Lord Of The Rings - The hobbit (piyano ve çello cover)
Gözlerimi kırpıştırdım, ellerimi sağa sola sallarken bir yere tutunup dengede durmak için çabaladım. Ama elim havayı yarıp geçtiğinde tökezledim.
Yere düşmeden havalandığımda refleks olarak çığlık atmak istesemde halim yoktu. Ruhum çekiliyor gibiydi, sadece bedenim ayaktaydı sanki. Beni yakalayan her kimse ona teşekkür etmeliydim, gerçekten kolumu dahi kaldıracak halim yoktu. Boşluktaymışım gibi hissediyordum, bedenim havada süzülüyormuş gibi...
Bilincim yerinde gibiydi ama değildi sanki, beni taşıyan kişinin merdivenleri çıktığını nefes seslerini duyabiliyordum. Ama beni tutan kollarını hissedemiyordum, felç gibiydim. Adım sesleri olmasa ve ya hava da olduğumu anlamasam kesinlikle beni birinin taşıdığını anlamazdım. Bedenim gibi beynimde uyuşmuştu sanki, bir kapının açılma sesini duydum. Bir kaç adım sesi daha ve kapı kapandı, sadece kulaklarım işlevdeydi. Gözlerim kapalıydı, belki de açıktı ama ben kör olmuştum, bilmiyorum.
Aşağıya indiğimi hissettim, hafif sarsıldım. Ama nereye koyulduğumu hissedemiyordum, tüm vücudum yanmaya başladığında çığlık atmak istedim. Çığlık atmak, yakıp yıkmak, bir kola sarılıp yardım dilemek istedim. Daha ağzımı dahi açamıyordum, vücudumda ki acı giderek çoğalırken bedenim kasıldı. Derin bir nefes sesi duydum, beni taşıyan kişiye ait olmalıydı.
Kimdi bilmiyordum ama bu lanet olası şeyin ne olduğunu bilmesi gerekiyordu! Çünkü bu acıya daha fazla dayanamayacaktım, sanki damarlarımdan kan eğil asit geçiyordu. Damarlarımda ki baskı arttığında belli belirsiz dişlerimi sıktım. Bu acı dinmeyecek miydi? En önemlisi ben neden bu kadar acı çekiyordum?
Soru işaretlerinden sıkılmıştım, buraya geldiğimden beri değişik bir olayın içine sürükleniyordum. Vücuduma öyle bir acı dalgası vurdu ki, ruhum bedenimden ayrılıyor sandım. Her yerim cayır cayır yanarken, zar zor dudaklarımdan bir inleme kaçtı.
Bu acı bitmeyecek miydi? Sanki kanım emiliyormuş gibi damarlarım sıkıştığında acı el verdiğince dişlerimi sıktım. Bilincim bana biraz daha geri döndüğünde derin derin nefes almaya başladım. Gözlerim kapalıydı hâlâ, belki de açıktı ama ben hissetmiyordum. Bir anda şok etkisiyle beyaz tavanı gördüğümü hissettim hemen ardından değişik yollardan geçiyormuşum gibi gözlerimin önünden bir sürü anım geçti. Görüntü ilerledi ve ilerledi, en sonunda beyaz ve mavi renklerde kumaşlar gördüm hemen arkasında mavi bir ışık parlıyordu.
Beni oraya çağıran bir şeyler vardı, fısıltıdan öte değildi. 'Gel' diyordu, 'sen buraya aitsin artık' fısıltılar arttıkça görüşüm değişiyordu. Kumaş parçaları tenime nazikçe değip beni gıdıklarken o anda fark ettim çıplak olduğumu. Elimi uzatıp tül kadar ince olan mavi kumaşı çekip kopardım, vücudumu sararak bi kısmını da olsa kapatmayı başardım. Bel kısmından küçük bir düğüm atıp açılmasını engelledim. İleriye bakarken sadece mavi ve beyazı görüyordum, diğer tüm renkler silinmiş gibiydi.
Rüya gibiydi, çıkışı zor gittikçe seni içine çeken bir rüya. Yürüdükçe sadece renk tonları değişiyordu, yol aynıydı, gördüklerim ve duyduklarımda. Ensemde bir nefes hissettim hemen ardından yine o değişik ses kulaklarımı doldurdu. 'Gel' dedi tekrar 'sen buraya aitsin artık' kelimesi kelimesine tekrar ederken ard arda nefesimi tuttum. Sesi istemsiz olarak tüylerinizi ürpertiyordu, bazende bozuk bir radyo gibi cızırdıyor ve sizi rahatsız ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanrısız Evrenler
Science FictionBuz dağının içinde bir cehennem, aksine bu sefer melekler koruyucu değildi cennetin kapısının önünde. Ben şeytanın kendisiydim, yakıp yıkmak isteyen bir câni. Ben acının ta kendisiyim. Kan dökmek isteyen bir canavarım ben, kendi ırkıma açtığım savaş...