Yorucu bir devriyenin ardından her zamanki mekana geçtik, "Gri'nin yeri" şehirdeki en popüler tavernaydı. Daha içeri girmeden önce kalabalığı görüp hafifçe sırıtarak:
"Bizim ihtiyar yine gününde. " dedim. Gece etraf sakinleşip, insanlar yürüyemeyecek hale gelen arkadaşlarının kollarına girdiği zaman, tavernadan çıkarken gıcırdayan kapının sesini, akşam vakti duymak mümkün değildi. Eskimiş ceviz ağacından masa ve sandalyeler ile kaplı hoş bir yerdi. Neredeyse belli olmayacak kadar deforme olmuş şöminenin yanı her zamanki gibi doluydu. Biz de ikinci kata uzanan merdiven altına doğru yöneldik. Köşemize geçip biralarla ıslanmış masamıza ayaklarımızı uzattık. Birkaç mum dışında bir ışık kaynağı yoktu, loş bir ortam hakimdi. Ekipmanlarımızı yanımıza bırakıp, etrafta telaşla koşuşturan hoş hanımefendiye yemeğimizi söyledik. Konuşmadan etrafa göz atıyordum. Jack sakalını kaşıyarak muhabbeti başlattı. İsmi gibi kendisi de sıradan ve normal biriydi. Orta yaşlara yakın, bodur, neredeyse kel, kısa siyah saçlı hafif göbeği olan, ne çirkin ne de yakışıklı denebilecek bir yüze sahip, babacan tavırlı biriydi. Başkentteki eşini ve çocuklarını daha iyi yaşatmak için orduya katılmıştı. Ona kendi aramızda "Basit Jack" derdik, bundan gocunmaz ya da alınmazdı. Belki bir takma isim, onu mutlu bile ediyordu. Kötü huyları olsa da son derece sadık ve iyi bir adamdı.
"Son söylentileri duydunuz mu?" Dedi, sanki ufak grubumuzda tek bilgi kaynağı kendisi gibi kibirli bir ses ile, ve ardından devam etti
"Polgus da görülmüşler..."
Suratlar ciddileşti, sanki o arkadaki kuru gürültü duyulmaz oldu bir an için. Kısa bir sessizliğin ardından Albert bozdu sükûnetin bakireliğini. Ayağa kalkıp hışımla masaya ellerini vurarak sert ve gürültülü bir biçimde;
"Bugünün geleceğini biliyorduk zaten, sonunda tekrardan işimizi yapacağız!"
Her ne kadar sözleriyle güçlü görünmeye çalışsa da, hepimiz onun naif ruhlu, bu çirkin işe uygun bir karaktere sahip olmadığını biliyorduk. Para için asker olmuştu. Grubumuzun en genç çaylağıydı kendisi. Yirmili yaşlarda sıska ve uzun denilecek boyu olan biriydi. Ben sessizce durumu izlerken Rodin, piposunu yakarak sakin bir ses tonu ile:
"Tabii ki evlat, işimizi yapacağız; lakin konuşma tarzın cenk ederken ki haline benziyor, böyle giderse grubumuzdaki en genç kişi olmakla kalmayıp en genç ölen kişi olarak da hafızamda yerini alacaksın."
diyerek Albert'ı yerine oturttu. Rodin, ihtiyar denmese de yaşlıca görünen, grubumuzdaki en büyük ve en tecrübeli askerdi. Ortalama boylarda, keçi sakallı, gür bıyıklı, saçları ağarmıştı. Yıpranmış, sağ tarafında kırmızı tüy olan koyu yeşil bir şapka takıyordu. Ciddi mizaca sahip biriydi. Normalde eski rütbesi dolayısıyla bizim gibi taban sınıfıyla işi olmazdı, fakat bölük komutanıyla aralarında tartışma yaşanmıştı, haliyle komutan, Rodin'i "Gençleri eğitmek amaçlı" çaylak ve rütbesiz sınıfına sürgün etmişti. Bu muhabbet zamanında Edmond bir şey söylemedi. Zaten hep sessiz biriydi. Eskiden bulunduğu çatışmalar belki de onu böyle yapmıştı. Yüzündeki yara izi de pek sevecen gözükmüyordu, Yaşça Albert'dan büyüktü, uzun boylu, genelde umursamaz bakan biriydi. Konu dağılıp her zamanki muhabbetlere döndü, akşam vaktini doldurup gece ile yer değiştirirken,
"Hey sen!"
