Pahalı döşenmiş “toplantı” odamda otururken derin bir soluk alıp dudaklarımın arasından insanı çıldırtacak bir yavaşlıkta verip adama yavaşça-oldukça yavaş- yüzüme yayılan bir gülümsemeyle bakarken geniş alnından terler dökülüyordu. Yavaşça, hiçbir detayı atlamadan onu baştan aşağı tekrar süzdüm, ki aslında buna gerek yoktu çünkü adamı bana ve faaliyetlerime çekdiği tepkiden ve oluşturduğu küçük tepkiden –ki bu kesinlikle çok önceden halledilmişti- beridir bir haftadır göz hapsinde tutmuştum ve hakkında saçma bir şekilde küçük kanişlerden hoşlandığı ve ayak fetişi olduğuna kadar birçok saçma detaya kadar her şeyi biliyordum. Ah, ve beli ki küçük Tonny’mizin biraz spor yapmaya ihtiyacı vardı, çünkü 1.55’lik boyu ile üzerindeki özel dikim takım elbise ne kadar kilolarını gizlemeye yönelik olsa da bunu pek başardığı söylenemezdi. Hayır, onu böyle dikkatle incelememin sebebi bu değildi. Onu dikkatle inceliyordum çünkü suratındaki katıksız şok ifadesi ve sona geldiğini idrak etmesinin verdiği dehşet hissini seviyordum. Her defasında bana karşı aynı oyunu oynamaları ve benim de her zaman onları alaşağı etmem. Şah ve mat. Bu hala karşımdaki gibi kuş beyinlilerinin bunu yapmayı denemeyi bırakmasına engel değil tabi, istersem hepsini engellerdimde. Ama bu da benim eğlencemdi işte, biraz heyecan her zaman hayata renk katar öyle değil mi? Elimdeki Browning’in-en sevdiğim silahlarımdan biri- kabzasını elimle dengelerken ve adamın tam alnına nişan alırken bu süre zarfında hiç solmamış gülümsememi aniden kesip dudaklarımı dümdüz bir çizgi haline getirdim. “Ahh ama Tonny’cik senin daha fazla aramızda olamayacak olman çok kötü değil mi? Ama merak etme, eğer çok istersen, içinde metresinle çekilmiş videolarımızdan biri olan kutuya ayak parmaklarından bir kaçını da koyabiliriz. Karın için bir teselli olur ne dersin? Çünkü seninle işim bittiğinde geriye bunlardan başka bir şeyin kalabileceğini sanmıyorum. Peki buna ne dersin?
+++++++
Herşey bu noktaya gelmeden 10 dakika önce geçen kış dağda yaptırdığım ve etrafı yaklaşık 50 korumayla kaplı küçük çaplı malikanemin sağ kolum Frank’ın toplantı odası adı verdiği benimse ısrarla temizleme odası dediğim odasında birlikte dikiliyorduk. Bana şu işlerimizi karıştıran Tonny hakkındaki son durumları anlatır ve adamlarımın onu birazdan buraya getireceğini söylerken beynim her zamanki gibi olası stratejilerin üzerinden geçiyordu. Tonny denen adam bu işlerde yeniydi. Daha birkaç ay önce batmakta olan bir inşaat şirketinin başındayken şimdiyse uyuşturucu ve kaçakçılık sektörünün basamaklarını hızla tırmanan ve bütün tecrübesizliğine rağmen sektördeki rakiplerini alaşağı etmeyi planlayan bir salaktı. Böyleleriyle çok karşılaşmış olsam da adamın cesaretin beni biraz şaşırttığını itiraf etmem gerek, zira cemiyet dedikodularını çok dinlemesem de bende azımsanmayacak süredir bu işin içindeydim ve belli bir ünüm olduğunun pekala farkındaydım. Öyleyse bu iki aylık yeniyetme benim karşıma gelecek cesareti nerden ve kimden bulmuştu? Düpedüz deli cesaretiydi bu.
Frank’a bakıp sırıtarak birde lakabı Koca Ayakmış inanabiliyormusun? Kim bu sektörde kendine böyle bir isim seçer ki.. diyerek kahkahalara boğuldum. Çok sık gülmezdim, özellikle son zamanlarda, ancak beni gülerken gören Frank bu fırsatı kaçırmayıp üstüme geldi ve “Bunu da bana nam-ı diğer Kara Kedi söylüyor sanırım ha?” diyerek sataştı. Sırıtıp yakınlardaki bir yastığı ona atarak –ki odada başka adamlarım olsa asla ciddiliği elden bırakmazdım ve Frank da görünüşte bana böyle davranmaya cüret edemezdi ancak yalnızdık ve Frankla ilişkimiz tamamen farklı bir boyuttaydı- “Hey, bu lakabı benim seçmediğimi en az sende benim kadar biliyorsun dostum.” dediğimde sırıtarak ellerini kaldırdı ve teslim oluyorum patron dedi. Sırıtarak karşılık verdim ve bu lakabı aldığım günleri düşündüm. Kesinlikle ilk zamanlar çok daha agresifdim ve ortamda yer kazanmak için ilk zamanlar acımasız olmaz ve bu imajı korumak şarttı, eh zamanla adımın geçtiği yerlerde bir lanet gibi olumsuzlukların kol gezdiğini görenler bana bu ismi taktı ve böylece kaldı. Aslında kedilerle bir sorunum yoktu. Ne kadar bu sevimi(!) ve kadınsı şefkat(!) hislerimi bastırmaya çalışsam da yalnızken ne zaman kedi görsem yanına koşup mırıldanarak sevme huyuma karşı koyamazdım. Hayvanlarda beni severdi, sanırım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CARMEN (Karanlıktakiler1)
RomanceCarmen geçmişte yaşadığı travmatik olaylar sonucunda birgün içine düştüğü cehennem çukurundan çıkmayı başardığında, tek bir şey düşünür -bir daha asla kimseden korkmayacağım. Yıllar sonra sahip olacağına asla inanmadığı bir güce ve sayısız kimliğe s...