<Çilek Reçeli>

209 7 0
                                    

Bölüm şarkısı John Legend - All Of Me

Zaman herşeyin ilacı değildi. Ağrıları keserdi belki ama içten içe tüketirdi seni. Böyle en içten.

Mahkeme kurulmuştu duygularım tarafından. Ve ruhuma müebbet acı cezası verilmişti. Ben mahkumdum ölürken yaşamaya. Ben karanlığın içindeki ışık değilim. Ben o karanlığın içindeki sönmeyen ateşim. Hiç okunmayan satırların mürekkep dokundurulmamış cümleleri. Var olmamış hayallerin mimarı. Ben düşmanından kaçan değil babasından kaçan zavallı biriydim sadece.

Yastığın üzerine saçılmış sarıya çalan uzun saçlarımın kirlendiğini saçıma attığım elimin yağlanmasıyla anlamıştım. Ayrıca babamdan kaçtığımdan bu yana ağzıma lokma girmemişti. Ve karnımdan gelen sesler rahatsız edici bir seviyeye ulaşmıştı. Kurşun yarası derin olmayacak ki ağrısı git gide azalıyordu.

Siyah kapının açılma sesi duyulduğunda gözlerimi o yöne çevirip içeriye giren kuyu karanlığı gözlerin sahibine baktım. O' da bana bakıp elindeki poşetleri üzerime fırlattı ve soğuk sesiyle "burada bir kaç parça kıyafet var giyersin" dedi. 

Tam çıkacakken aklına bişey gelmiş olacak ki bakışlarını bana çevirip "bu arada dikişlerin alınmadı bu yüzden sadece saçlarını yıka. Bide senle uğraşmayayım" dedi ve çıktı. Biraz insan olmaya çalışması gerekiyordu.

 Sanki beni kurtar diye yalvardık. Adama bak ya. Sinirlerime hakim olup yavaş hareketlerle üzerimdeki siyah çarşafı kaldırıp yataktan kalktım. Kıyafet olduğunu söylediği poşetleri aldım ve sol taraftaki kapının banyo olduğunu düşünerek kapıyı açtım.

Evet burası banyoydu ve oldukça büyüktü. Banyonun bir tarafında küvet bir tarafında duşakabin ve klozet vardı. Bu adam dünyanın sayılı zenginlerinden felan olabilir miydi? Ya da mafya babası felan. İkinci seçeneğin O'na daha çok uyacağını düşünerek önünde durduğum lavabonun üzerindeki aynada kendime baktım. Gözlerimin altı morarmış ve çökmüştü. Berbat görünüyordum.

Soğuk suyla yıkadığım saçlarımı dolaptan adığım havluya doladım ve poşetteki kıyafetleri çıkardım. Siyah iç çamaşırı, siyah eşofman, siyah pantolon, siyah boğazlı kazaklar vardı. Yarayı zorlamayacak şekilde yavaş hareketlerle kıyafetleri üzerime geçirdim. 

Banyodan çıktığımda tarak bulamadığım için nemli saçlarımı ellerimle düzeltip aç karnımı doyurmak adına odadan çıktım. Koridor boyunca benim kaldığım oda dışında üç oda daha vardı. 

Alt kata inen merdivenlere geldiğimde trabzanlardan tutunup çıplak ayaklarımla aşağıya indim. Etrafıma baktım sanırım O burada değildi. Salonda evi ısıtan şömineden gelen çatırtılar odunların kül olacaklarını bildikleri halde büyük bir aşkla yandığının kanıtıydı.

Siyah deri koltuklar ve plazma TV salona ayrı hava katmıştı. Ensemde hissettiğim sıcak nefesle arkamı döndüğümde O'nunla karşılaşacağımı düşünmemiştim. Şuan olmaması gerektiği kadar yakındık ve gözlerindeki renk şuan çok daha net görünüyordu. Adı konulmamış renk siyahla nefretin sevişmesiyle dünyaya gelmiş, bu adamın gözlerinde hayat bulmuştu. 

Boyum çok kısa olmamasına rağmen O benden çok daha uzundu. Ciddiliğini korurken O' da benim yüzümü inceliyordu. Bu kasvetli havadan kurtulmak ve karnımdan gelen sesleri susturmak adına "birşeyler atıştırabilir miyim?" diye sordum. Gözleri hala gözlerimde asılı kalırken herzaman ki gibi soğuk çıkan sesiyle "ne soruyorsun kızım git ye işte" diye tersledi. Sanırım çok büyük günahlar işlemiştim ve şuan bu günahların cezasını misliyle ödüyordum.

Geniş mutfağa girdiğimde ilk işim dolaplarda kahve aramak olmuştu. Bulduğumda iki paket kahveyi alıp tezgahın üzerine koydum ve su ısıtıcısına bir miktar su koyup kaynamasını bekledim. Suyun kaynamasını beklerken bir parça ekmeğe dolaptan aldığım çilek reçelini sürdüm ve yemeye başladım. 

Şekerli şeyleri sevmezdim ama çilek reçeli bir istisnaydı. Çünkü annem hayattayken bir gün çilek reçeli yapmıştı ve ben sırf şekerli şeyleri sevmiyorum diye yememek için ısrar etmiştim. Oysa bilseydim annemin öleceğini kavanozun tamamını bitirirdim. Pişmanlıklar gereksizdi. Olan ölmüştü.

Su ısıtıcısından ses geldiğinde elimdeki son lokmayıda ağzıma attım. Dolaptan iki fincan çıkarıp kahveleri içine boşalttım ve üzerine kaynayan suyu döktüm. Fincanları elime alıp deri koltuğun üzerinde oturmuş sigarasını iki dudağının arasına almış ve zehri ciğerlerine dolduran hala adını bilmediğim adamın yanına gittim. 

Fincanın birini adamın önündeki masaya bıraktım. Adam kahveyi işaret edip ne bu dermiş gibi bana baktığında açıklamak için konuştum "teşekkür etmeyi ve borçlu kalmayı sevmem. Ne kadar senden hayatımı kurtarmanı istememiş olsamda" dedim. Bu doğruydu insanlara borçlu kalmayı sevmiyordum.

 Yan koltuğa oturup sıcak kahvemden bir yudum içtim. Bu tadı özlemiştim. Gözlerimi buharı üzerindeki kahveden çekip tekrar adama baktığımda beni inceleyen gözlerle karşılaştım. O'nun gözlerinde merhametin izlerine bile rastlanmıyordu nasıl olmuştuda hayatımı kurtarmıştı. Parmakları arasına almış olduğu sigarayı masanın üzerindeki kül tablasına koyup parmağıyla ezerek södürdü.

 Adam yüzündeki sert ifadeyle "sana söylemiştim hayatını kurtardığımı düşünüyorsan yanılıyorsun ufaklık. Ben Arat ATEŞ'im benim yanımda olduğun sürece sen zaten bir ölüsün" dedi ve masanın üzerindeki kahveden bir yudum aldı.

Arat.

Demek adı buydu. Arat.


SızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin