<Kuyu Karanlığı>

242 7 0
                                    


Bölüm şarkısı Sia - Alive

Koşuyordum. Arkamdan bağıran sesin sahibini aldırmadan. Haluk Güney. Babamdı değil mi o benim. Bana kokusunu çok gören, sevgisini her zaman esirgeyen, hayallerimi satan muhteşem adam. Bunca zaman belki bir gün "kızım" diye seslendiğini duyarım diye bekledim

Bazen yolda gördüğüm küçük bir kız çocuğunun elinden sımsıkı tutan ve yanağına kocaman bir öpücük konduran baba. Oysa ben O'ndan sadece kokusunu istedim. "Kızım" diye selenişini. Çok mu şey istiyordum? Ya da O çok mu bencildi? Birgün, belki kokusu sinmiştir diye gizlice yatağının üzerinden aldığım gömleğini kokladım. Ama o kadar içmişti ki. Kıyafetlerinde bile bulamadım baba kokusunu.

"Elizya" diye bağırdı. Sesi koştuğu için boğuk çıkıyordu. Aldırmadım. Bugün duyduğum cümleler hiç gerçekleşmemiş hayallerin hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğinin kanıtıydı. Daha yaşamadan infaz edilmişti zavallı hayallerim.

Üzerimde büyük bir komplonun eseri olan kısa elbise koştukça açılıyordu. Ellerimle elbiseyi düzeltip ormanlık bir alana doğru yöneldim. Güneş yavaş yavaş kaybolurken geçtiği yerlere kızıllığını bırakıyordu. Tıpkı babamın ruhumda bıraktığı izler gibi.

Kaçıyordum ama ne gidebileceğim ne sığınabileceğim bir yer yoktu. Kendi karanlığımda bir o yana bir bu yana savruluyordum. Arkama bakmayacaktım. Belki yeni bir sayfa açamazdım ama satır başı yapabilirdim.

Ağaçlarla sıvanmış ormanın içinde yönümü bilmeden koşmaya devam ettim. Sesler kesilmişti ama hala arkamda olduğunu hissedebiliyordum. Hızla çalı yığının arkasına saklandım ve koşmaktan hızlanan nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Kısa süreli beklemenin ardından üzerine basılan gazellerin sesi babamın geldiğinin habercisiydi. Çalının arkasına iyice saklandım ve o gidene kadar bekledim.

Gökyüzü karanlığın esiri olmuştu. Saklandığım delikten çıkıp etrafıma baktım. Bir kaç hayvanın sesini işittim. Sanırım bu onların haberleşme şekilleriydi. Yönümü bilmeden öylece yürümeye başladım. Hiç bir şey hissetmiyordum. Belki şuan tenim buz gibiydi belki içimde fırtınalar kopuyordu ama hissetmiyordum. Duygularım, şuan onlarda etrafta görünmüyordu. Hepsi kendi inine çekilmiş ellerini yüzlerine kapatmışlardı. Yürüdüm. Canlı olmayacak kadar ölü, ölü olmayacak kadar diri.

Daha fazla yürüyebilecek takatim kalmayınca yanı başımdaki ağaca sırtımı verip oturdum. Başımı gökyüzüne çevirdiğimde her biri bir tarafa saçılmış yıldızlarla karşı karşıya geldim. Onlarda tıpkı benim gibi karanlığa mahkum edilmişlerdi. Kaderim ben doğmadan yazılmıştı. Ve buna yön verecek olan benim hareketlerimdi. Daha fazla O adamın yanında kalarak kendimi tüketmeyeceğim. Hayır bunu yapmayacağım.

Yakınlardan gelen sesle kafamı sesin geldiği yöne çevirdim. Uzun boyu dağınık saçları ve kusursuz vücuduyla önünde diz çökmüş ay ışığının parlattığı metalin yükünü taşıyan adam birşeyler konuşuyordu. Yanlış görmediğime emin olmak için dikkatle tekrar baktım. Evet bu bir silahtı ve kurabanı öldürmek için uzun boylu adamın tetiği çekmesini bekliyordu.

