsız bir soru sormuştu. Sustum. Birden üstüme gelmeye başladı. Boğazımı kavradı, beni duvara yapıştırdı. Çenemi sıktı, tam gözlerimin içine baktı. "Bir daha sana sorduğumda bana cevap vereceksin." dedi. Boğazımı daha sıkı kavrayıp nefesimi kesti. "Yoksa seni öldürürüm. Anladın mı?" Elini çekti. Ciğerlerim hava ile doldu, boğazımdan her nefes alışımda hırıltı geliyordu. Kaşlarını çattı. Dişlerinin arasından "Kaç yaşındasın?" diye sorusunu tekrarladı. Bana çok yakın duruyordu. Varlığı, tüylerimi ürpertiyordu. "20." diyerek yalan söyledim. "Şimdi doğruyu söyle, kaç yaşındasın?" dedi. Ses tonunu yükseltmişti. "Doğru söylüyorum, 20." dedim.
Aniden sol kolumu kavradı. Öyle sıkı tutuyordu ki kolumda parmaklarının izinin çıktığına emindim. Beni sürükleyerek kapıdan çıkardı. Başka bir odaya doğru çekiştirerek götürdü. Odaya gelince ittirdi, yere düşmüştüm. "23 yaşında olduğunu, İstanbul'da yaşadığını, aileni, işini, doğduğun yeri, kısacası hayatını senden daha iyi biliyorum Aden Özdemir. Beni hafife alma. Ben yalan söyleyenlerin diline acı biber sürmem, keserim! Ve eğer kaçmaya kalkarsan" dedi. Acımasız gözleriyle kendinden emin bir şekilde bana baktı. "Sabah babanın ölüm haberinle uyanırsın. Belki bir derede ölü bulunur, belki de bir kuyunun içinde."
Kapıyı vurup çıktı. Gözlerimden akan yaşlara engel olamadım. Hayatım, hiç tanımadığım bir yabancı yüzünden zindan olmuştu. Bense suçsuz yere müebbet cezası verilmiş bir mahkum gibi çaresizce olanlara isyan ediyordum. Kafamı dizlerime koydum, -bilmem kaç saat- ağladım, ağladım. Yok oluşuma, çaresizliğime ağladım. Güçsüzlüğüme, suçsuzluğuma ağladım. Kafamı kaldırdığımda küçük pencereden akşam güneşininin batışını gördüm. Gece oluyordu. Dünden beri hiçbir şey yememiştim. Ancak şuan son düşünebildiğim şey yemek yemekti. Kafamdaki düşünce seline kapılıp gidiyordum. "Kaçmaya kalkarsan sabah babanın ölüm haberi ile uyanırsın."
Bu cümlede takılıp kalmıştım. Duvardan destek alarak ayağa kalktım. Kireç duvardan ellerim beyaza boyanmıştı. O sırada eski, yıpranmış raflardaki küçük kan tüpleri dikkatimi çekti. Raflara yaklaştım. Her bir tüpün üzerinde bir isim yazıyordu. Esra Akçay, Melike Solmaz, Ayça Kara ve bir sürü daha. Kaşlarım çatıldı. Ne olduğu anlamaya çalışırken bir üst raftaki dosyalara uzandım. En üstteki dosyayı aldım, ilk sayfayı açtım.
Aden Özdemir.
23.
İstanbul.
Balerin.
A rh+

ŞİMDİ OKUDUĞUN
BALERİN∞
Roman pour Adolescents••• Yaşam ile Ölüm arasında kalan genç bir balerin... Ve hayatını öldürmeye adamış bir seri katil... "Rüzgar genç kadının o yumuşacık, bebek tenini siper almış dişlerinin birbirine vurmasına sebep olmuştu. Nefesini dışarıya her verişinde çıkan buhar...