1. BÖLÜM: BEKLE

30 2 1
                                    

Göz kapaklarım hafifçe aralandı. Kulağıma gelen hoş bir melodiyle başımı sağa çevirdim. Penceremden gelen hafif serin hava irkilmeme sebep oldu. Pencereyi kapatmak için yavaşça yatağımda doğruldum. Üşüdüğümü hissetmiyordum. Ama kapama gereği duymuştum.

Kendimi oldukça hissiz ve boş hissediyordum. Ne zaman böyle hissetsem başıma iyi şeyler gelmeyeceği kesindi. Zaten hiçbir zaman iyi şeyler olmazdı. Ya da ben kendimi kötüye alıştırdığımdandır.

Şu aralar hayatımda pek bir değişiklik yoktu. Yeni cici annemin olması dışında...

Artık yeni evimde, yeni annemle birlikte yaşıyordum. 2 aydır. 2 aydır arkadaşlarımdan uzak, yeni okulumda bir şekilde tutunmaya çalışıyordum.

Saate baktım.  07.45.  Pazar günü neden bu kadar erken kalktım bilmiyorum.  Ama bildiğim bir şey varsa o da bu eveen hemen uzaklaşmam gerektiğiydi.

Hızlıca yataktan kalktım ve dolabıma yöneldim. Elime ne gelirse giymeye hazırdım.

Zaten şu 2 aydır böyleydim. Ruhsuz.

Dolaptan kalçalarıma kadar gelen beyaz kapşonluyu, altıma da siyah taytı giydikten sonra morumsu pembe olan spor ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Belime kadar gelen hafif kahve tonlarındaki saçlarımın kabarmasını önlemek icin onları hunharca kremledim. Saclarımı sanırım çabuk şekle girdiği için seviyorum.  Gözlerime de eyeliner çektikten sonra koyu kahve gözlerim daha da ortaya çıktı.

Aslında kendimi hiç beğenmiyorum. Yani kim donuk bakışlı birinden hoşlanır ki? Ne dolgun göğüslere ne de sıcak gülümsemeye sahibim.

Hızla merdivenlerden aşağıya indim. Mor şapkamı alıp başıma geçirdim.  Siyah montumu da üzerime geçirirken arkamdan gelen sesi duymamazlıktan gelemedim.

"Asi, bence bugün Arzu' yla vakit geçirmelisin. Ne zamandır seninle başbaşa kalamadığından şikayetçi."

'Ne zaman başbaşa kalmak istese kusmaktan korkuyorum.' demek isterdim ama dudaklarımdan "İstediği zaman haber versin yeter, ben gidiyorum. Biraz hava alacağım." Babamın o sert yüz ifadesini görmemek için hızla kapıya yöneldim ve kendimi dışarı attım. 

Istemsizce koşmaya başladığımı fark ettim.  Neden koştuğumu, nereye koştuğumu bilmiyorum. Tek bildiğim tüm bunların bir gün geçeceği. 

Ne kadardır koşuyorum bilmiyorum ama durmak istemiyorum.

Sanırım ben korkağın tekiyim. Yaşadıklarımdan, yaşayacaklarımdan kaçacak kadar korkak.  Ben zaten hiç cesur olmamıştım. Ne ailem konusunda, ne arkadas ne de sevgili...

Hiçbir zaman kendimi yeterli görmedim. Yeterli zeki, çalışkan, duygusal veya çok kararlı. Hiçbir zaman. Bütün gözler bana çevrilmedi. Bir yerin ışığı olmadım. Ben hep o tuğla yığınının arkasındaydım. Bir şeyleri kanıtlama çabalarım olmadı hiç ya da saklamam. Ben nasıl biri olduğumu bilmiyorum ama nasıl biri olmadığımı biliyorum.

Ben bu düşüncelerden sıyrılmaya çalışırken ani bir fren sesi irkilmeme neden oldu. Oldukça sert bakışlı bir bayan kafasını camdan çıkarmış ağza alınmayacak şeyler söylerken hızla oradan uzaklaşmaya başladım.

Az daha çarpılıyordum ve ben yine boş hissediyordum.

Bu sefer yürümeye başladım. Önce hızlı daha sonra yavaş yavaş adımlarımı ağırlaştırdım.

Artık yürüyemiyorumdum. Yürümek istemiyordum. Öylece durdum. Etrafımda kimse yoktu. Saat 10 a geliyordu ve gökyüzünü kara bulutlar kaplamıştı. Bunu nasıl fak edemedim bilmiyorum.

Üzerimde gezinen kara bulutları görmezden gelerek yürümeye başladım.

Buraları bana çok yabancıydı. 2 aydır buralarda oturmama rağmen neredeyse evden hiç dışarı çıkmıyordum.

Biraz daha yürüdüğümde karşımda koruluğu gördüm. Evim koruluğun diğer tarafında olmalıydı. Eğer karıştırmıyorsam. Çünkü penceremden dışarı baktığımda koruluğu görüyordum ve bu da tahminimi güçlü kılıyordu.

