<Hayal Ölümü>

218 7 0
                                    

Bölüm şarkısı Hugh Grant - A Way Back Into Love 

Beden ruhun üzerine giydirilmiş bir kıyafetti. Beden ölünce geriye tüm çıplaklığıyla ruh kalırdı. Dikkat ruhlar ölmez. 

  Bedenimde kurşunun bıraktığı ağrılar, ruhumda ihanetin bıraktığı sızıların yanında hiçbirşeydi. Alnımdaki soğuk terler şakaklarımdan aşağıya doğru uzun bir yol izlerken huylanmamı sağladı.

 Gözlerimi yavaşça araladığımda önce bulanık olan görüntüler zamanla netlik kazanmaya başladığında Siyahın hakim olduğu bir odada buldum kendimi. Siyah perde, siyah elbise dolabı, siyah duvarlar ve çıplak bedenimin üzerindeki siyah çarşaf. Sağ elimi kalbimin üzerindeki sargı bezine dokundurdum. 

Sanırım kurşun hislerime isabet etmişti. Zaten hasta olan hislerim tüm bu olanlarla birlikte içimdeki en derin ve en karanlık bölüme gömülmüş üstüne pis düşünceler atılıp göz yaşlarıyla sulanmıştı. Acaba kaç gündür burada böylece yatıyordum.

Herşey gibi siyah olan kapı açıldığında uzun boylu, dağınık saçlı, kirli sakalları ve kusursuz bir fiziğe sahip olan adam içeriye girdi. Bu adamın o son gördüğüm gözlerin sahibi olduğunu anlamam zor olmamıştı. 

Cebinden çıkardığı sigara kutusundan bir dal sigara çıkarıp dolgun dudakların arasına yerleştirdi. Yine cebinden çıkardığı gümüş zippoyla iki dudağının arasındaki sigarayı ateşledi ve zehri büyük bir açlıkla içine çekti. Ne kadar sigaradan ve içenlerden nefret etsem de bu adama sigarada, içmekte yakışıyordu.

Sigarayı parmaklarının arasına aldı ve gözlerini gözlerime sabitleyip ürkütücü ses tonuyla "uyandın demek" dedi. sigarasını tekrar dudaklarına götürürken bu defa ben konuştum. "neden kurtardın beni" dedim çıkabilecek en güçlü ses tonumla. 

Ölecektim. Kurtulacaktım. özgür olacaktım. Sigarayı yere attı ve ayağındaki siyah spor ayakkabıyla üzerine basıp söndürdü. Gözlerini yerden kaldırıp bana baktı ve alaycı ve bir o kadarda tehlikeli ses tonuyla "kurtulduğunu mu düşünüyorsun ufaklık?" dedi.

Ufaklık?

Yüzünde gerçek olamayacak kadar sahte bir sırıtış vardı. Gözlerimi ona sabitleyip "Elizya" dedim. Ne dediğimi anlamamış gibi görünüyordu.

 Tekrar konuşmaya başladım " adım ufaklık değil Elizya" dediğimde yüzündeki sırıtış daha da arttı ve "kurduğum cümlede buna mı takıldın yani? Bana bak kızım benim kim olduğumun ve yapabileceklerimin hakkında hiçbir fikrin yok" dedi. Sesi söylediği kelimelerin yalan olmadığının kanıtıydı. Oldukça ciddi görünüyordu. Sahi kimdi bu adam.

Dikkatle yüzünü inceledim. Alnının sol tarafında zar zor belli olan küçük bir iz vardı. Gözlerinin içi kanlanmış yüzü yorgun görünüyordu. O'nu incelemeyi bırakıp "evet seni tanıyorum bir insanın canını alacak kadar cani birisin" dedim. Yüzünde tekrar alaycı bir sırıtış belirdi. 

Kulağıma doğru yaklaştığında burnuma dolan okyanus kokusu genzimi yakmıştı. İyice dibime girdiğinde "doğru. Ama yapabileceklerim bunlarla sınırlı değil ufaklık" dedi. Kalbimde vurulduğum için mi bilmem hareketlilik vardı. 

Şuan aramızdaki mesafe yok denecek kadar azdı. Birden dudakları kulağıma değdiğinde irkildim. Kafamı  hızla çektiğimde kalbimdeki ağrı şiddetini arttırdı ve dudaklarımdan tiz bir çığlık döküldü. 

Geri çekilirken "hoşgeldin ufaklık" dedi. Geldiği kapıdan çıktı ve okyanusun yakıcı kokusuda onunla birlikte gitti. İlk defa bir erkekle bu kadar yakınlaşmıştım. Zaten hayatımdaki tek adam da babamdı. Ki O'nun adam olduğu konusu da tartışılırdı.

 Okulu zaten lise sonda bırakmıştım  yani bırakmak zorunda kalmıştım. O zamanlar da hiçkimseyle sohbetim olmaz ruh gibi evden okula gider gelirdim. Derslerim gayet başarılı olmasına rağmen babam kendisine az para getiriyorum diye gitmeme izin vermedi. İlk defa o gün hayal ölümüne uğratmıştı babam beni.

 Evet daha önceleri döverdi, çalıştırırdı hiçbirinden şikayet etmezdim. Ama ben sadece doktor olmak istemiştim. Belki babamın bu içki problemine çözüm bulur içine az da olsa merhamet aşılarım diye.

Yolda el ele tutuşan neşe dolu baba kız değildik biz. Biz, biz bile değildik. O ve içkileri vardı her zaman. Ben dahil olmamıştım bu hayata. Sevmeyi annemden nefret etmeyi babamdan öğrendim. Babalığı yollarda, annesizliği yüreğimde.

 İnsan kendini inandırdığı şeye alışır zamanla sanki gerçekmiş gibi. Ne kadar güçlü görünsemde içimde sağlam birşeylerin kaldığını sanmıyorum. O kadar inandırmışım ki kendimi senin  beni sevebileceğine o kadar alışmışım ki güçlü görünme çabalarına. 

Ama artık ne yok biliyor musun? Umut. Umutlarımın katilisin baba. Belki bu yüzden hapse atmazlar seni ama sen çoktan benim içimden beraat ettin. Artık seni ne seviyorum ne nefret ediyorum.

Ben sana arafım baba. Seni sevmenin güzelliğini görüp sevmemek, senden nefret etmenin acısını görüp can çekişmek. Günden güne tükeniyorum, hergün biraz daha soyutlanıyorum bu dünyadan.

Üzerimdeki siyah çarşafı avuçlarımın arasına adım ve yavaşça sağıma dönüp pencerenin açıkta bıraktığı gökyüzüne baktım. Güneş yok olurken arkasından karanlığı davet ediyordu. Doğmak için batıyordu.

Belki bende yaşamak için ölüyordum.



SızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin