Günbatımına az kalmıştı. Joseph, külüstür kamyonetiyle Kızılceviz Körfezi'nin biraz uzağında ve dışında kalan tarla bölgesine gidiyordu. "Yeşil tarla evi"ni arıyordu. Körfez bölgesinden ayrılıyordu. Etrafta çam ağaçları ve bozkırlar alışılmadık bir uyum gösteriyordu. Uzaktan görünen deniz sanki hayat toz pembeymiş gibi maviliğini koruyordu ve dalgasızdı.
Joseph, benzininin bittiğini farketti ve ileride benzin istasyonuna yöneldi. Kamyoneti park etti ve küçük benzinlik marketine girdi. İki şişe viski alıp kasaya götürdü. Sıra vardı. Kasiyer telefonla konuşuyordu. Bir yandan sıradakilerin aldıklarını kasaya okuturken bir yandan da telefonuyla görüşen kasiyere Joseph kulak misafiri olmuştu. Kasiyer telefonda küçük çocuğu ile konuşuyordu. Çocuk, aylardır istediği oyuncağı istiyordu ve belki de babası ikna olmuştu. Sırada Joseph'in önündeki adam:
"Hızlı ol biraz! Hepimizin yetişmesi gereken yerler var!" dedi.
Kasiyer telefonu kapatmaya çalışıyordu fakat çocuğu susmak bilmiyordu, kasiyeri telefonda tutuyordu. Sırada bekleyen adam gittikçe sinirleniyordu. Sabrı taşan adam elindeki vodka şişesini kasiyere fırlattı ve arabasına usulca binip gitti.
Herkes çok şaşkındı. Kasiyerin yüzünde kesikler oluşmuştu. Cam parçaları yüzüne gelmişti. Joseph parayı kasaya bırakıp aceleyle kamyonetine benzin alıp yola koyuldu.
Yol devam ettikçe etrafta tarlalar artıyordu. Etraf, günbatımıyla turuncu renklerle süslenmişti. Birkaç dakika sonra Joseph, yeşil bir tarla evini görmüştü. Kamyoneti durdurup indi. Eve yürüdü. Evin pencereleri tahta parçalarıyla kapatılmıştı. Eski duvarları ve soluk bir yeşil rengi vardı. Kapıyı çaldı ve bekledi. On dakika sonra kapı açıldı ve birkaç gün önce gördüğü adam onu içeri geçirdi.
Adamın engelleri delip geçen yeşil ve kararlı gözleri, sivri bir çenesi, kirli sakalı ve geriye taranmış saçları adama sakin fakat ne yaptığını bilen bir hava katmıştı.
Kapıdan içeri girince önce küçük bir hol karşılardı insanı. Sağ tarafta küçük, eski bir salon; sol tarafta ise kırık dökük bir mutfak vardı. Fakat evde Joseph ve hala tanımadığı adam dışında kimse yoktu.
"Burada kimse yok?" dedi Joseph.
"Buralarda kimsenin kapıda bekleyerek kaybedeceği 10 dakikası yok. Zaten bir eleme yöntemi olmalıydı. Ha! Bu arada ben William. William Shellagon" dedi.
"Alfred nerede?"
"O adam beş yıl önce ortalıktan kayboldu. Öldü mü ölmedi mi bilmiyorum ama önemli de değil. Burasıyla artık ilgilenmiyorsa ölüden farkı yoktur. Bu ev de bana kaldı."
Birlikte mutfak masasına oturdular. William, uzun bir süre boyunca Joseph'e baktı. Sonra sandalyeden kalktı ve merdivenlerden üst kata çıktı. Joseph'e bir tasma verdi.
"Nereden bildin?" dedi Joseph.
"Her insana lazımdır. Bazılarında zaten vardır. Bazılarında yoktur. Senin de artık bir tasman var. Onu iyi kullan." dedi William.
Söylediği şey çok anlamsız gelmişti Joseph'e. Tasmayı takmayacaktı heralde. Ne olduğunu pek anlamamıştı ama asıl sorunu anlatmaya çalıştı Joseph.
"Bak, ben ne yapacağımı bilmiyorum, tamam mı? Yani bazı şeyler aslında hiçbir şey ifade etmiyor. Bir yıl falan önce bana bir akrabamdan yüklü miktarda para ve iki köpek kaldı. Paranın yarısı yeni dairemde çıkarılan bir yangında yandı ve köpeklerimden biri de yangında zehirlendi. Ama hiçbir şey hissetmiyorum."
"Hiçbirşey hissetmemek çok büyük bir avantajdır. Bunu kullanmalısın." diye söze girdi William. "İyi bir işim, orta halde bir evim, çok tatlı bir ailem vardı. İki çocuğumuz vardı. Birini öldürdüler. Diğeri kayboldu. Bir ay sonra boşandım ve neredeyse on yıldır bu evde yaşıyorum. Eskiden oturduğum mahallede bu olaylar sadece benim başıma geldi.
