Öncelikle, kurgum tamamen bitti ve yazacak bir şeyler bulamamak çok koyuyor. Sadece oluruna bırakarak, yazabileceğimi yazıyorum. İyi okumalar.
"Calum!" diyerek ona doğru döndüm. "Michael'a beni yenmemesi gerektiğini söylemeliydin!"
Sırıtarak yanımıza doğru geldi ve Michael'a yavaşça bir yumruk attı. "Onu yenme."
"Üzgünüm, dostum," dedi Michael sinsice sırıtarak bana doğru bakarken. "Onu çoktan yenmişim. Bir daha ki sefere hatırlat, olur mu?"
Ona cevap verecekken, telefonunun çaldığını duyunca, çenemi kapatmaya karar verdim.
"Pekala," diyerek telefonu kapattı. "Calum, ve," bana doğru bakarak yüzüne geniş bir gülümseme yerleştirdi. "Kraliçe Sarah, süper yetenekli ve üstün yakışıklı Kraliyet dostunuzun şimdilik gitmesi gerekiyor, bir daha ki sefere, görüşmek üzere." Eğilerek selam verdiğinde, kahkaha atarak onu izliyordum.
"Görüşürüz Mikey!"
*
"Nereye gidelim?" dedi Calum parmaklarıyla direksiyona vururken.
"Bilmiyorum," diyerek omzumu silktim.
"Pekala," diyerek arabayı ani bir dönüşle tersine doğru sürmeye başladı.
"Nereye gidiyoruz?"
"Görmeni istediğim birkaç yer olabilir," dedi sırıtarak.
O sırıtınca, içimde bir şeylerin istemeden alevlendiğini hissettim. Gülüşü bir çocuk kadar masumken, hiç kimsenin olamayacağı kadar ateşliydi. Garip, ve bilirsiniz, seksiydi.
Yaklaşık yarım saat sonra arabayı ormanlık bir kenara park ettikten sonra, bana doğru baktı. Bu, aklıma kötü şeyleri getirse de, -ormanda yapılan ateşli bir seks gibi- olabildiğince normal ve insanca düşünmeye çalıştım.
"O bakışları bana atmaktan vazgeç," dedim kollarımı göğsümde birleştirirken.
"Hangi bakışları?" dedi sanki bilmiyormuş gibi.
"Bunları," diyerek onu taklit ettim. Kahkaha atarak arabadan indi ve benim tarafıma gelerek, kapıyı açtı.
Hiçbir şey demeden, sadece bana doğru elini uzattı. Beni nereye götüreceğini, ve daha doğrusu ne yapacağını bilmesem de, uzattığı elini kavradım. Ormanın açıklıklarına geldiğimizde, daha önce taktığını farketmediğim kamera çantasının içinden kamerayı, -kameramı- çıkardı ve bana bakarak sırıttı.
Seks kasedi mi çekmek istiyordu?
"Bununla ne yapacağız?" diyerek gözlerimi kocaman açtım.
"Video günlüğü çekeceğiz?" dedi sorarcasına.
"Ah, tamam, pekala," diyerek üstümdeki kot ceketi düzelterek, elindeki kamerayı kavradım. Kamera açılınca sırıtarak Calum'a doğru baktım ve ardından tekrar kameraya döndüm. "Küçük sırrımızı tüm dünyanın öğreneceğini söyledi,"
"Evet," diyerek arkama yerleşti ve kollarını belime doladı. "Bütün sırlar, bir gün açıklanmak zorunda kalır, değil mi?" Kafamı salladım. "Koca burunlu ve kızıl-saçlı-görünmeye-çalışan kişinin birlikte çektiği ilk video günlüğünü sizlere sunmaktan onur duyarız."
Kahkaha atarak ona döndüm. "Koca burunlu olduğunu kabul ediyor musun?"
"Doğum günüm için hazırladığın videodan beri, evet."
Dudaklarını dudaklarıma değdirmek üzere, bana doğru yaklaştı. Onu ittirdim. "Video günlüğü çekiyoruz, sersem!"
"Bana ait olan dudakları, kamera açık olsa bile öpebilirim. Anlıyor musun?" Ilık dudaklarını, dudaklarıma bastırdı. Geri çekildiğinde gülümsüyordu. Gülümsemesine karşılık verdim.
Uzun ağaçlarla çevrili olan ormana bir göz attıktan sonra, biraz daha ilerlemeye karar verdim. Belki bir vampirle veya kurtadamla karşılaştıktan sonra dönüşebilir, ya da daha iyisi, bir melez olabilirdim.
Bulutlarla çevrilmiş gökyüzüne baktım. Her zamankinin aksine basık ve kasvetli bir hava yoktu bugün. Daha çok, sanki ilkbaharın geldiğini hissettiriyor ve güneş, bulutların arasından bizi selamlıyor gibiydi. Böyle güzel bir günde, beni buraya getirdiği için Calum'a binlerce kez teşekkür edebilirdim.
"Ne düşünüyorsun?" diye sorarak, beni hayata döndüren Calum'a doğru bakarak kafamı onay verirmişçesine salladım.
"Harika."
"Bu kadarıyla sınırlı değil," dedi çok bilmiş bir havaya bürünerek. "Arka tarafta büyük bir restoran var. Ve bil bakalım, kim restoranı bizim için ayarladı?"
"Tanrım, ciddi misin?" diyerek minik bir çığlık attım. Kafasını salladığında, koşarak ona doğru ilerledim ve kollarımı boynuna sardım.
"Alt tarafı bir restoran, Sarah," dedi kollarını belime yerleştirirken. "Neden bu kadar çok tepki gösterdin?"
"Seninle yalnız olma fikri hoşuma gidiyor."
*
"Bu taraftan," diyerek bir masayı işaret etti. Masa demek, büyük ihtimalle yanlış bir şeydi.
Aslına bakarsanız, buraya restoran demek bile yanlıştı.
Şöminenin önüne koyulmuş minderlerin biraz ilerisinde, yerde duran sehpaya büyük bir hayranlıkla baktım. Işıklar sönüktü ve ortalığı aydınlatan tek şey, bu güzel havaya rağmen yanan şömine, ve yerdeki birkaç ufak mumdu.
Yavaşça yere oturdu ve kenardaki şampanyayı patlatarak, merakla onu izlememe sebep oldu. "Burada garsonlar yok mu?" dedim ona bakarak.
"Var," diyerek sorumu yanıtladı. "Garson Calum, hizmetinizde, bayan."
Kahkaha attım. "Ciddiyim,"
"Ben de ciddiyim," dediğinde gözlerimi devirdim. "Garsonlar var ama bu gecelik çalışmıyorlar. Sadece sen ve ben varız."
"Bir restoranı kapattırdığında, orada garsonların olması gerekir," dedim yanına oturarak.
"Bu gece bizim gecemiz ve garsonlar yok, daha fazla soru sorma, günışığı."
Sırıtarak ona baktım ve kaslı kollarıyla vücudumu kavramasına izin verdim. Yanağıma bir öpücük kondurduğunda, çoktan ona ait olduğumu hissediyor, ve bir daha unutacak olursam, bir kiralik katil tutup beni öldürmesini istediğimi düşünüyordum.
Kulağıma eğilerek, fısıldadı. "Seni seviyorum."
Başımı kaldırmadan, aynı fısıltıda ona cevap verdim. "Ben de seni seviyorum."