SES
"Burası benim odamsa ben geçeyim" dedi adam Sesine dalgınlık eklenmişti, harfleri birbirine karışmış bir şekilde tekrar etti. Neresi onundu bilemiyordu, güzeli mi çirkini mi? En iyisini seçmek onun sadece düşüncesiydi, kararı ona ait değildi, sustu ve arzusunu da alıp oturdu karanlık dar bir köşeye, sadece sesini duymayı amaçlıyordu, kendi sesini, ve rüzgar usulca havalandırdı ceketini.
-"işte burası"- Adam duyduğu o mükemmel sesin nereden geldiğini anlamadı, odası belli olmuştu, güzellik vardı, çiçek vardı, bağ ve bahçe vardı, odası bahardı, dalları da tutarak cennet bahçesine ilk adımını attı, o sevgideki kokuyu hissedebiliyordu, ışığı gökkuşaklarıydı, burası bir hayal miydi yoksa rüya mı? Adam oradan bir damla su içince kalbini hissediyordu, suya aşık oluyordu, sırtını yaslayınca ağaçlara, ayağını basınca toprağa aşık oluyordu, bir yandan o gizemli karanlığın hareketini seziyordu, korkmak ona göre değildi, o korkmazdı. "Buradan yüzerek de geçilir mi?" dedi adam ve sesi bekledi, bekledi, bekledi. Adam karanlığın sinsi hareketlerini sezebiliyordu ve o karanlık gittikçe kaplıyordu vücudunu, şimdi ise kapı dışarı edilmişti bulunduğu odacıktan, burada sadece 4 oda mı vardı ve neden sürekli sallanıyordu burası? Şaşırmıştı ama korkmamıştı, çünkü korkmak ona göre değildi, o korkmazdı. Sade ve susuzdu dudakları, ağzından çıkacak tek bir kelime alev olacaktı, Ölmek değil buradan çıkmak tedirgin ediyordu adamı. Ya bir daha giremezse, o sinsi karanlık onu takip edemezse, dokunduğu yere, içtiği şeye aşık olamazsa. İşte bundan korkardı, çünkü korkmak şuan tam da ona göreydi.
Sakinliğiyle aşkını belli etti odalara, masumluğuyla yalnızlığını, bakışıyla cesaretini anlattı ve sonsuzluğa açıldı kapılar, odadaki ilk koltuğa atladı, "bu koltuğa oturmasam da görür
müsün beni?" Diye sordu sese. "Görürüm" dedi, adam onu görmese de sesi çok netti, ama korkmuyordu, çünkü korkmak ona göre değildi. Bir hayalin, bir hissin ya da bir endişenin sonucu olabilirdi görememek. Duyabilmek ise doğduğu günden bugüne yapmayı unutmadığı tek şeydi. Bir karanfilin ya da bir orkidenin köşesine sıkıştırılabilirdi dünya, ama şuan içinde bulunduğu hâl asla sıkıştırılamazdı bir evrenin ortasına. Bir insan, aslında insan görmeden, insan olduğunu anlayabilirdi. Bu ortam, bu ses ve davranışın şu durumdaki dışa vuruşu her şeyden korkmasına yetebilirdi adamın, ama adam korkmuyordu, çünkü korkmak ona göre değildi. Tehditler, cesetler ve entrikalar, ya da herhangi korkunç bir şey adamı korkutmuyordu, çünkü korkmak ona göre değildi. Sakinliğini bir gökkuşağı boyunca gezdirebilirdi yanaklarında, suyu, toprağı ve gökte bulunanları bir hışımla almak isterdi göğsündeki ince kemiklerin arasına.
"Al" dedi ses "bu su, bu toprak ve bu da gökte bulunan sadece bir şey, şimdi koy bunları göğsündeki o ince kemiklerin arasına." Adam elini görmüştü o güzel sesin. Tutunduğu her varlıktan bir papatya ürüyordu. Elinden aldığı su - deniz, toprak – altın gibi geliyordu adama. O an mutlu olmaktan korktu, korkmalıydı, çünkü korkmak şuan tam da ona göreydi. Kemiklerinin arasına sakladığı bu güzellikleri bir bir çıkardı ağzından;
-aşk çıktı,
sonra sevmek
ve ölüm.