Hazırlıkların bu derece olması göz yaşartıcı. Hemen ileride arı gibi çalışan insanları görseniz siz de böyle düşünürsünüz. Çünkü Soonyoung tam olarak 'sıçtım' diye düşünüyor. Tüm okul burada olacak. Tüm okul!
"Balım gelmiş!" Seungkwan onu görünce maskesini indirip gülümsüyor ama makyajsız olduğunu hatırlamış olacak, hemen geri kapatıyor.
"Ne var ne yok diye bakmaya geldim." diyerek omuz silkiyor. Yalan. Tehlikenin ne derece olduğunu yoklamaya geldi. Seungkwan onun bir kaçış yolu aradığından habersiz, gözleri gülümsüyor.
"Dersin olmadığına göre benimle burada takılırsın?"
"Aslına bakarsan kıyafetlerim evde." Peki, bu güzel. Seungkwan onu şimdilik bırakabilir.
"Pekala, çilekli kekimi sana göz kulak olması için uyaracağım." Çilekli kekten kastını anlamışsınızdır. Onun bu margarin kıvamındaki lakaplarına takılmayın. Mide bulandırıcı görünebilir fakat herkes Boo Seungkwan'ı tanır. Herif dibine kadar sıvı yağ. Üstelik herkesin önyargısını bir şekilde kırıp sevilmiş biri. Diyorum size, onu kıskananlar bile aslında ona aşık.
"Jihoon benimle uğraşmak zorunda değil." Sesi düşündüğünden daha ciddi ve sert çıkıyor. Seungkwan bu yüzden afallasa da gülümsemeyi becerebiliyor.
"Biliyorum tatlım," Onu rahatlatmak istercesine elini omzuna koyuyor. "Yanında biriyle gelirsen daha iyi olur diye söylemiştim. Hem o küçük sürtüğe de birinin sahip çıkması gerekiyor." Göz kırpıyor ve elini çekerek masumca omuz silkiyor. Açıkçası o da Soonyoung'un duygu-durum bozukluğuna sahip olduğunu düşünenlerden.
Soonyoung istemeye istemeye kendini eve atıyor. Şükürler olsun ki Jihoon evde değil. Ama yine de o partiye gidecek çünkü bundan kaçışı yok.
Kendine gelmek için evin en sevdiği yeri olan mutfağa adımlayıp kahve yapıyor. Kahve onun muhtemel olan tek kurtarıcısı. Kahve olmasa ne yapardı? Görüyor musunuz? O kahveyi kurtarıcısı olarak görüyor. Onun için sudan daha kutsal.
Favori kanepesine oturmuş hiç de acele etmeden kahvesini içiyorken anahtar sesi duyuyor ve sıkıntıyla iç çekiyor. Tam olarak, biraz daha geç gelsen ölür müsün, diye yakınıyor içinden. Onun Jihoon'la derdi ne, anlamadım. Ondan nefret ediyor fakat bu diğer hisleriyle doğru orantıda olmalı. Anlayacağınız kafa karıştırıcı. Matematik denklemleriyle yarışır.
Bir dakika geçiyor fakat Jihoon mutfağa girmiyor. Soonyoung bu sırada kahvesini çoktan bitirmiş, neden hala kanepede bilmiyorum. Banyodan gelen su sesini duyana kadar da kalkmıyor zaten o kokuşmuş kanepeden. Suratına bakın nasıl da sinir bozucu.
Odasına gidip Seungkwan'ın ona aldıklarına tekrar göz gezdiriyor.
"Hadi ama!" Sanırım bu pembe üstü ne zaman görse aynı tepkiyi verecek. Görülmeye değer bir an doğrusu.
Onu fırlatıp beyaz ince bir üst çıkarıyor. Bu soğuk havada mı? Cidden mi? İçinden bir ses bu gece her şeyin alev alacağını söylese de burun kıvırıyor. Zaten planı şöyle bir görünüp erkenden ayrılmak. Tabii. Buna kendisi bile inanmıyor ama siz inanın ve çaktırmayın.
Poşetleri bırakıp dolabına ilerliyor ve en kalın kazağını üzerine geçiriyor. Şimdiden terlemeye başladı fakat buna kanamaz, ev sıcak olsa da dışarısı buz gibi!
"Onu giymeyeceksen alıyorum." Yerinden sıçrayıp arkasına döndüğünde bornozunun içindeki Jihoon'un kapı pervazına yaslanmış onu izlediğini fark ediyor. Önce söylediklerini kavrayamıyor ve aval aval bakıyor çocuğa. Jihoon'da bir farklılık var. Hayır hayır, şu bornozun şapkasını çıkarsa anlayacak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LANE BOY
Fanfictionİnanın bana bu o aptal mantığıdır. Tekrar acı çekmemek için çitlere sardığı mantığıdır. Beynidir veya herhangi salak bir organı. Salak olmayanlara gelelim, kalbi tıpkı o şafaktaki güneş ve gökyüzü temsili gibi, onunkiyle birleşmiş. Bunu hayal edebi...