Hızla koruluğa doğru yürümeye başladım. Tuhaf bir şekilde kendimi cesur hissediyordum.

Saat daha 10.30 olmasına rağmen sanki hava yeni kararıyor gibiydi. Üzerimdeki kara bulutları artık göremiyordum. Ağaçların büyük ve uzun dalları gökyüzünü görmemi engelliyordu.

Nerede olduğundan bir türlü emin olamadığım evime doğru yürüyorum. Ah! Neden babamı aramıyorum ki? Elimi cebime attım ve lanet olsun ki telefonum evdeydi.

Bu kadar çok sinirlenmemeliydim. çünkü zaten telefon taşıyan biri değildim. Ama bugün kendime bir söz verdim ve telefonumu kesinlikle bir daha yanımdan arayacaktım.

Ben bunları düşünürken beklemediğim bir anda karşımda birini gördüm. Bir elini ağzına getirmiş bir şekilde bir şeyler mırıldanıyordu. Hemen bir ağacın arkasına geçtim. Beni görmemişti. Kalbim o kadar çok hızlı çarpıyordu ki o sesi duyacak diye çok korktum. Onun gibi tinerci bir çocuğun burada, korulukta ne işi olabilirdi ki? Ah! Aslında benim burada ne işim var?

Birinin beni saçımdan çekmesiyle acının bana verdiği yetkiyle dayanarak çığlığı bastım.

"Bak bakalım burada kimleri görüyorum." Arkamdan kollarımı sıkıca tuttuğu için yüzünü göremiyorum. Diğer çocukta sesi geldim yere yani yanımıza yaklaştı ve bosta kalan eliyle yüzümü ona çevirmemi sağladı.

İstemsizce dolan gözlerime karşı koyarak "Bırakın beni, pislik herifler" diyebilmiştim.

Daha fazla konuşmayacağımı anladığımda son kez "Bırak." diye bağırabilmiştim.

"Şişşt... Yavaş ol kızım. Burada kimse sesini duymaz. Neden bize karşı koymak yerine sen de zevk almaya bakmıyorsun?" Arkamdaki bunu derken önümdekine bir tekme sağladım. Sert vurmuşum ki bir anda kasıklarını tutmak yere yığıldı. Arkamdaki ona gülse de beni kendine iyi çekti ve o pis nefesi kulağıma vurdu.

"Beni dinle küçük sürtük. Sebil benden kimse alamaz. Şimdi sesini kes."

Akmaması için zorladığım yaşlarım bir musluk gibi akmaya başladı. Yerdeki adam hala kıvranırken arkamdaki tekrar güldü ve beni hızla ağaca çarptı. Sırtımda hissettiğim acı mükemmeldi. Sanırım kafamı sert çarpmış olacagim ki elimi başıma götürdügümde tenimi yakan kırmızı sıvıyı gördüm.

Beni ağaca fırlatan çocuk sarısı mavi gözlüydü. Göz altları mosmordu. İfadesiz bana bakarken bir anda bir kahkaha patlattı. Göz ucuyla yerde duran bir şişe fark ettim ve ona ulaşmak için bir atakta bulundum. Elim şişeyi kavradığında çocuk beni yine saçlarımdan kavramıştı.

"Hey hey heey! Nereye böyle?" Bu artık bardağı taşıran son damlaydı.

Elimdeki cam şişeyi çocuğun kafasına öyle bir sert vurdum ki çocuk yere düştü ve kıvranmaya başladı. Bunun verdiği şokla yerimden kıpırdamadım. Gözlerim birden diğer çocuğa kaydı. Ayağa kalkmis bana dogru geliyordu.

Arkama dönüp hızla koşmaya başladım. Nefes almadan koşuyordum. Yorulmuştum ama arkamdan geldiklerini duyabiliyordum. Kalbim yine hızla çarpmaya başladı. Arkama bakmıştım ki birden yere kaplandım. Bileğim fena acıyordu ve kıpırdayamıyordum. Kendimi ağacın arkasına çekmeye çalışsamda başaramadım.

Korkuyordum. Burada yalnızdım ve başıma kötü şeylerin geleceğini hissediyordum. Bir anda her er bulanıklaşmaya başladı. Basım dönüyordu ve yavaş yavaş gözlerim kapanmaya başladı.

Birinin ayak seslerini duydum.Buraya kadardı.  "Özür dilerim anne"

Gözlerimi açtığımda zifiri karanlığın, haçlığın ortasında buldum kendimi. Etrafımda kimse yoktu. Ne bir ses ne de bir ışık... Gözlerim yavaş yavaş karanlığa alışınca etrafıma tekrar göz gezdirmeye başladım. Doğruldum elimden kuvvet alarak ayağa kalkmaya çalıştım. Bacaklarının üzerinde durmayı becerebilmemle dizlerimin üzerine çökmem bir olmuştu sanki. Son hatırladığım şey buz gibi bakışlara sahip zeytin kadar siyah olan bir çift gözdü.

"Bekle" demişti. Sadece bekle.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Feb 18, 2014 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

HisHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin