Şehre döndüğümüzde rapor vermek için kışlaya gidecektik, fakat şehrin girişindeki asker, garnizon komutanının vali konağında olduğunu söyledi. Konağa doğru hemen yola koyulduk. Giderken şehrin her yerinden görünen merkezindeki görkemli heykele gözünün takılmadan geçmesi mümkün değildi. Savaşçı insanı andıran deforme olmuş bir siluetti. Söylenene göre büyük savaşta rol almış önemli biriydi. Biraz ilerledikten sonra konağa geldik. Şehrin varoluş amacına kıyasla oldukça iyi bir mekandı. Anlaşılan Sonsuz Deniz'den herkes faydalanmıştı. Süslü demir korkuluklarla çevrili, iç kısmının büyük çoğunluğu yemyeşil çimlerle ve güzel çiçeklerle kaplı, ortasında fıskiye bulunan bembeyaz bir konaktı. Girişe gelince bir kahya bizi karşıladı. Yüzbaşı, benimle birlikte bir askeri yanına aldı. Geri kalanların bahçede beklemesini söyledi. İçeri girip merdivenlerden yukarı çıkarken salonu aydınlatan avize dikkatimi çekti. İnce işçilikti belli ki. Yukarı çıktığımızda, kahya koridorun sonundaki kapıyı işaret etti. Kapıya giderken koridor duvarlarında asılı tablolar vardı. Kapıya varıp çaldık, kısa bir bekleyişten sonra;
"Girin." Dedi içeriden gelen bir ses. Garnizon komutanı ve vali içerideydi. Odada pahalı şamdanlar, güzel görünümlü bir kitaplık, vazolar ve süslü bir masa vardı. Vali iyi giyinimli, yaşını almış, bakımlı, göbekli, saçları dökülmüş, seyrek sakallı ve mağrur bakışlı biriydi. Garnizon komutanı ise rütbesine kıyasla mütevazi giyinimli, yaşına nazaran saçları beyazlamış, fakat bunlara rağmen kendisinden emin bir duruşu vardı. Vali, keşif birliğimizden sorumlu yüzbaşıya garnizon komutanının karşısını işaret ederek;
"Buyurun." dedi tok bir ses ile. Ben ve diğer asker kapı girişinde duruyorduk. Yüzbaşı garnizon komutanının karşısına geçip sandalyeye oturdu. Gayet yapılı, orta yaşlarda görev adamı denilecek biriydi. Komutan söze başladı;
"Bize ne haberler getirdin Chiron?"
Yüzbaşı derin bir nefes alarak söze başladı;
"Efendim söylentiler doğruymuş. Ülke sınırında izlerini bulduk, normalde görevimiz bilgi edinip geri dönmekti, fakat ufak bir sürü idi ve Drake'lere aitti. Riskli bir karar aldım. İzleri takip edip sürüyü katlettik. Maalesef arazi şartları nedeniyle oldukça kayıp verdik. Hepsi benim sorumluluğumda idi, karar tamamen bana aitti. Bir ceza işlemi uygulanacaksa sadece bana olmalı efendim!"
Vali telaşlı bir şekilde;
"H-hepsini öldürdünüz değil mi?" dedi.
"Evet sayın valim."
Bunu duyan valinin suratındaki telaştan eser kalmamıştı.
Ardından hemen, komutan sakalını kaşıyarak düşünceli bir yüz ifadesi ile;
"Kaç ölümüz var?" dedi.
Yüzbaşı Chiron yumruğunu sıkarak;
"Yirmi yedi efendim." diyerek cevap verdi.
Kısa süren bir sessizliğin ardından, komutan;
"Çıkabilirsiniz yüzbaşım" dedi.
Yüzbaşı Chiron, valiye ve garnizon komutanına selamını verip, yüzümüze bakmadan odayı terk etti, biz de ardından onu izledik. Aşağıya inip bahçede bekleyen birliğin kalanına, görevimizin bittiğini belirterek dağılmamızı söyledi. Ayağımızın tozuyla yorgunluğumuzu atmak için şehirde hemen taverna aramaya koyulduk. Akşam olmuştu. Bulutsuz bir hava vardı.Dolaşırken, gündüz insan yoğunluğundan fark edemediğimiz şehrin içindeki antik harabeleri, ay ışığı sayesinde görebilmiştik. Etkilenmiş bir halde harabeleri izlerken, Albert;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tias
Fantasy"Bu felaket başımıza gelmeden önce ne yapıyorduk, ne için savaşıyor ne için ölüyorduk?" Rodin, piposundan uzunca çekip göğe doğru bakarak nefes verdi; "Belki böylesi daha iyidir... Ölümü daha anlamlı kıldılar bizler için. Sırf başka toprakta doğdu...