Bu yaşadığımız hayatlarda adalet diye birşey yoktur. Öncelikle bunu anlamalısın. İnsanlar kağıda kurallar yazarak dünyada yarattıkları kirliliği ve yozlaşmışlığı örtmeye çalıştılar ve başarılı oldular. İnsanlar kördür. Gözleri gören insanlar-senin ve benin gibi-intihar ederler. Bu senin seçimin. Sana kalmış birşey."
"Ölmek istiyorum William. Zaten yaşamak benim için pek birşey ifade etmiyor. Bütün günümü fener evimde geçiriyorum. Fakat beni öldüren birisi olacaksa o da benden başkası olmamalı. Ben ölmeden önce intikamımı alacağım. Bak, başımıza gelen şeyler tesadüf eseri değil. Senin aileni dağıttılar ve çocuklarını kaçırdılar. Benim köpeğimi ve evimi yaktılar. Birşeyler dönüyor ve burnumuzun dibinde. Sana bu yüzden geldim. Belki yardımcı olabilirsin diye."
"Sana yardımcı olabilirim. Ama önce güvenimi ve saygımı kazanmalısın. Bunu düşüneceğim. Eğer senin dediğin gibi başımıza gelen şeyler bağlantılıysa bizi izliyor olabilirler. Geldiğin yoldan gitme. Başka bir yoldan dön evine. Fazla dikkat çekmemeye çalış. Seni buraya çağırdığımda haberin olur." dedi William.
Joseph, eski karanlık evden tekrar tarlaların turuncu rengine büründüğü yere çıktı. Kamyonetine bindi ve biraz dışarıyı inceledi. Eve baktı. Sanki bu durgun ve rüzgarın süzüp geçtiği buğdaylar, evi reddediyordu. Sanki bu eski ev oraya ait değildi. Bu evi önceden hiç farketmemişti.
"Tarlalar güzel yalanlar fakat acı gerçekler evin içerisinde yatar." dedi Joseph, yanında beliren hayali arkadaşına.
"Yorulduysan ben kullanayım?" dedi hayali arkadaşı. Fena olmazdı aslında.
Joseph ellerini, kollarını ve ayaklarını hissetmiyordu ama istemsizce arabayı kullanabiliyordu. Joseph'e düşen sadece manzarayı ve yolu seyretmekti. Birkaç dakika sonra önceden gördüğü kasiyere vodka şişesini fırlatan adamı yolda bozulmuş arabasını tamir etmeye çalışırken gördü.
"Sana bırakıyorum. Ne yaparsan yap." dedi Joseph, hayali arkadaşına.
Artık kontrol Joseph'ten çıkmıştı. Kamyonetten inip adamın yanına gitti. Adam arabasının kaputunu açmış ve motora eğilmişti. Birşeylerle uğraşıyordu belli ki.
"Sen pislik bir adamsın." dedi Joseph adama.
Adam şaşırmıştı. Birden Joseph'e baktı. Rüzgar daha sert esmeye başlamıştı.
"Çocuğun var mı?" diye sordu Joseph adama.
"Bundan sana ne lan?" diye cevap verdi adam.
"Bugün yüzüne vodka şişesi fırlattığın adamın çocukları vardı. Yüzü yaralı bereli bir şekilde çocuklarının karşısına çıkacak. Bu hiç adil değil, değil mi? Biraz sakin olmayı öğrenmelisin. Sinirlerine hakim olmalısın."
Adam sinirlenmişti. Yüzü kızardı ve bir yumruk savurdu. O sırada Joseph yumruğu arkadaşının yardımıyla tuttu. "Emin misin?" dedi. Adam kurtulmaya çalışınca Joseph gayet sakin bir şekilde adama çelme taktı ve kafasından tutup motora vurdu. Kafası motora çakılı duran adamın üstüne kaputu birkaç kez vurdu Joseph. Kamyonetinden, önceden aldığı viski şişesini çıkardı. Adamın kafasının üzerinde duran kaputu açtı ve viski şişesini adamın kafasına koydu. Kaputu son bir kez sert bir darbeyle kapattı.
Adamın kafası cam kırıklarıyla kaputun arasında kalmıştı ve kan akıyordu. Joseph rahatlamıştı. Kaputtaki parmak izlerini bezle sildi ve kamyonetine geri bindi.
"Teşekkürler." dedi Joseph hayali arkadaşına.
"Her zaman." diye cevap verdi arkadaşı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İskambil
AdventureJoseph Warren, çocukluğundaki dışlanmasına ve umutsuzlanmasına karşın tanımadığı bir akrabasının ölümünden kendisine bir çift köpek ve yüklü miktarda para kalır. Fakat bunun sonun tatlı başlangıcı olduğunu bilmemektedir.