Bölüm 2: Kötü ve İyi

19 2 0
                                    

Gün 65

06.03-Çarşamba

Karanlık Yansıma

Bugün okula geç gittim ve grupça yaptığımız günün toplantısına katılmadım. İyi ki katılmamışım çünkü Mert dün onların evine geldiğimi anlatmış herkese. O yüzden sınıfa girer girmez herkes bana baktı ve sırıtmaya başladılar. Kimisi de hayret ve inanamamışlık karışımı bir ifadeyle bakıyorlardı yüzüme. Sınıfın boş konuşanı Mehmet hemen bana laf attı.

"Sen de mi be Hayal? Sen de mi kapıldın bu çocuğun çekimine?"

Mehmet sınıfın düşük çenelisidir. Boş boş konuşur, sadece konuşmak için bile konuştuğu olmuştur. Atom karınca gibi bir şeydir, her yerden karşınıza çıkabilir. Tabi ufak boyu ve zayıf vücudu da buna yardımcı olmuyor değil.

Ama Mehmet'in ne dediğini anlamam biraz zaman aldı. Direkt öfkeyle Mert'in gözlerinin içine baktım ama o sadece omzunu silkmekle yetindi. Kim bilir neler anlatmıştı? Nasıl çarpıtmıştı olayları? Peki ben doğrusunu nasıl anlatacaktım? Hocamın onu yanımdan almayacağını, bunun için onun evine gittiğimi? Bir dakika ben onlara niye açıklama yapacaktım ki? Onlar da kim oluyordu?

Ben de sinirle, geçip yerime oturdum. Mert tabi yerinde değildi. Orta sıradaki grubun köşesinden bana bakıyordu. O anda pembe terlikler aklıma geldi ve onu sinir etmek için bunu anlatmaya tam karar vermiştim ki, Meltem kolu Mert'in omzunda bana seslendi:

"Hayal anlatsana be, Mert gerçekten o pembe terliklerle nasıl görünüyordu?"

"Pardon?"

"Hani onu o terliklerle görünce 'ay çok şirinsin' demişsin ya onu diyorum."

Resmen afallamıştım. Ama niye şaşırıyorsam olayı çarpıtacağını bilmiyor muydum? Yine de bu bana haksızlık... Niye hep bir adım önde olmak zorunda?

Mert'e seni daha sonra boğazlayacağım bakışımdan fırlattığım gibi Meltem'e dönerek:

"Hımmm... Neye benziyordu acaba? Mert'i ve ayağındaki o pembe terlikleri düşününce aklıma gelen tek benzetme, pembe terlikli bir öküz!" dedim son kelimeyi vurgulaya vurgulaya.

Ben bunu deyince bütün sınıf bir şaşırdı ama Mert hala daha gülümsüyordu. Gıcık işte...

Nihayet tarih öğretmenimiz -bizim çift K (Kıl Kuyruk) lakabı taktığımız- Önder Hoca sınıfa gelmişti. Mert tabi gelip yanıma oturdu ve hiç vakit kaybetmeden de konuşmaya başladı.

"Yunanca biliyordun ve bana bildiğini hiç çaktırmadın. Sen sandığım gibi birisi değilmişsin, oraia kopela. Ben seni doğrucu, dürüst sanmıştım. Oysa ki sen saman altından su yürütenlerdenmişsin. Merak ediyorum da bugün de evime gelecek misin? Hımmm... demek benle konuşmuyorsun? Ama bu beni etkilemez, ben yine de konuşurum. Merak ettiğim bir şey daha var. Ben anlatmasaydım eğer pembe terlik olayını herkese anlatacak mıydın? Ayrıca evimi nasıl buldun?"

Resmen sınırımı zorluyordu, mal. Ama konuşmayacaktım ağzımı dahi açmayacaktım. Bir çözüm buluncaya kadar onunla ne kadar konuşursam o kadar iyi olacaktı. Bu aramızdaki mesafeyi arttırırdı. İç sesim ise benim kadar sakin kalamıyordu ne yazık ki, bağırıp çağırıyor oradaki odasının bütün eşyalarını kırıp yıkıyordu. Mert ise hala daha konuşmaya devam ediyordu.

"Yapma ama inek kız. Birbirimizin yanında oturmak zorundayız. Bunun için ne sen bir şey yapabiliyorsun, ne de ben. Bu yüzden benle hiç konuşmayacak, yüzüme bakmayacak mısın? Bak ben hala daha konuş..." derken Mert'in sözlerini kesen bir ses duydum sınıfta:

Limon AğacımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin