Sessizce -çünkü saat gecenin ikisiydi ve ben salonun ortasında, tuvaleti gelmiş bir çocuk gibi zıplıyordum- minik bir çığlık atarak, hediyeye bir kez daha baktım. Tanrım, bunları nasıl tahmin edebildiğine dair hiçbir fikrim yoktu fakat tek bildiğim, ne kadar mükemmel biri olduğunu bir kez daha kanıtlamış olmasıydı. Calum-lanet-olası-Hood kesinlikle hayalimi şekillendiren hikayelerdeki gibiydi. Kusursuzdu. Her şeyiyle.
Biletleri özenle salondaki masanın üstünde açık bir kitap gibi duran günlüğümün arasına sıkıştırdım ve bir an önce cuma gününün gelmesi için tanrıya yalvarmaya başladım.
Yarın pazartesiydi ve benim uyumaya niyetim yoktu, ki olsaydı bile, heyecandan uyuyamayacağım bir gerçekti. Annem, konsere gitmeden önce, pazartesi günü için bir izin kağıdını müdüremiz Bayan Brooks'a götürebileceğini söylemişti. Onunla ilgili sevdiğim sayılı şeylerden biri, bu özelliğiydi.
Odama çıktım ve karşıda kayıt için hazır olan kameramın düğmesine bastıktan sonra, yatağıma bağdaş kurarak oturdum. "Şuan çığlık atmamak için zor duruyorum," dedim dudaklarımı ısırarak. "Bir daha video günlüğü çekmeyeceğime dair söz vermiştim, fakat, bu," duraksadım ve bayılmamak için kendimi tokatladım. "Bu kesinlikle yeniden başlamaya değer."
Yavaşça elimde tuttuğum günlüğü kameraya gösterdim ve içindeki biletleri kameraya doğru tuttum. "Bunları görüyor musun?" Biletleri iyice yaklaştırdım. "Bunları bana Calum verdi, hediye olarak. Ve bu bir randevu sayılır, anlıyor musun? Bir randevu!" Yatağın üstünde yeniden anlamsızca zıplamaya başlayınca, yatağın gevşeyen yayları gıcırdadı. Yüzümü buruşturdum. "Düşünebililiyor musun? Tanrım, Calum Hood ile bir randevuya çıkacağım!"
Telefonum titreyince, konuşmamı yarım bırakarak, telefona baktım. Bir mesaj gelmişti. "Hediyeni açtığında beni aramanı söylemiştim -Calum xx"
Gözlerimi kocaman açarak, yerde bulduğum, kim bilir kaç gündür kirliye gitmeyi bekleyen hırkayı üstüme geçirdim. Camın önüne giderek, perdelerin arasından dışarıyı gözetledim. Dışarıda bir araba vardı ve içinin boş olduğundan, üstelik arabanın karşı komşumuz Bay Corr'un olduğundan neredeyse emindim.
Telefonu elime alarak, Calum'ın numarasını tuşladım. "Beni mi gözetliyorsun sen?"
"Seni gözetlemek mi?" Hafifçe güldüğünü duydum. "Sadece insanları kolay tanırım."
"Kolay tanımak mı? Daha soyadımı bile bilmiyorsun."
"Sarah Erica Jones, 25 Ocak 1996 yılında, Manchester'da doğdun."
"Bunları nasıl biliyor-"
"En sevdiğin grup The Beatles. Onları canlı dinleyebilmek için her şeyini verirdin. En yakın arkadaşlarından biri olan Sydney, geçirdiği bir kazadan dolayı, birkaç ay önce hastaneye kaldırıldı. En sevdiğin renk mavi, özgürlüğü ve arzuyu temsil ettiğini düşünüyorsun. Saçların aslında kahverengi fakat en sevdiğin seri olan Harry Potter'daki gibi bir Weasley olmayı arzuladığın için, kızıl görünmesi için elinden gelen her şeyi yapıyorsun. Mavi gözlerinle birlikte, bu uyumu yarattığını düşünüyorsun. James Arthur'un, X-Factor'da birinci olabilmesi için arkadaşlarını örgütledin." Kahkaha attı. "Yazmayı çok seviyorsun. Sürekli okuyorsun ve ileride dünya için yararlı bir şeyler yapabileceğine inanıyorsun. Boş zamanlarında yaşlılara ve çocuklara kitap okumaktan yanasın. Şarkı söylemeyi çok seviyorsun, fakat sesinin aslında bunun için hiç yeterli olmadığını düşünüyorsun. Saçlarının çoğunlukla pırasa gibi görünmesinden ölesiye rahatsız oluyorsun. En sevdiğin dizi Skins ve Nicholas Hoult'a aşıksın. Manchester United destekliyorsun. Baban ve annen, sen 6 yaşındayken boşandı. Büyükannen ve büyükbaban, senin bu ayrılıktan etkilenmeni istemediği için, 2 yıl öncesine kadar Sidney'de bulundun. En yakın arkadaşının isminin geldiği şehirde. Onunla tanıştığın yer de burası." Duraksadı. "Devam etmemi ister misin?"
O kadar şaşırmıştım ki, ellerim titriyordu ve henüz yeni susmuşken, yeniden ağlamaya başlayacaktım. Nasıl olur da hakkımda benden çok şey bilebilirdi? Nasıl olur da düşündüklerimi, yaşadığım şeyleri bilebilirdi?
Düşüncelerimi toplamayı başardığımda, sadece "Calum Thomas Hood," diyebildim. "Bunları nasıl bildiğini bilmiyorum fakat.." Hıçkırıklarım konuşmamı bölmüştü. Hangi ara ağladığımı ve hangi ara bu kadar sulu göz olduğumu bilmiyordum. Tek bildiğim şey, ortada dönen bu salak saçma hikayenin beni mutlu edip, aynı zamanda garip hissetmeme sebep olmasıydı.
"Sarah, sen iyi misin?" Sanki beni görebilecekmiş gibi kafamı yana doğru salladım. "Yanına gelmemi ister misin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
all i want is you ▸ c.h.
Fanfiction"Fısıltını duyabilecek kadar yakınından yürüyorum."