Gözlerinizin birkaç saniyeliğine ziyafet çekmesine izin verebilirim. Şu görkemli malikane herkesin sahip olabileceği şeylerden biri değil nasıl olsa. Ama daha da önemlisi, Soonyoung'un durgun suratını görüyor musunuz? Sabahtan beri böyle. Öyle ki, Jihoon onu kolundan tutup Seokmin'in evine çekiştirirken bile ses etmedi. İlk tepkisi ise çarpıştığı çocuğun üçüncü kuzen olarak Seokmin'in evinde karşısına çıkmasınaydı. Tam olarak "Sen!" demişti. Komikti fakat boş verin.
"Ee, hayat nasıl gidiyor?" Seokmin Jihoon'un zorlamasıyla sohbet açma çabasına girişirken Soonyoung kendisine sorulduğundan bihaber, öylece bahçeyi izliyordu. Havanın kıç kadar soğuk olduğunu biliyordu ama dışarı çıkmak istiyordu. Buradan ve bu yapmacıklıktan bir an önce kurtulmak falan.
"Şştt, sana sordu koca kafa!" Jihoon onun kafasına bir tane patlattı. Pekala, şimdi Soonyoung'un tüm dikkati ondaydı. "Ne var?"
"Bak dostum hala yanıyorsan ve sinirliysen cidden üzgünüm ama herkese ters davranmana gerek yok."
"Jisoo haklı." Jihoon Seokmin'in söylemek isteyip de söyleyemediği şeyi söylediğinde kafasını hızla aşağı yukarı salladı. Hoş, Seokmin'e göre Jisoo hep haklıydı ama boş verin.
Soonyoung'un suratındaki kırgın ifadeyi herkes göremez. Zaten kimsenin de görmesini istemiyor. Okul hayatı zehir olmuştu fakat kimin umurunda? Üç yıldır alışmamış mıydı? Ne olacak? Sadece yaşamaya devam ediyor ne olmuş yani?
"Ben gidiyorum." Ayağa kalkıyor, kimse bir şey demeden kapıya kadar yürüyüp kabanını ve atkısını takıyor. İkisi de hala kahve lekeleriyle dolu. Pantolonunda da görüyor birkaç leke. Üstelik atkı Jihoon'undu. Bunun için tekrar tekrar endişe duyamayacak kadar dolmuş hissediyor. Nasıl farkında olmazlardı? Jihoon'u boş veriyor zaten. O farkında olsa bile bir taraflarına takamayacak kadar göt ama her şeyin sorumlusu Seokmin. Hiçbir şey olmamış gibi nasıl onlarla takılabilir ki? Jihoon neden hala yanında?
Soonyoung eve gidene kadar bu sorularla kafayı yiyecek. Yalnız kalmak istiyor. Bu sefer gerçekten yalnız.
"Ahmaklar. Bir bok bildiğiniz yok. Gereksizler."
***
Soonyoung şimdi daha sakin görünüyor. Bir şekilde eve gelebildi ve en sert olanından bir kahve yapıp yatağına kuruldu. Bir şeyler karalayabilirmiş gibi hissediyor fakat takati de yok. Jihoon aramadığı ya da eve gelmediği için rahat. Onunla uğraşmak istemiyor. Kimsenin yapma arkadaşlığını çekecek kafada değil. O aptal çocukla çarpışmasaydı tekrar hastalıklı biri gibi davranmaya başlamayacaktı belki de. Ama hastalıklı dediği hali en realist ve farkındalıkla dolu olan hali değil mi? Kendini kandırmadığı ve her şeyi berrak düşünebildiği bir zaman. Şefkate en ihtiyacı olduğu fakat bir nebze bile bulamadığı... boş verin.Uyuyacak ve yarın tüm bunlar geçecek. Jihoon hala yanında olacak, Seokmin'den kaçacak ve nefret edecek. Üç salakla uğraşacak. Belki de dersliklerden çıkmaz, aralar kimin umurunda?
***
Gözüne gözüne giren güneş ışınları şaka gibi. Bir an için bunu Jihoon'un aptal şakalarından biri sanıyor. Ama hayır, Jihoon yok. Diz boyu kara rağmen aptal güneş en tepede ve Soonyoung'un gözlerine doğru cilve yapar gibi ışınlarını gönderiyor. Güneşin şefkatli dokunuşları üstünde, gülecek gibi olsa da bu kadar aptallık yeter diye düşünüyor ve yataktan kalkıyor.
Dünü düşünmüyor. Hiçbir şey olmamış gibi okula gidecek. Derslere girip not tutacak, aralara çıkmayacak. Belki gizlice kahve alıp dersliğine geri döner. Kuyruğunu kıstırmış kaçan bir korkak gibi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LANE BOY
Fanfictionİnanın bana bu o aptal mantığıdır. Tekrar acı çekmemek için çitlere sardığı mantığıdır. Beynidir veya herhangi salak bir organı. Salak olmayanlara gelelim, kalbi tıpkı o şafaktaki güneş ve gökyüzü temsili gibi, onunkiyle birleşmiş. Bunu hayal edebi...