Hava güneşli ve Soonyoung düşündüğünden daha rahat. Stresten elleri terliyor olmalıydı, cidden neden bu kadar rahat?
Başlar onlara dönmeye başladığında bile tek bir mimik oynamıyor suratında. İşte, hemen yanında Jihoon'un o gurur dolu suratını görebilirsiniz. Okulun geneli onun egoist bir piç olduğunu düşünüyor ve o bununla hiçbir problemi yokmuş gibi aynı şekilde takılmaya devam ediyor. Öyle olmadığını biliyorsunuz, değil mi? Boş verin.
Bahçenin yürüyüş mesafesi bitip okula girdiklerinde Jihoon onun elini çekeceğini sanıyor ama Soonyoung kayan çantasını tekrar omzuna sabitleyip "Kahve içelim." diyor.
"Daha sabah içtin!" Aslında onunla kafeteryaya —el ele, dip dibe, yan yana— gitmeye can atıyor.
"Ve tekrar içeceğim?" Uyuşukça gülüyor Soonyoung. Emin olun okuldakiler onun gülümsemesine —böylesi samimi olanına— daha önce şahit olmadılar. Yani, hadi ama, güvenin bana yalan söyleyecek değilim. Koyu halkaları, şişmiş gözleri —neredeyse iki çizgi— ve o yumuşak bakışları gülümseyişini tabii ki özel kılıyor. Jihoon kalbinin bilmem-kaç-derecede hal değiştirdiğine yemin edebilir. İçinden 'Piç! Neden daha önce böyle gülümsemedin bana!' diye sayıp sövüyor fakat düz ifadesi hala suratında.
Artık kahveci kız Soonyoung'un ihtiyacı olanı tek bakışla anlayabildiğinden onun konuşmasına izin vermeden kahvesini hazırlıyor ve gülümseyerek "İşte!" diyor. Jihoon'un gittikçe soğuklaşan bakışları eşliğinde kahveyi Soonyoung'a uzatıyor. Ha bu arada, Soonyoung hiç oralı değil. Dokunsalar uyuyacak kıvamda o. Kızı görebildiğini bile sanmam. Bugün görmek için can attığı tek şey Jihoon gibi.
Kısa bir teşekkür mırıldanıp ilk yudumu alıyor ve o an Jihoon'un bayağı ima içeren sesini duymasıyla ona bakmaya başlıyor. "Bana ne önerirsin?"
Kabarık saçlarını örten beresi ve şişme montuyla o kadar küçük ve sevimli görünüyor ki, Soonyoung onun istese de o korkutucu etkiyi veremeyeceğini biliyor. Bu farkındalık dudaklarında bir gülümsemeye sebep oluyor.
"Yumuşak içimli bir şeyler..?" Kız kararsız bir gülümsemeyle Jihoon'a soruyor. Muhtemelen onun dalga geçtiğinden habersiz. Zavallım...
"Yok, ben sert seviyorum." Kız bir süreliğine düşünüp oturttuğu düşünceleriyle "Peki." diyor. Ardından kahve makinesindeki bakışları —hızlıca— önce Jihoon'a, sonra Soonyoung'a ve en sonunda ellerine kayıyor.
Soonyoung öncesinde olsa sinirden deliye dönerdi. Şaşırıyorum ama gülmekle yetiniyor.
"Ona da aynısından." diyor bir de. Hangi ara bu kadar sahiplenici oldu bu çocuk? Onun gülüşünü yanlış anlayan Jihoon'a ne demek lazım? Ağzına sıçacak gibi görünüyor. Fakat şu anlık tek yaptığı sana sonra soracağım bakışlarıyla suratını delmek.
Bu arada Jihoon sütsüz kahve sevmez.
İstemeye istemeye kahvesini alıp elini Soonyoung'dan çekiyor ve Seokmin'le Jisoo'yu es geçip üç tekerleğin masasına oturuyor.
"Selam bok parçacıkları." Altın parçacıklarına ne oldu diye sorduğunuzu duyar gibiyim, Jihoon moduna göre takılır.
"Sana da, balım." Seungkwan sanki Jihoon hiç ağzını bozmamış gibi ona gülümsediğinde Soonyoung da masaya dahil oluyor. Atkısını biraz gevşetip kahvesini birkaç yudumda bitiriyor.
"Ee, siz çocuklar iyisiniz değil mi?" Jihoon her zamanki haline bürünüyor ve umursamaz bir ifadeyle hımlıyor.
"Neden kötü olalım canım, yani Soonyoung bir göt olabilir ama yapacak bir şey yok." Omuz silkip söylediğinde Seungkwan kıkırdıyor. Bununla birlikte diğer ikisi masaya geldiğinden beri tabletiyle uğraşan Seungcheol bakışlarını hızla ona çeviriyor. Ah şu hayranlar. Seungkwan seviliyor derken şaka yapmıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LANE BOY
Fanfictionİnanın bana bu o aptal mantığıdır. Tekrar acı çekmemek için çitlere sardığı mantığıdır. Beynidir veya herhangi salak bir organı. Salak olmayanlara gelelim, kalbi tıpkı o şafaktaki güneş ve gökyüzü temsili gibi, onunkiyle birleşmiş. Bunu hayal edebi...