Diye bağırıp kalabalığı yararak hızla köşemize doğru atılan iri yarı bir cüsse, lafları yuvarlayarak zar zor bir biçimde konuşarak yanımıza geldi. Daha yaklaşmadan arkam dönük olmasına rağmen ses tonu ve kokusundan tanıyıp bunalmış bir tavır takındım.
"Paramı geri ver lan!"
diyerek yanıma yaklaştı. Rodin soğukkanlı bir tavır ile bana dönerek;
"Ne yapmayı planlıyorsun Imi?" Dedi.
Cevap vermedim içkimden bir yudum aldım, arkamı dönmeden sıkkın bir ses tonu ile
"Yanlış bir şey yapmadım Bardolf'cum."
diyerek geçiştirdim, fakat biliyordum yeterli olmayacaktı.
Derin bir nefes alıp "Benimle t*şşak mı geçiyorsun lan!"
Diyerek sandalyemi kendisine çevirdi. Ayağa kalktığımda aramızdaki boy farkı nedeniyle yukarı baktım. Kel, öz bakımdan yoksun iri yarı bir adamdı, sanki bu dünyanın lanet olası bir kuralı imiş gibi büyük kafasına rağmen küçük bir beyni vardı. Ve bunu anlamak için beynini açmama ihtiyaç yoktu. Konuşmayıp yüzüne baktım, bu onu bariz sinir ediyordu, beni de eğlendiriyordu. Düşük rütbesine nazaran askerler arasında saygınlığı vardı ve "Gri'nin yeri" genelde ordu mensubu insanların uğradığı bir mekandı, bu yüzden etraf sessizleşti, dikkatler bizim üzerimize kesildi. Durumun ciddiyetinden bir haber suratım vardı. Kalabalık içkiden olduğunu sanıp bana acıyan gözlerle bakıyorlardı çünkü bu salaş birahanenin kokusu nedeniyle bırak içeri girmeyi, yanından geçmek dahi insanın kafasını güzel yapardı.
"Param nerede!"
Son insani kırıntılarıyla konuşmaya çalıştı, olumlu bir yanıt alamazsa bu onun sabrının zirvesi olacaktı.
"Çabuk söyle yoksa o hiç ışık görmemiş kalbini güneşle buluşturacağım."
Şaşırmıştım, böyle cahil birinden duyulmayacak sözlerdi, sanırım ilham perisi bizim ihtiyarın kaliteli içkilerine uğramış olsa gerek diye düşündüm ve ardından devam ettim.
"Sana söylemiştim kart oyunu şans değil zeka oyunudur diye, ben hile filan yapmadım dostum"
diyerek duygusuz bir tavırla ona baktım.
Ağzından salyalar akarak kafa atmaya kalktı, Bardolf'un yanındakiler, sanki bu gün için doğmuşcasına bağırıp haykırarak, bizimkilere giriştiler. Bardolf kafa atarken, yana çekilip elimle kafasını arkamdaki masamıza çarptım. Normal şartlar da hiçbir şansım yoktu, ama içkili, salak ve yavaş hareket eden birini kolayca alt edebilirdim. Kafasının hızıyla benim pek bir şey yapmama gerek kalmamıştı, sadece elimle yönlendirdim. O darbeyle yere yığılıp bayıldı. Bu karmaşayla içkinin verdiği gaz ile birlikte taverna birbirine girmişti. Mekan sahibi ihtiyar, bara dirseğini dayayıp elini çenesine koyarak alışmış bir surat ifadesiyle olanları izliyordu. bizimkiler işlerini bitirmiş çoktan izleme faslına geçmişti. Derin bir nefes aldım ve ellerimi silkeleyerek, hafifçe sırıtıp grubumuza dönüp şöyle söyledim;
"Hmm, demek Polgus." ...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tias
Fantasy"Bu felaket başımıza gelmeden önce ne yapıyorduk, ne için savaşıyor ne için ölüyorduk?" Rodin, piposundan uzunca çekip göğe doğru bakarak nefes verdi; "Belki böylesi daha iyidir... Ölümü daha anlamlı kıldılar bizler için. Sırf başka toprakta doğdu...