 Ne yapmam gerekiyordu. Hızla kafamı önüme çevirip düşünmeye başladım. Benim ölmem hiçkimse için sorun olmazdı ama o adam belki sevdikleri vardı belki sevenleri vardı. Oturduğum yerden kalkıp onların olduğu tarafa doğru yürümeye başladım. 

Güçlü bir şekilde durup korkumu belli etmeyen ses tonuyla karanlıkta yüzü seçilmeyen uzun boylu adama "bırak adamı" dedim. Deli cesaretimi dersinizi ne derseniz deyin ama ölsem bile kaybedecek birşeyim yok. Hem engel olabilirsem birinin hayatını kurtarmış olacağım.

İkisininde yüzü bana döndüğünde gözlerimi elinde silah tutan uzun boylu adama çevirdim. Yüzü çok net olmasada kirli sakalların varlığı belli oluyordu ayrıca gözleri, gözlerinde dibi görülmeyen bir kuyunun karanlığı mevcuttu. 

Gözlerimiz hala karanlıkta birbirine tutunurken yerde dizlerinin üzerine çökmüş adam ağlamaklı ses tonuyla konuşmaya başlayınca gözlerimi O'na çevirdim "lütfen yardım et bu adam öldürecek beni" dedi. 

Perişan bir halde görünüyordu. Sanırım 40'lı yaşlarının sonundaydı. Uzun boylu adam tekrar bana dönünce tekrar göz göze geldik. tehditkar bir sesle "bana bak ufaklık işime karışacağına, zamanın varken kaç" dedi. Ölümün bir sesi olsa belkide tam olarak böyle çıkardı.

Ben tam konuşmaya başlayacakken yerde duran adam ani bir manevrayla uzun boylu adamın elindeki silahı almaya çalıştı. Ne yapacağımı bilmeden ikisinin boğuşmasını izliyordum. Büyük bir patlama sesi ormanda yankılandı. 

Uzun boylu adam yüzünü tekrar bana döndü yerdeki adam ise elindeki silahla kaçmaya başlamıştı bile. Kalbimin üzerindeki sızlamayla elimi kalbimin üzerine koydum. Ağrı gitgide artıyordu. Bu kahrolası ağrı da neydi böyle. Uzun boylu adam bana son bir kez daha baktı ve ardından kaçan adamın peşinden koşmaya başladı. Kalbime koyduğum elimde ıslaklık olduğunu anladığımda elimi kalbimden çekip baktım. Kan.

O kurşun bana mı isabet etmişti? Ayaklarımdaki güç çekilirken büyük bir hızla dizlerimin üzerine çöktüm. Ölüyorum. Ölmek istiyorum. Kafamı yavaşça toprağa bıraktım. Tam karşımda duruyordu bembeyaz lekesiz elbisesiyle bana baktı. 

O burdaydı yıllardır özlemini çektiğim canım kadın. Annem. Yetişmeyeceğini bilsemde ellerimi uzattım belki O gelip tutardı ellerimi yanına alırdı beni. "Anne" dedim. güçsüz çıkan sesimle. "Anne beni almaya geldin değil mi? Yoruldum anne çok yoruldum" gözümden küçük bir yaş firar edip boynuma aktı ardından toprağa düştü. 

Elimle kalbimi işaret ederek tekrar konuştum "bak burayı görüyor musun? İçerisi daha kötü anne her yer kalp kırıklarıyla dolu her attığında daha da kanıyor" diyebildim kalan son gücümle.

 Susuyordu. Arkasını dönüp gitmeye başladığında "anne" diye seslendim. "Anne lütfen bırakma beni. Anne" durmadı gitti. Yine yalnız bıraktı beni. Gözlerimdeki tuzlu suların her bir damlası toprakla buluşurken uykum gelmeye başladı. Uyanmak istemediğim bir uykuya dalmak istedim.Havada kalan ellerimi yavaşça yere bıraktım Gözlerimi kapatırken son gördüğüm kuyu karanlığı iki çift göz oldu.



SızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin