Sessizlik su olup, saç diplerim de yaşarken gözlerimi hastanenin makine sesleriyle araladım. Göz bebeklerime düşen ilk görüntü ise beyaz rengin hakim olduğu tavandı. Bip, bip, bip. Kafamda yer alan sesti bu. Sanki daha önce her gün duymuşum gibi hissediyordum. Sessizce verdiğim nefesim ağzıma takılan maskeden süzülüp özgürlüğe kavuşuyordu.
Elimi kaldırmaya çalıştığım da, sanki elimi kelepçe yardımıyla yatağa bağlanmış gibi hissediyordum. Hareket ettiremememin sebebi ise vücuduma yayılan ağır acıydı. Yoğundu acı. Vücudum da misafirlik eden bu acıya bir de baş ağrısı eklenince katlanılamaz hale geliyordu. Ağzım kurumuştu hatta ağzımın içinde iğrenç bir tat yer almıştı. Bu tadı giderebilmek tek şey varsa o da saf suydu.
Ne oluyordu? Ben neden hastanedeydim? Zihnimi yordum ama sonuç çıkaramadım. Kim getirmişti beni buraya? En son neler olmuştu? Hiçbir şey hatırlamıyordum tek hatırladığım şey ise en son Emirle arkadaşımızın doğum günü partisine gitmiştik sonra da eve gelmiştik başka da hatırladığı bir şey yoktu.
Düşüncelerimin içinde boğuluyordum. Ben niye buradayım? Hiçbir fikrim yoktu. Kafam da dönüp dolaşan soruların cevabı açılan hastane kapısındaydı belki. Doktor sandığım ama üzerinde önlüğü olmayan adama baktım. Kasvetli bir havanın rüzgarını andırıyordu. Sadece bedeninde taşıdığı renk siyahtı. Simsiyahtı. Saçları dağınık, gözleri yorgun bakıyordu. Ama beni görünce yüzünde beliren şaşkınlık paha biçilemezdi. Adam böyle komik olduğunun farkında mıydı acaba? Sonrasında ise gözlerinde ki ifade sarsıldı. Yerine pişmanlık aldı.
''M-Masal sen... Uyanmış'sın'' dedi inanamıyormuş gibi. Adam hiç de doktora benzemiyordu. Resmi değildi benimle sıradan biri gibi konuşuyordu. Ve en önemlisi ben bu adamı tanımıyordum. Hızlı ve büyük adımlarla hastane kapısının önünden yanıma, yatağın bir ucuna geldi ve elimi avuçlarının içine aldı. Bu benim canımı yakmıştı. Elim acımıştı ,sanki küçük küçük iğneler saplanmıştı tenime.
''AH'' diye inlediğim de buruşturduğum yüzümü görüp elimi bıraktı.
''Canını mı yaktım Masal'' dedi şefkat kokan sesiyle. Bu adamın bana karşı tutumunu hiç de hoş bulmamıştım. Sonuçta adamı tanımıyordum ve o, onu tanıyormuşum gibi davranıyordu. Bu da beni rahatsız ediyordu.
''Siz kimsiniz beyefendi?'' diye sordum. Adam anında yataktan kalktı ve anlamlandıramadığım cümleler kurmaya başladı.
''Masal tamam bak bir hata yaptım ama ne olur böyle beni tanımıyormuş gibi davranma. Beni böyle sakın cezalandırma. Bunu yapma!'' dedi ama ben hiçbir şey anlamamıştım.
''Ne diyorsunuz beyefendi? Emir nerede? En son onunlaydık?'' dedim sesimi yükselterek. Adam hırsla elini saçlarının arsına daldırdı ve çekti. Adeta yakıcı bir sinir soluyordu. Bu kasvetli adamdan tam anlamıyla ürkmeye başlamıştım.
''Masal en son Emirle değildin. Benim yüzümden kaza yaptın ve buraya, hastaneye kaldırıldın.'' dedi.Derin bir soluk aldı ve sözlerine kaldığı yerden devam etti. "Beni tanımıyormuş gibi davranma. senden sadece bunu istiyorum Masal'' iplerin ucuna bağlanan soru halatlarına yenileri eklendikçe ekleniyordu. Ne diyordu bu adam?
''Bakın beyefendi anlamamakta ısrar ediyorsunuz ama ben sizi tanımıyorum. Siz kimsiniz?'' bu sefer anlaması gerektiğini düşünerek böyle bir cümle kurdum. Adam hızla yanıma geldi ve mesafesini koruyarak;
''Biz hangi yıldayız Masal'' dedi. Sorduğu soru o kadar saçmaydı ki neden böyle yaptığını anlamıyordum.
''2016 Nisan 8 '' dediğimde gözleri şaşkınlıkla dolup taştı. Sonra aklına sinsi bir fikir gelmiş gibi gözleri parladı ama kendini toparlayıp yüzündeki o ifadeyi silmesi uzun sürmedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Haviye
General FictionKoran Karadağ. Masal Demir. KORAN'a anlatılan bir MASALdı O Uçurumun aşşağısın da bulunan içi ateşlerle dolu olan düşenin bir daha yükseğe çıkamaması; HAVİYE İşte HAVİYE bu; insanı içine çekip yakıp küle çeviren uçurum...