Beyni göçüp gitmiş yerine fillerin festivalini bırakmış. Ölüyor mu? Belki. Yani tenine sürekli değen ve onu rahatsız eden ten olmasa cidden öldüğünü düşünecek. Hava soğuk, lanet derecede soğuk ve Soonyoung üzerinde olmayan kıyafetleri için sövmeye başlıyor. Kaloriferler mi bozuldu?
"Jihoon?" Boğuk sesine iniltiler karışmış. Beyninin geri dönmesi için çabalıyor bir yandan.
Dakikalarca süren çabalama Jihoon'un kayan battaniyeyi üzerlerine çekmesiyle son buluyor. Soonyoung ani sıcaklığın verdiği etkiyle gözlerini açıyor ve Jihoon'u tekrar küçülürken buluyor. Ona doğru. Sonrası beline sarılan kollar, göğsünü meşgul eden nefes ve sertleşme yolunda ilerleyen bazı şeyler. Başı hala deli gibi ağrıyor. Üstelik buna rağmen dün geceyi çok açık bir şekilde hatırlıyor. Seokmin'i benzetmesini falan. Keyfi yerine geliyor. Etrafta hiç endişe yok, kırıntısı bile. Şükürler olsun, sonunda aşabildi.
Ağrıyı siktir ediyor. Jihoon'a yöneltmek istiyor tüm ilgisini. Yıllarca birbirlerinden mahrum ettikleri o ilgiyi istiyor. Nasıl da zorlaştı işler ha? Şimdi bu halde olabildiklerine inanamıyor.
"Alan şefiyle görüşmen yok muydu senin?" Jihoon iki saniye geçmeden kafasını onun sıcak göğsünden çekiyor ve saat arayan gözlerle etrafa bakınıyor. Siktir, diye mırıldanmayı da ihmal etmiyor. Ağzı kötü kelimelerle dolu iyi bir çocuk o.
Soonyoung'un ağrıya rağmen nasıl sırıttığını görebilirsiniz. Jihoon'un yataktan fırlayıp üzerine bulduğu şeyleri geçirmesini keyifle izliyor -en azından çalışıyor-.
"Kafamı sikeyim neden uyanamadım!" Eline ilk gelen şeyi -bu Soonyoung'un üzerinden dün vahşice(?) çıkarttığı gömlek oluyor- üzerine giyiyor ve altına bir şeyler arıyor.
"Çorapların nerde gerizekalı?" Soonyoung sıcaklıkla mayıştığı battaniyenin içinden ona keyifle "Yandaki kutuda." diyor. Artık Jihoon'un çorap koleksiyonunu bilmesinden çekinmediğini fark edin lütfen. Ayak fetişi falan yok. Sadece çorap seviyor. Yanlış anlaşılmasın yani. Ama Jihoon'un 'bacaklarıyla' seviyeli bir ilişki yaşayabilir.
"Boş zamanlarında çorap mı satın aldın ne bunlar?" Acelesi olduğundan inceleyemiyor ama o anlık şaşkın ifadesi bile görülmeye değer. Tabii diğerinin yatağın içinden silktiği omzunu da görmüyor.
"Kıçını kaldırıp derse gel sen de." Yine ilk gördüğü montu üzerine geçiriyor ve telefonunu alıp -onu unutamaz- Soonyoung'a yapılacaklar listesini sıralıyor. "Kafeteryada buluşacağız. Açlıktan ölüyorum işim bittikten sonra bir şeyler yeriz." Soonyoung odaklanamıyor. Saçları bir yana, Jihoon o kadar dağınık ki, onu tekrar yatağa çekip daha fazla dağıtmak istiyor. Siz onun isteklerini okurken Jihoon eğilip kısa bir süre dudaklarını bastırıyor onunkine ve odadan hızla çıkıyor. Bir süre sonra Soonyoung dış kapının sesini de duyuyor ve derin bir nefes çekip bırakıyor.
"Vay be..." diyor. Öncesini düşünüyor çünkü aynı zamanda. Şu sıralar sert bir kahve yapıyor olurdu. Jihoon hiç aklında olmazdı ve onun için endişelenmezdi bile. Kanepesinde kahvesini içer, birkaç sayfa kitap okur -hep yarım saat erken kalkardı, Jihoon yoksa geç kalma derdi de yoktu- ve üzerini giyinip okula giderdi. Pek fazla bir şey değişmiş sayılmaz aslında.
Yataktan çıkıp etrafa saçılmış çamaşırları bir tarafa toparladı ve havlusunu alıp üşüye üşüye banyoya geçti. Jihoon'un aksine güzel bir duş alacağı için şanslıydı.
***
"Staj hiç bana göre değil, Tanrım!" Jihoon yakınan Seungkwan'a ters ters bakıp "Babanın yanında yan gelip yatacaksın, stajı büyütmeyi keser misin?" diye tersleniyor. Bir yandan iştahla makarnasını yiyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LANE BOY
Fanficİnanın bana bu o aptal mantığıdır. Tekrar acı çekmemek için çitlere sardığı mantığıdır. Beynidir veya herhangi salak bir organı. Salak olmayanlara gelelim, kalbi tıpkı o şafaktaki güneş ve gökyüzü temsili gibi, onunkiyle birleşmiş. Bunu hayal edebi...