Uyandığında tam olarak geceyarısı mı yoksa güneş çoktan doğmuş mu karar veremiyor. Sonra sıkı sıkıya örtülmüş kalın, siyah perdelerin ardından duvardaki kocaman saati fark ediyor. Sabahın altısı. Güneş muhtemelen yeni doğacak.
Sessizliğin içinde soluklarına katılan soluğu hissediyor. Kafasını çeviriyor ve işte hemen Jihoon orada. Huzurla uyuyor. Yastığı kaymış, ellerini başının altına koymuş ve bacaklarını da kendine çekmiş öylece... Suratına çarpan gölgelerden onu zor ayırabiliyor ve o en çok uyurken güzel görünüyor.
İfadesiz suratını çekiyor ondan, odayı inceliyor. Nasıl davranmalı? Duyguları bir bir havaya karışmışken—işte o bir bütün; duygular eşittir o olmuş. Olmuş ama ne yapacak bu endişeyi?
Sadece, nasıl istiyorsan öyle davran. İçinden nasıl geliyor?
Bu rahatlatıcı iç sesi. Derin bir nefes alıp verememesine sebep oluyor. Daha fazla gelecek hakkında düşünmek istemiyor bu yüzden gözlerini sıkıca kapatıp açıyor ve Jihoon'a dönüyor. Suratındaki ifadeyi daha önce görmediğinize emin olabilirsiniz. O da daha önce böyle hissettiğini hatırlamıyor. Duygular üstleri örtülmeyince nasıl tuhaf hissettiriyorlar insana böyle. Soonyoung'un içi gıdıklanıyor sanki. Hadi ama, o yalnızca aptal Jihoon.
Onu dürtmeye başlıyor. Buradan bir an önce gitmek tek isteği. Eve dönmek istiyor işte. Fakat bir cevap alamıyor. Zaten birkaç saat önce uykuya daldığını bilmiyor onun. Soonyoung yatağa kıvrılıp anında uykuya daldıktan saatler sonra uyuyabildi Jihoon. Bu yüzden şartlar pek adil sayılmaz. Buna rağmen onu dürtmeye devam ediyor Soonyoung. Hatta suratına öyle eğilmiş ki, Jihoon'un hafif aralık dudaklarının arasından alıp verdiği nefesi kendi dudaklarında hissedebiliyor. Geceden kalma izlere rastladığında ise dürtmeyi çoktan kesmiş durumda. Fısıldayabiliyor "Jihoon..." diye. Fısıltı ama bir tanrı nidası gibi. O Jihoon'a baktığında artık bambaşka biri görüyor—oluyor. Geçen yıllar boyunca bir çuvala koyup sıkı sıkıya ağzını bağladığı o şeyler bunu sağlıyor. Çünkü artık ortada çuval falan yok. Her şey bir anda nasıl bu kadar açık oldu?
Onu öperken, önceki zamanlarda, suçlu hissediyordu —bir hata gibi— ama şimdi buna hakkı varmış gibi, tamamen olağan bir şeymiş gibi... Jihoon gözlerini aralıyor.
Tam açamadığı gözleri onun kapalı gözlerini gördüğünde tekrar kapanıyor ve eli olağan bir şekilde göğsüne gidiyor. Sanki Soonyoung tüm ağırlığını verirse ezilecekmiş gibi. Ve o da, sanki, o eliyle buna engel olabilecekmiş gibi.
Ayrıldıklarında "Biliyorsun bugün bahçesinden el ele girmemiz gereken bir okulumuz var." diyor Jihoon tüm bunlardan —ve dün geceden— aldığı cesaretle.
"İyi de senin bugün dersin yok ki." Çatallaşmış sesiyle karşı çıkıyor Soonyoung fakat hemen sonra alt dudağını ısırıyor. Neyse ki Jihoon bunun farkında değil ve sabah sabah cazgırlık peşinde. "Olsun, gideceğiz!"
Hemencecik pes eden Soonyoung yataktan doğruluyor. Evdeki yatağından daha rahat olduğunu itiraf edebilir.
Bu Soonyoung pek alışılmadık, öyle değil mi? Neyse, ardından Jihoon da kalkıyor ve yerdeki Soonyoung'un kapüşonlusunu alıp üzerine geçiriyor. Biraz üşüdüğünden, biraz da artık Soonyoung'un üzerini saklamasını istemediğinden. Dün akşam sinir bozucu görünüyordu. Seungkwan'ın böyle bir incelik yapacağını nereden bilebilirdi?
"Üst kata çıkmamız lazım." İkisinin de ceketi oradaydı.
"Sen bekle, ben alıp geleyim." Soonyoung onun itiraz etmesine izin vermeden kilitli kapıyı açıyor ve Seungkwan'ın odasına gitmek için odadan çıkıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LANE BOY
Fanfictionİnanın bana bu o aptal mantığıdır. Tekrar acı çekmemek için çitlere sardığı mantığıdır. Beynidir veya herhangi salak bir organı. Salak olmayanlara gelelim, kalbi tıpkı o şafaktaki güneş ve gökyüzü temsili gibi, onunkiyle birleşmiş. Bunu hayal edebi...